3
Mayıs
2025
Cumartesi
ANASAYFA

Türkiye'den Milliyetçilik Manzaraları (9)


9-SİVİL TOPLUM VE MİTİNGLER

Kutsallığı, yetkileri, gücü ve büyüklüğü nedeniyle insanların karşısında devleşen devlete karşı, vatandaşın müdahale olanağı bir yana, hakkını alması dahi söz konusu olamayacağından, insanlar farklı yollara sapmak zorunda kalmışlardır.

Devlete göre ya vatandaş kayıtsız şartsız devletin, yani yönetenin yanında olmalıdır, ya da haindir. Devletle yönetenin farklı algılanması da başka bir yutturmaca olup, aslında devlet yönetendir. Devlet manevi bir şahsiyet olup onun maddi varlığı onu temsil edenlerle mana bulur ve gerçeklik kazanır. Aksi halde devlet bir tanım olarak, bir yasa veya anayasa olarak yıllarca bir kitabın bir rafın içinde hiçbir aktivitesi olmadan kalır. Onu aktif hale getiren hayata geçiren, orada yazılı yetkileri kullanan herkes devlettir.

Dünyada herkes anayasalarını demokratikleştirip çağa ulaşmayı hedeflerken, Türkiye’nin 1961 Anayasasından ve demokrasiden uzaklaşarak, çağ dışı bir anayasa ile yönetilmesi: keyfiliği, despotluğu, dayatmayı artırdıkça, zaten içi yeterince doldurulamamış olan cumhuriyetin içi tamamen boşaltılmış ve her türlü fenalığın yaşandığı son 30 yılın ortamı hazırlanmıştır.

Bu ortam nasıl bir ortamdır ve kimlere yaramıştır, derseniz: öncelikle bu ortam samimiyetten fersah fersah uzak, her şeyin keyfi yöntemlere, palavraya dayandığı, her şeyin çıkar için, (Atatürk’ün milliyetçiliğin, ülke sevgisinin laikliğin, anti laikliğin, cumhuriyetin, demokrasinin vs.) kullanıldığı kirli bir ortamdır. Mafya ve çete üreten, hırsızlık yolsuzluk üreten, devlette lüks ve israfa yönelen ve her şeyin ceremesini vatandaşın sırtına yükleyen bir ortamdır.

Ayrıca sistem, kimi silah ve eroin kaçakçılarının da ekmeğine yağ sürmüş, sistemin devamı ve gelişmesi için iç savaşın bulunmaz bir nimet olduğu kavranarak, buna yöneticiler ve yandaşlar aranarak (ranta ortak edilerek) savaş başlatılmıştır. Devlet ise her zaman olduğu gibi çözüm yerine şiddete başvurunca, siyasiler çıkar kavgasına girince, savaşın devamı için PKK’nın ve çetelerin, fazla bir şey yapmasına gerek kalmamıştır.

Peki neden böyledir? Neden yarım asırdır bir önlem alınamamış ve bir çözüm üretilememiştir? Çünkü sistemde, vatandaşlık esasına dayalı bir millet kavramı ve milletle anlaşmayı esas alan bir devlet kavramı yoktur. Ve en önemlisi de milletin karşısındaki en büyük güç, milletin kendisidir. Şarklı kurnazlık yöntemleriyle her şey bir birine karıştırılmış ve ayıklanması olanaksız hale getirilmiştir. Pekmezle tahini karıştırmak kolaydır ama ayırmak olanaksızdır; özellikle de şarklı yöntemlerle.

Bunun için önce insan ve millet kavramları, birbirinden nerede nasıl ayrılırsa insan ve nerede nasıl birleşirse millet olurun doğru yanıtlarını yakalamamız gerekmektedir. Bunun için de milleti doğrudan temsil eden, sivil örgütlere ihtiyaç vardır. Ben geçmişte ve kendi çapımda hayatımın büyük bir bölümünü sivil toplumlar için mücadeleye adamıştım. Sanıyordum ki; çağdaş ülkelerdeki gibi yaygın sivil toplum örgütleri bizde de olsa, devlet ve onu yönetenler, kendini bu denli başıboş ve bu denli keyfi, despot ve işkenceci olarak algılayamazdı. Bu yüzden hep örgütlenme özgürlüğü için çaba harcamıştım.

Ama 2007’nin ilk yarısında yapılan mitinglerden sonra fikir değiştirdim. Bizdeki sivil toplumlarla, halka, millete dönük, sivil hedeflere ulaşılamayacağı gibi, bunlar daha devletçi, daha vatandaş haklarını kısıtlayıcı ve demokrasi karşıtı ve sivillik şöyle dursun, devletten daha devletçi ve daha militaristti. AKP’ye kızdığı ve tarikatlaştırılmış bir laikliği savunduğu için, çağdaş uygarlığa (AB’ye), demokrasiye ve milli iradenin tecellisine karşı çıkıyor ve içi boş bir cumhuriyetle, çağdışı ilkel bir anayasaya canla başla sarılıyordu. Oysa laiklik adına dışlanan bu kavramlar, laikliğin sebebi ve sonucu olan kavramlardı.

