3
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Ulusalcılık savunulamaz

Açıklanması ve anlaşılması kişilere bağlı, her yana çekilebilecek, özel tanımlarla sözcükler zorlanarak, faşizmden farklı gösterilmeye çalışılmış bir ulusalcılık CHP’ye zarar verir. Savunan herkese zarar verir. Atatürk ve Atatürkçülüğe terstir. Yani, ulus= millet olduğu gibi, ulusalcılık=milliyetçiliktir.

Özellikle bir ülkenin işgali falan söz konusu değilken, barış dönemlerinde, birden fazla halkın birlikte yaşadığı bir ülkede milliyetçilik yapmak, iç barışı bozmaktan da öte, faşizme davetiye çıkarmaktır. Atatürkçü Düşünce derneğinin savunduğu ve eski CHP’nin de benimsediği ulusalcılık tanımı, zorlama bir tanım olup kabul edilebilir olmadığı gibi, kendilerinden başkasının bunu kabul etmesi de olanaksızdır.

Fakat maalesef ülkemizde, sözcükler sözlük anlamlarının dışında, basının medyanın ve bazı kurumların keyfi yorumlarına göre değerlendirilmekte ve şartlandırılmış kesimler derhal bunların peşine takılabilmektedir. Örneğin ulusalcılık kavramına böyle olmadık anlamsız içerikler yüklenirken, liberal sözcüğünün içinden serbestlik, özgürlük anlamları çıkarılarak liboşluk diye boş bir sözcük haline getirilebilmektedir.

Çünkü ulusalcının demokrasi ile işi olmadığı için, serbestlik, hak ve özgürlük anlamlarına gelen liberalizme düşman olması ve medya tetikçileri vasıtasıyla bunları hedef göstermesi de, tipik faşizm uygulamalarından birisidir.

Bir tarikat şeyhinin Kuran’dan Arapça bir sözcük etrafında bir tarikat yaratarak kitleleri istediği tarafa yönetebildiği gibi, bu sözcükleri de medya tetikçileri, allayıp pullayıp, hayat memat meselesi halinde yurtsever insanlara sunarak, beyin yıkamakta ve faşizmi beslemektedir.

İzmir CHP Milletvekili Birgül Ayman Güler’in parlamentoda yaptığı konuşmada, “Türk ulusu, Kürt milliyetinden ulus anlamında üstündür” demesi üzerine, parti dışı faşizm suçlamaları bir yana, parti içinde de büyük çalkantı yarattı ve CHP Adıyaman Milletvekili istifa etti. Kılıçdaroğlu, faşizm karşıtı ve tüm milleti kapsayıcı bir konuşma yapsa da, Güler Ayman’ı da açıkça suçlayamadı. Çünkü devraldığı partinin ana karakteri buydu.

Birgül Güler Ayman kendisini şöyle savundu: “Türk kavramı bir ırkı ya da etnisiteyi anlatmaz. Yüz yıla yakın zamandır Türk kavramı anayasada yazılı olan ulusal vatandaşlığın adıdır. Öyle ki bizde Musevi inancına sahip, Süryani inancına sahip, Boşnak ya da Kırmançe, Zaza çok farklı etnik kökenlerden ve hatta Müslüman, gayrimüslim insan Türk vatandaşı kimliğiyle yaşar ve yüz yıla yakın süredir şunu ararız, ’devlet etnik ve inanç bakımından kör olsun.’ Böylece etnik elbiselere sıkışmayalım, özgürleşelim.

O nedenle ’Türk ulusu, Kürt milliyeti’ diye bilimsel kavramları kullandım. Biraz soğukkanlı düşünmek ve gerçekten bilimsel kavramlarla düşünmek zorundayız. Yaşamımız biçimleniyor, kimin ne yaptığı belli değil. Irkçılık biçimindeki o değerlendirmeyi iki tür nitelendirebilirim ya cahildirler ya da kötü niyetli.”

Özetlemek gerekirse Sayın Güler, Türk sözcüğünün bir ırkı temsil etmediği ve Anadolu’daki halkların tümünü kapsayan bir anlam taşıdığını savunmaktadır. Bunun doğruluk ve haklılık gerekçesi olarak da, yüz yıla yakın bir zamandır bunun böyle uygulanıyor olmasını gösteriyor ve sanki kaşıyan kendisi değil de başkasıymış gibi büyük bir iyi niyet gösterisiyle, aman bunu karıştırıp da sorun çıkarmayalım diye de ekliyor. Karıştıran ve beni benim gibi anlamayan kötü niyetlidir diyor. Ve bunun bilimsel bir tanım olduğunu, bu yüzden bilimsel bir saptama yaptığını savunuyor.

