16
Haziran
2025
Pazertesi
ANASAYFA

Türkiye'den Milliyetçilik Manzaraları (3)


3-TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ TEHDİTLER

Tehdit devletlerin varlık sebebidir, ayakta kalabilme gereğidir ve bu yüzden devletler sürekli tehdit üretir. Bunların yüzde doksandan fazlası, asılsız ve geçersizdir. Vatandaşlarını germek ve istediği yönlere sevk etmek, milliyetçiliği beslemek ve belli amaçlar için şartlanmalar yaratmak içindir. İsterseniz bir bakalım şimdi ülkemiz üzerindeki tehditlere, ne denli gerçek ve ne denli akıl içermektedir?

Şu anda TC için en büyük tehlike ve en büyük tehdit, yeni Ortadoğu planları ve ılımlı İslam tezleriyle ve Irak politikalarıyla ABD’midir? Bu yaklaşımlarıyla bizi bölmek veya bölünmenin eşiğinde tutarak, daha sadık, daha denetimli, daha itaatli, ama daha az demokratik ve daha az laik, bir sisteme mi sürüklemektedir? Topraklarımızda mı gözü vardır, ülkemizi işgali mi düşünmektedir.

Eğer gerçek bu ise ABD bunu neden yapmak istemektedir. Türkiye’nin laik ve demokratikleşme çabaları ABD’yi neden rahatsız etmektedir. Sadakatinde, itaatinde bir kusur mu görülmüştür. Ne istemiştir de, bugüne dek (tezkere dışında) neyi vermemişizdir? Onayını almadan ne yapmışızdır. Ülke yönetiminde halkımız, ABD yönetiminden daha önde midir?

Öyleyse ABD neden Türkiye’yi ılımlı İslam’a taşımak istesin? Türkiye bir forvet oyuncusu mudur ki savunmaya çeksin. Kendimizi mi savunuyoruz ki NATO’da ve diğer uluslararası ortaklıklarda kendini savunmamızı istesin? İşgali ve toprağımızı niye istesin ki? Zaten topraklarımızı istediği gibi kullanmakta ve ABD sermayesi dünyada, kanın bedende dolanımı kadar rahat ve doğal bir dolanımdadır.

Yoksa rakipsiz tek başına kalmaktan sıkıldı da, bizi İslam safına göndererek, o tarafın sayemizde biraz güçlenmesini ve dişe dokunur bir rakip haline gelmesini mi istemektedir? Ulusalcılığı kırarak, İslamcılığa dönüştürmek ve karşısına haçlı seferleri benzeri bir ordu mu çıkarmak istemektedir. Yoksa salt macera peşinde midir?

Yoksa en büyük tehdit, en büyük düşman, demokrasiyi ve insan haklarını, hukuku, şeffaf ve temiz toplumu dayatmasıyla AB midir? Bizim sistemimiz temizmiş pismiş, açıkmış kapalıymış ona nedir? Demokrasi, insan hakları, hukuk masallarıyla bizi uyutup da, Sevr’i mi getirecektir?

Getirirse eline ne geçecektir? Fransızlar Mardin- Mersin arasına, İtalyanlar Antalya’ya ve göller bölgesine mi girecektir. Girerse buraları savunması, beklemesi ve daha fazla asker beslemesi gerekmeyecek midir? Eğer böyle ise, bu AB devletleri kafayı mı yemiştir. Biz askerimizi besliyor ve ülkemizi bekliyoruz, onlar da istediği gibi kullanıyor, dolanıyor, isteyen ev alıp kalıyor. Tokmağı istediği gibi vururken, davulu taşımaya mı hevestir?

Yoksa tehlike aslında Sevr midir? Türkiye açık, temiz, demokratik bir hukuk devleti olsa kim ayrılmak ister ve Türkiye’yi kim bölebilir? Türkiye bu değerlerden uzaksa eğer, Türkiye’yi bölmek için mutlaka bir Sevr olması mı gerekir? Ve zaten tarihte, tüm tarafların onaylayarak yürürlüğe koyduğu Sevr diye bir anlaşma mı vardır?

İngiltere dışında öteki tarafların onaylamadığı ve bu yüzden hiçbir zaman için uygulanamayan Sevr gibi ölü bir antlaşama bizi bu denli korkutursa, Polonya ne yapmalıdır? Polonya AB’den diyar diyar kaçması gerekirken onların arasında ne yapmaktadır? Unuttuysa hatırlatalım ona, Avrupa kendisini üç kez paylaşarak haritalardan silmiş ve her Rusya savaşında Polonya’yı düz yol yapmıştır. Her iki dünya savaşının ağırlığını Polonya taşımıştır.

Fakat Polonya neden bunu kompleks yapmamıştır? Bir Sevr ölüsü bizde paranoyalar yaratırken, Polonya nasıl hiç korkusuz AB’nin içine dalmaktadır. Biz akıllı, lehler akılsız mıdır? Yoksa tersi midir? Ya da Türkiye için illa da dış tehdit ve bir Sevr mi gereklidir?  Yabancı sermayesiz ekonomi dönmediği gibi, dış tehditsiz devlet yönetilememekte midir? Dış tehdit olmazsa devletler gereksiz midir? Dış tehdit devletlerin temel varlık nedeni midir? Vatandaş dış tehditlerin peşinde koşarken, içerde neler götürülmektedir ve dış tehditler, içerde neleri örtmektedir. Örtünmek tesettür gereği mi, yoksa içeriyi perdelemek, dışarıyı hayali göstermek için midir?