AKP devlet ise, ona vatandaşlık hakları için karşı çıkmak, ferde daha fazla haklar sağlaması ve daha özgür bir ortam hazırlaması için karşı çıkmak, devlete karşı ferdin (vatandaşın) yanında yer almak, bir sivil toplum örgütünün olması gereken yerdir. Ama ADD önderliğindeki bizim sivil toplum örgütleri, düzenledikleri mitinglerde tam da tersini yaptı. Ne çağdaş bir sistem, ne demokrasi, ne insan hakları ve özgürlüğü, ne milli iradenin hâkimiyeti zurnanın son deliği bile değildi. Onlara göre AKP’yi yıkmak için bunların hepsinden vazgeçilebilirdi. Oysa gerçek anlamda bir sivil toplumun iktidarla (AKP ile) mücadelesinin özü, hak ve özgürlükler, inadına demokrasi ve çağdaşlık olmalıydı. İlkel anayasamızın, insanı ve vatandaşlık haklarını esas alan çağdaş bir seviyeye çıkarılması, siyasi partiler yasasının milli iradeyi yönetime hâkim kılacak biçimde değiştirilmesi, kısacası cumhuriyetimizin içinin tamamen boşaltılması değil de, içini çağdaş değerlerle doldurulması olmalıydı.

Neden devlete ve rejime karşı; yanlış olduğunu, haksız olduğunu düşündüğümüz durumları içimize sindiremeyip, milyonları bir araya getirip tepki koyabiliyoruz, karşı çıkabiliyoruz da, kendimize yani insana yapılan haksızlık ve ihmal boyutunun da ötesindeki hareketlere, hakaretlere, hatta kıyıma seyirci kalıyoruz. Toplumsal bilinç neden bireysel anlamda tepkisiz? İnsana yapılan, dayatılan, insanı insan yerine koymayan, devlet kaynaklı despotik dayatmalar kişisel sorunlar mıdır? Bu insanlar millet değilse, millet nedir ve kimdir?

Yırtıcıların av kapma mücadelesinde ezilen karıncalar, fareler onların kişisel sorunlar mıdır? İnsanların bankalardaki 200 milyar dolarının batırılması ve bu batağın batırılanlar tarafından değil de halktan tahsil edilmesi, tahsil edilen kişilerin, kişisel sorunu mudur? 200 milyar batığın borçlusu millet midir? Devlet bu denli tapılası ve değerli iken, Türk milleti bu denli değersiz ve ezilesi midir?

Elbette ki hayır… Türk milleti dünyanın en büyük, en zeki, en çalışkan, en aslan, en kaplan, gönüllere sığmayan milletidir. O, en ulu, en yüce ve en tapılanıdır diyorsunuz. Öyleyse Türk devletlerinin, Türk milletine tarih boyunca reva gördüğü bu davranış nedir? Milletin devletine tapınma derecesinde sadık olması için, devletin onu işkence derecesinde ezmesi, soyması ve mağdur etmesi mi gerekir?

Tarih boyunca Türk devletleri, Türk halkını hep devletin hizmetkârı, jandarması, işçisi, çiftçisi ve askeri olarak kullanmış, ama hiç tüccarı, zengini, eğitimlisi, keyif süreni olmamıştır. Yani devletin önemli, değerli, saygın vatandaşı olamamıştır. Çiftçi ve askerdir. O cephe senin bu cephe benim sınırları korurken, yöneten ve azınlıklar keyif sürmüştür.

İşte sizin çok saygıdeğer gördüğünüz bu millet, hep ezilen sömürülen, ciddiye alınmayıp saygı duyulmayandır. Millet ne denli önemli ise, insan o denli önemsizdir. Çünkü hiçbir insan, bir başına millet değildir. Herkes kendisidir. Örneğin sizin bir sorununuz varsa, o sizin sorununuz olup siz sizsinizdir. Daha doğrusu sorunu olan herkes kendisidir. Millet ise, bir sorunu olan herkesin dışında kalan herkestir. Şark kurnazlığı böyle alay eder gibi bir şeydir. Aşağıladığı, insanlardan oluşan topluluğa, ya da hayali bir millet kavramına ise tapmaktadır. Ama tapılan millet ile gerçek insanlar aynı yerde bulunmaz. Millet herkesin dışında kalan herkestir.

Mart ve Nisan 2007 aylarında yapılan mitingler: dünya çapında ve tarihimizde görülen en büyük sivil toplum hareketleri olması bakımından çok büyük bir önem taşımaktadır. Her ne kadar konusu itibariyle komplo teorileri baskın gelse de, sivil topluma karşıt, devletçi ve militarist bir karakter içerse de, sivil toplumu harekete geçirmesi açısından çok büyük bir başarıdır. Bir milyon insanı belli bir amaç etrafında sokakta toplayıp yürütebilmek, ilerde sivil amaçlarla da, örneğin demokrasi ve insan hakları gibi daha sivil ve daha insanla ilgili konularda da yürütülebileceğini göstermesi açısından çok önemlidir. Ama herkes, millete karşı devletin yanında örgütlenince, mitinglerden kimse bir yarar sağlayamadığı gibi, ülke ve insanlar çok büyük zarar görmüş, yıkılmak istenen AKP ise, mağdur pozisyonuna yatarak, daha büyük kazanç sağlamıştır.