Peki ben de soruyorum şimdi. Türk sözcüğü bir ırkı temsil etmiyorsa benim kimliğim nedir. Yani Türk soylu insanlar veya bunların oluşturduğu milletin adı nedir? Eğer Türk ise, Türk sözcüğü nasıl oluyor da hem Türklerin ve hem de Türkiye’deki başka Miletlerin kimliği oluyor. Aslında buradan Türk sözcüğü, Türk milletinin kimliği, Türkiye’deki öteki milletlerin üst kimliğidir anlamı çıkmıyor mu?

Türklere kimlik, Türkiye’deki Türk olmayanlara üst kimlik olduğu için, bu görüşün sahiplerine göre, Türk kimliği ötekilerden üstündür. Bunu diğerlerinden ayırmak için de, üst kimliğe Türk Ulusu denilmektedir. Yani aynı anlama gelen iki sözcüğün Arapça söylenişi millet kavramında eşitiz, ama Türkçe söylenişinde biz sizden üstünüz.

Bu neden böyledirin yanıtı ise, yüz yıla yakın bir süredir böyle uygulanıyor olması ve bilimsel bir saptama olmasıdır deniliyor. Peki böylesi bir savunmanın akıl, bilim ve çağ ile bir ilgisi var mıdır? Bakalım isterseniz yüzyıla yakın sürdürülen uygulamaya.

Bir kere dünya ve Türkiye 1924 koşullarında mıdır? O günden bu yana, ulus kavramında, ulus devlet kavramında ve insan hakları bağlamında hiçbir şey değişmemiş midir? O gün doğru olsa bile bugün yanlış olamaz mı?

Ya da bu uygulama buradaki halkların ortak arzusunun ifadesi midir, yoksa devletin dayatması mıdır? Anadolu’nun Müslüman halklarına kimlik seçme hakkı tanınmış da, onlar Türk kimliğini mi seçmiştir. Ve bu durum çağa uygun mudur? Çağa uymayan bir şey, yüz yıldır uygulanıyor diye sürdürülebilir ve bilimsel midir? Örneğin padişahlık da 600 senedir devam ediyordu, ama çağını doldurunca çekilmek zorunda kaldı. Kölelik binlerce senedir devam ederken, insan hakları gündeme gelince benim binlerce yıllık bir gerçeğim diyemedi, sahneyi terk etti.

Dünyada 19. Yüzyıl milliyetçilik ve sömürgecilik yüzyılıydı. Buhar yüzyılıydı. 20 yy. sömürge paylaşım savaşları sonunda, ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla, ulus devletler ve petrol yüzyılı oldu. 21. Yüz yılda ise benim şahsi düşünceme göre, dünya yeni bir devire girmiştir.

Yani Taş ve Maden devirlerinden sonra, bana göre 2000’li yıllarla birlikte 3. Devir başlamıştır. Ben bu devre BİLGİ DEVRİ diyorum. Bilgi devri ve teknolojinin olanakları, özellikle de iletişim araçlarındaki gelişmeler, insanları her alanda özgürleştirmiş, devletlerin baskı ve tahakkümünü şeffaflaştırmış, insanlar arasındaki paylaşım ve dayanışmayı güçlendirmiştir. 21 yüzyılda devletlerin insan hak ve özgürlüklerini kısıtlaması, baskı ve tahakkümü eskisi kadar kolay olmayacaktır. Sovyetlerin dağılmasından sonraysa, milliyetçilik değil, artık mikro milliyetçilik söz konusudur.

Şimdi bu durumda 21. Yüzyıl insanına, o gün doğru olsa bile, 20. Yüzyıl başlarının devlet tahakküm ve dayatmalarını esas alarak, onun kimliğine başka bir kimliği, üst kimlik olarak nasıl dayatabilirsiniz?

Ve bu saçma sapan keyfi tutumun adı, nasıl bilimsel açıklama olur. Kusura bakmasınlar ama bilim böyle akıl, mantık dışı, kelime oyunlarına dayalı saçmalıklarla uğraşmaz. Artık ulus devletler dönemi de bitmek üzeredir. Dünyada sınırlar zorlanmakta ve insanlar süratle karışıp kaynaşmaktadır. Ve dünyanın en güzel insan ve yaşam manzaraları da bu karışımın olduğu yerlerde sergilenmektedir. Sydney, Melbörn, Paris, Amsterdam, Brüksel, Londra New York bunların en güzel örneğidir.

Eski Sovyetler coğrafyasında 80 çeşit millet Rusça ile anlaşabilmekte ve şimdi çoğu bağımsız cumhuriyetler olmasına rağmen hala tek devlet gibi birbirlerine girip çıkmakta ve hala trenler Moskova saatine göre hareket etmektedir. Kazakistan’da Kırgızistan’da gittiğim otellerde, restoranlarda televizyon kanalları hep Rusçaydı. Dünya böylesi bir bütünleşmeye giderken, biz insanlara kimlik dayatması yapamayız.

Avrupa AB çatısı altında toplanmaktadır. ABD, Kanada, Avustralya yüzden fazla milletin bir arada yaşadığı ülkelerdir. Kimse diğerlerine kimliğini dayatmamakta veya kendi kimliğini üst kimlik olarak giydirmemektedir. Avustralya’da en büyük suç, ırk ayrımı yapmaktır.