Yoksa aslında tehdit içerde midir? Komünizm mi, faşizm mi, radikal dincilik midir? Türkiye’de öne çıkan ya da öne sürülen gizli ve açık tehditlerden, Nisan 2007 mitingleri sırasında, tespit edebildiklerim içinde, radikal İslam ile ilgili olarak şunları yazmışım.

“Örneğin soralım kendimize. Ak Partinin aldığı yüzde otuz beşlere varan oylar içinde, kendi tabanı ne kadardır ve bunların içinde radikal İslam’ın yeri nedir. Türkiye de İslami kesimin oyları yüzde 15 civarındadır denilebilir. En çok oy aldığı 1995 seçimlerinde (yüzde 21), adil düzen söyleminin (sosyal demokrat söylemin) peşinden giden merkez sağ ve hatta merkezin oyları vardır. Türkiye’nin neredeyse tamamına yakını Müslüman’dır ama AKP’ye Müslüman özelliğinden dolayı oy verenlerin en kabadayı miktarı yüzde on beşi geçmez.

Bu demektir ki AKP’nin oylarının en azından yüzde yirmisi, kendi tabanının, ya da tabanı olarak algılanan kesimin dışından gelmektedir. AKP göründüğü gibi davransa, ekonomiye yaklaşımları gibi olaya popülist değil de gerçekçi yaklaşsa, yani radikalleri dikkate almasa, radikallerden dolayı oy kaybı yüzde üç, en fazla beş olacaktır. Çünkü Refah Partisine oy veren yüzde 15-16’nın en azından yüzde onu, dindar ama radikal değildir.

Ayrıca radikal kesimin sahibi gelmiştir, Saadet Partisi öteki partilerden daha çok AKP’ye saldırmaktadır ve radikaller gidecekse zaten gidecektir. Ama ürküttüğün kesim sana oy veren, fakat senin tabanına ait olmayan yüzde yirmidir. Ayrıca bunun dışında kalan, oy verecek parti arayan, merkez ve merkez sol seçmenlerdir.

Yani merkezi kapmak için tüm koşullar elverişlidir. Merkezle onun sağı ve solu, hiç bu denli boş bırakılmamış ve merkezi ele geçirme koşulları hiç bu kadar kolay olmamıştır. Bu yüzden, İslam’da değil, demokrasi ve çağdaşlıkta radikal olmalısınız. İslam’a saygılı, ama İslam’ı kendi alanında rahat bırakmalı, kullanmamalısınız. Bu takdirde kaybedeceğiniz oy; yüzde üçü geçmez. Ama radikal İslam’ı tehdit kabul ederek ürküteceğiniz oy, yüzde yirmileri aşabilir.” (Nisan 2007 Tarihi’nden)

Görüldüğü gibi radikal İslam da abartıldığı kadar büyük bir tehdit değildir. Ama tehdit olmazsa, devlet neyle ve kiminle mücadele edecektir. Tehditlerin baskısı kalkarsa insanların üstünden, insanlar devletten haklarını mı isteyecek, vatandaşlık mı talep edecektir. Böyle olursa eğer, devlet işin üstesinden nasıl gelecektir. Şanlı tarihi boyunca insanlarına hükmeden kutsal devletimiz, vatandaş oldu diye basit insanların yönetimine, denetimine mi girecektir.

Hayır, olamaz asla böyle bir şey. Devlete tehdit bulmak gerekir. Dünyada kalmasa bile gerekirse uzaydan getirilir, ama devleti tehditsiz bırakmamak gerekir. Milletin gözü devletin üstünde odaklanırsa, çıkarlar nasıl kollanacak, mal nasıl götürülecektir. Devlete millete karşı şüpheler belirmeyecek midir ve bunun tepkisi nasıl önlenecektir. En azından dış tehditler yaratılarak, milliyetçilik beslenmelidir.

Katılırsınız katılmazsınız bilemem ama, tekrar ediyorum, bana göre şu anda Türkiye için en gerçek ve en yakın tehdit milliyetçiliktir. Çünkü pek çok alanda, olağanın çok ötesine geçerek paranoyalara dönüşmüştür. Aklın ve sağduyunun önüne geçmiştir.

Yayın Tarihi : 25 Haziran 2008 Çarşamba 00:12:25
Güncelleme :25 Haziran 2008 Çarşamba 00:15:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 88.241.201.xxx Tarih : 25.06.2008 15:13:00

Milliyetçilik paranoyası konusundaki görüşlerinize tümüyle katılıyorum. Yalnız, iç huzursuzluğumuzda dinci etkenleri göz ardı etmemeliyiz. Aydınlanma düşüncesinin içerden ve de hattâ kendi unsurlarımızdan kaynaklanan bir dış hamle ile kuşatılma tehlikesi oldukça aşikâr. İlkelliklerle uğraştırılma bize çok değerli vakit kaybettiriyor. Tüm ideolojilere karşı müteyakkız olmamız "toplumumuz" için kesin bir zorunluluk. Saygılarımla.


Yılmaz Ergüvenç IP: 78.173.232.xxx Tarih : 25.06.2008 13:43:28

Hocam, fevkalade isabetli tesbitleriniz var. Kutlarım.