Sonuç olarak aklın bilimsel kalıplarından çıkarılıp, Şark kurnazlıklarının çıkar kalıplarına yerleştirilerek oluşturulan bir milliyetçilik anlayışı, herkes için en büyük tehdit olup, ülkeye, insana ve insanlığa zarar verir. Psikolojik bir hastalık olup, ne zaman nerede ortaya çıkacağı bilinmeyen bir sara nöbeti gibidir.

Yayın Tarihi : 25 Ağustos 2008 Pazartesi 11:43:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
corrector IP: 124.184.8.xxx Tarih : 31.08.2008 10:34:29

oncelikle yonetme yontemlerimizin ve yonetenlerin yaninda, yonetilen bizlerin de yonetimle karsilikli bir surecte degismesi sart. soyleki: genel olarak: bir butunu olusturan parcalar ne kadar guzel olur ise VE bu parcalar birbiri ile ne kadar guzel iliskilenir veya iliskilendirilirler ise, o kadar guzel bir butun ortaya cikar. veya bunun tersi. bunu tanim (dogrulugu gozlemlenmis durum / stimuli) olarak alirsak, ve konumuzla ilgilendirir isek: "tanim" gerigi: 1. her Turk vatandasinin bireysel olarak azami ust-limitine erismesi gerekir. bu, kisisel bir surectir. ama bu meyanda her zat, cevresi tarafindan demokratik haklar ile, egitim /ogretim ile, saygi ile, sevgi ile, vs donatilmasi gerekir ki kendi surecini en marjinal asamada sonuclandirabilsin. 2. her Turk vatandasinin birbirileri ile iliskilerinin en optimal seviyeye cikmasi veya cikarilmasi gerekir. yine bu maksimum, hem vatandasin bireysel ve hem de etrafin kollektif cabalari ile olacaktir. kisisel ve toplumsal amaclar bu yolda ozdeslestirilmelidir. ornegin, ortak hedef "huzur" olabilir. bu stratejik hedefi herkes beraberce secebilir. veya cevre bu hedefi secerse, her birey bunu isteyerek benimseyebilir. sonra bu belirlenen amac/lar icin araclar, yontemler vs bulunur, secilir, ortaya konar, isabetler olculur vs vs. ideal dunya'da olmasi gereken budur. fakat bizim cografya ve yasadigimiz zaman diliminde durum cok farkli vuku bulmustur. yani en alt, en ust, medyan, averaj vs vatandaslariimizin kisisel kulturu, ahlaki, demokratik haklari, bilgisi, saygisi, hissiyati vs arasinda ucurumlar, deviasyonlar mevcuttur. boyle tespit edilen yerlere "kaynayan kazan" da denir. cok tehlikeli oldugu kadar, cok guzel sonuclara da gebe olabilir. ote yandan, hem devlet ve hem de etraf olarak, "cevremiz" ise sayin Nazmi Oner hocamizin yazdigi sekilde stratejik olarak statik, tekduze ve yanliz yonetenlere calisan bir anomalidedir. Eger buna simdiki durumumuzun tanimi dersek, durumun iyilestirilmesi icin en kolay, asgari-muskul vs yolun cevrenin degismesi olacagi asikardir. cevre artik bu anamolileri, hem icimizdeki hemde disimizdaki etraftaki dinamikleri vs gorup herkesimize kendini endekslemelidir. her stratejisini ona ve onun ihtiyaclarina gore bir doktor diagnozundan daha ince ayarda musterilestirip yapmalidir. buyumesi, guclenmesi ve hatta tesir alan-lari-ni genisletmesinin tek yolu da budur. ama "herkes"ine yatirim yapmayan, onu hersekilde gelistirmeyen bir cevre eninde sonunda istenmeyen durumlar sergileyecektir. ve kotuye gitmeye mahkumdur.


Teoman Törün IP: 88.236.47.xxx Tarih : 26.08.2008 18:00:41

Hocam A'dan Z'ye haklısınız. Ancak bu düşüncelerin, nüfusu almış başını giden ve kendini parça parça hisseden milletin bütünü tarafından içselleştirilmesi, gene, bütünü kucaklamayı, bütünü bilinçlendirmeyi, evrensel ahlâkı tesisi ideal edinen (Devlet demiyelim) çok güçlü ve azimli bir iktidarı gerektiriyor. "Yumurta mı tavukdan çıkar, tavuk mu yumurtadan" misâli milletin çıkardığı, iktidarlarda bu güç olmuyor; ideal pratiğe geçmiyor. Ama, ne olursa olsun, ne kadar uzakda olursa olsun çizdiğiniz hedefe ulaşmak, yurttaşa, hoşgörü, sabır ve olgunlukla "millet'in ne olduğu tartışmalarını yapabileceği platformların oluşturulması sizin yaptığınız gibi, aydınlarımızın ısrarlı çabalarına bağlı. Ellerinize, zihninize sağlık.