Eğer böyle saçmalıklar bilim oluyorsa, alın size benden de bir bilim. Türkler elma, Kürtler armut, Araplar ayvadır. Bunlar hepsi de meyve olarak eşittir. Fakat elma hepsini kapsamaktadır. Neden derseniz ben burada elma derken, elma meyvesini değil elma ağacını kastediyorum. Peki bu, ulus millet ikileminden daha mantıklı değil mi?

Evet ama, bu kadar bilimsel ve mantıklı olduğu halde, meyvelerden birisi çıkıp: “Ben armutum, elma ağacında ne işim var” diyor. Aslında elma demesem de, ağaç desem o zaman bütün meyveleri kapsayacak. Fakat ben eşit olmayan ve kendimi ön plana çıkaran bir eşitlikten yanaysam ağaç diyemem. Çünkü ağaç dersem, ulus yerine de, insan demem, devlet demem ya da Türkiye demem gerekecek.

Olayın yanlış anlaşılan noktalarından birisi de, sanıyorum Türk kavramı ile Türkiye kavramının birbirine karıştırılmasıdır. Oysa biri millet öteki ülkedir. Türk milleti dahil, bu ülkede yaşayan herkes Türkiyelidir. Ve Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşıdır. Yani Türk Vatandaşlığı, herkesi kapsamasa da, Türkiye vatandaşlığı herkesi kapsar. Yani ne ulus, ne de başka bir sözcükle Türkiye’deki insanları toplayamazsınız. Ama Türkiye ve Türkiyelilik, TC vatandaşlığı herkesi kapsar. Zaten şu andaki vatandaşlığımız da, Türk Vatandaşlığı değildir, Türkiye Cumhuriyeti (TC) Vatandaşlığıdır.

TC Vatandaşlığı altındaki milletler de birbirine eşittir. Aksi halde milletler arasında bir astlık, üstlük tesis edilirse, insanların eşitliğinden de söz edilemez. Böyle bir durum insan haklarına, anayasanın eşitlik ilkesine, evrensel ve etik değerlere ters düşer ki, bunlara ters düşen saçmalıklara bilimsel açıklama demek, bilime de saygısızlık olur.

Yani olaya biraz daha açıklık getirmek gerekirse, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile yeryüzündeki tüm insanlar ırk, renk, cinsiyet, dil, din, vs hiçbir ayrım gözetilmeden yasa önünde birbirine eşittir, deniliyor, hakları sayılıyor ve ayrım yasaklanıyor. Ve biz bunu kabul etmiş bir devlet olarak, kimseye alt veya üst kimlik giydirmek hakkına sahip değiliz.

TC Anayasasına göre de tüm vatandaşlar ayrımsız yasa önünde eşittir. Peki, şimdi bu eşit insanlara, topluluklar anlamında eşit olmayan kimlikler giydirirseniz, birey olarak eşitliklerini nasıl sağlayacaksınız?

Amaç ayrımcılık yapmak değil ve siz ayrımcılığa karşıysanız, niçin böyle bir ayrım yapıyor ve yarayı kaşıyorsunuz? CHP’nin parlamentodaki fonksiyonu ırklar arası bilimsel tespitler yapmak mı, bunların sorunlarını çözmek ve bir arada tutmak mıdır? Parlamento bilimsel gerçekliklerin tespit yeri mir? Bilimle uğraşacaksa üniversiteye gitmesi geremez mi? Parlamento her türlü gerçeğin, halka uyumlu hale getirilerek uygulama yeri olması gerekmez mi?

Sonuç olarak CHP öncelik sıralamasında, devletin yerine halkı koymadan, cumhuriyetin yerine demokrasiyi koymadan, ulusalcılıktan vazgeçmeden iktidar olamaz. Bunu nereden anlıyoruz derseniz geçmiş: bakmasını bilene, geleceğin aynasıdır. Geçmiş secim sonuçları gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirilirse, CHP’nin halkçı ve demokrasiden yana olduğu dönemlerde oyu yükselirken, devlet ve cumhuriyet savunuculuğu yaptığı dönemlerde düşmüştür.

nazmioner@mynet.com

Yayın Tarihi : 9 Mart 2013 Cumartesi 11:03:55


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 85.103.122.xxx Tarih : 11.03.2013 16:36:41

Sonuç olarak kuyuya bir taş atıldı; şimdi kırk akıllı içinden çıkaramıyor. Tanrı yardımcımız olsun!


Dr. S. A. IP: 95.15.110.xxx Tarih : 11.03.2013 19:19:34

Kuyu da belli, bu kuyuya taş atanlar da belli ! Tanrı, bu durumlara/olumsuzluklara  neden olan delilerin aklıselime kavuşmalarını nasîb eylesin, bizlere de sabırlar versin ! ( 'amin'  (!) demekten başka elimizden ayrıca ne gelebilir ki !)