19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Uzlaşma Kültürü (5)

BİR UZLAŞMA KÜLTÜRÜ ÖRNEĞİ 2

Bu olayda benim de dikkatimi çeken bazı noktalar var. İlki Hollanda’nın devlet ve millet olarak, olaya yaklaşımını çok akılcı ve yapıcı buldum. Özellikle hükümetin, popülist, milliyetçi anlayışlardan ve siyasi çıkarlardan uzak yaklaşımı, gerçekten takdire şayan bir durumdu.

Fakat olayı oya tahvil etmek isteyen şahinler burada da vardı. Bunlar Hollanda’da: bir 11 Eylül fobisi yaratarak, İslam karşıtlığı yaratmaya çalışılıyordu. Fakat hükümet ve halkın sağduyulu davranışları karşısında sesleri çok cılız kalıyordu.

En çok dikkatimi çeken ikinci durum ise: İslam kesimin, ülkelerindeki akıl ve faydadan uzak, meydan okuyan, galeyana gelen, rest çeken duygusal tavırlardan vazgeçerek, çok akılcı ve dikkatli bir üslup sergilemeleriydi. Doğrusu ben hiçbir İslam ülkesinde böylesi akılcı ve olgun bir tartışma izlemedim.

Sakın ola ki; burada yabancı oldukları içindir gibi de düşünmeyin. Çünkü asla teslimiyetçi de değiller ve kendilerini yabancı olarak da görmüyorlar. Kendilerini Hollanda’nın bir parçası olarak görüyorlar. Haklarını da sonuna dek savunuyorlar. Ama öfkelenmeden, bağırıp çağırmadan, tehditler savurmadan, sinirlerine yenilip meydan okumadan ve asla teslim de olmadan. Çünkü kültürümüzden tanırız ki; meydan okuyanlar, kolayca da teslim olur. Kaba gürültünün sebebi de, sonucu da boşluktur.

Üçüncüsü İslam ülkelerinin yüzyıllardır başaramadığı ve ağzına dahi alamadığı, İslam’da reformun da, bu tartışmalarda sıradan bir olay doğallığı içinde gündeme getirilebilmesiydi. Doğrusu bilimi, teknolojiyi, demokrasiyi Avrupa’dan aldığımız gibi, “İslam’ı da mı Avrupa’dan alacağız acaba?” diye, düşündüm kaldım. İslam anlayışımızı geliştirip, İslam’ı çağdaş bir noktaya taşıyamadığımızı, hatta ilkelleştirdiğimizi anladım.

Theo Van Gogh’un öldürülmesi olayında dikkatimi çeken dördüncü bir husus da, öldürülen bir kişinin haklarına, tüm toplumun sahip çıkması, ölenin: bizdeki gibi kimvurduya gitmemesiydi. Bizde nice gazeteciler, yazarlar, profesörler, bilim adamları ve sanatçılar; yerine göre üçü, beşi bir günde öldürülürken ve basında birkaç günlük sıradan bir haber olup geçerken; burada bir gazetecinin -ki ölmeden önce tüm yazıları ve programlarında İslam’a, aşırı saldırılarda bulunmasına, bir milyonu aşan bir İslam kesimi karşısına alıp aşağılamasına ve hatta homo olan gazetecinin, Marok olan erkek arkadaşının kendisini terk etmesinden sonraki duygusallık içinde bu saldırıları başlatmasına rağmen- ölümünün, günler haftalar boyu gündemde kalması, adeta ulusal bir sorun haline getirilmesi, toplumun tüm kesimlerinde etkili bir şekilde tartışılması, sorgulanması, yargılanması; pek tabii ki, benim gibi Türkiye tipi bir ülkeden gelen birisinde şok etkisi yaratıyordu.

Olayı insana verilen değer mi, toplumsal sorunlara duyarlılık mı, toplumsal bilinç mi, devletin olayı entegrasyon için malzeme yapmaya çalışması mı, yoksa dünyadaki genel İslam düşmanlığı üzerine çıkarlarını planlayanların Hollanda’daki uzantıları mı, doğrusu hepsi de geldi aklıma.

Ama bir şey vardı ortada; bizde olmayan, bizden çok farklı, çok açık ve net olan. Bu insanlar, düşüncelerinde ve söylemlerinde çok ciddi ve samimiydiler. Tribüne oynamıyorlar. Gösteriş, hava, caka, palavra yok; tehdit meydan okuma yok. Zıtlaşmaya, gerilime, bunalıma prim yok. Çözümler: akıl, bilim, fayda, genel çıkarlar ve hoşgörü zemininden geçen bir uzlaşma formülünde aranıyordu.
Gezi notlarından. Kasım 2004

Acaba bizim kültürümüz de, kurnazlık üzerine değil de, böylesi sağlam bir temele oturtulsaydı, incir çekirdeğini doldurmayacak komiklikleri, kriz aşamasına getirme becerisini gösterebilir miydik sürekli?
 

Yayın Tarihi : 25 Mayıs 2009 Pazartesi 00:30:55


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?