27
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Uzlaşma Kültürü (6)

TÜRKİYE’DE SİYASET UZLAŞMAZLIKTIR (1)

Türkiye’de siyaset, eşittir uzlaşmazlıktır dersek, sanırım büyük ölçüde gerçeği ifade etmiş oluruz diye düşünüyorum. Çünkü ülkemizde siyaset uzlaşmamak üzerine yapılıyor. Kısa süre önce referandumda, türbanda, anayasa değişikliklerinde olduğu gibi, şimdi de sınırdaki mayınların temizliği ve başbakanın faşizan devlet söylemi oturdu tartışmaların gündemine.

Oysa ben uzlaşma kültürü ile ilgili bu yazıları yazmaya başladığım zaman, yani 15 20 gün öncesi, anayasa değişikliklerinde bir uzlaşma yaratılmasını konu edinmiştim ki; ben daha konuya girmeden, iki tartışma daha başladı. Çatışma grupları da hazır olduğundan, hemen gündemin göbeğinde yerlerini aldılar.

Çünkü siyasi partilerin birbirlerinden farklılıklarını ortaya koyabilmeleri için farklı programları, çağdaş görüş ve düşünceleri, değişim ve gelişime yönelik akıl ve bilim esaslı projeleri olmadığından ve böylesi bir durumun halka anlatılması ve Şark Kültürü ile çelişmesi gibi risklerinden korkulduğundan, böyle ağız dalaşlarıyla günü geçirmek herkesin işine gelmekte ve en kolay yol olarak benimsenmektedir.

Nedir bu en kolay yol derseniz: karşıdaki ne söylerse, onun tersini söylemek, onu inkar etmektir. Onu, kendi taraftarlarının ret edeceği, belli bir kalıba sokarak yansıtmaktır.

Yani iyiye kötü, güzele çirkin, aka kara demek. Gerçi fark etmez, tersi de olabilir. Kötüye iyi, çirkine güzel, karaya ak da denilebilir. Ve doğaldır ki, karşı taraf da sizin iyinize, güzelinize ve akınıza aynı anlayışla yaklaşacak. Sonuçta ortada iyi, güzel ve ak diye bir şey kalmayacak. Hepsi de, bu karalama ortamında yaratılan pisliğin içinde boğulup gidecektir.

Sorunlar mı çok girift, yoksa gerçekten çok farklı görüş ve düşüncelerin, teorilerin, bilimsel verilerin çatışmasından mı bu denli zıtlaşma oluyor derseniz, aslında belki de bunların hiç birisinin olmayışından, ya da akıl ve bilim bazında ele alınmayışından kaynaklanıyor bile denilebilir. Yani zıtlaşma, kültürümüzün gereğidir.

Uzlaşma ise kültürümüzde teslimiyettir. Onun için kim ne diyorsa, dediği doğru mu, yanlış mı demeden karşı çıkmak, ya da inkâr etmek gerekir. Hatta bu alanda o kadar ileri gidilebilir ki, sizin dün ak dediğinize bu gün rakibiniz de ak demeye başladıysa eğer, sizin hemen eski söyleminizi değiştirmeniz gerekir.

Fakat böyle bir durumda yeni bir söylemin toplumda kabul görmesi, alışılıp tutulması zaman alacağından, toplum içinde taraf bulan başka bir söylemi de benimseyebilirsiniz. O kadar ki, benimsediğiniz bu yeni söylem, rakibiniz savunduğu için sizin kısa bir süre önce kara dediğiniz, kötü dediğiniz düşünce bile olabilir. Şimdi onu siz savunduğunuz için, o artık aktır, iyidir ve doğrudur.

Olayı biraz abarttığımı düşünerek “Gerçekten böyle midir” diyorsanız eğer, bakın sorunlarımıza, bakın siyasilerin yaklaşımına, bakın yaşananlara ve bakın bunların arkasına düşen insanlara.

Örneğin 12 Eylül 1980 darbesini, kim savunuyordu, kim karşı çıkıyordu, kim sessiz kalıyordu. Seksenli yıllar boyunca dalga, dalga yükselen darbe rüzgârları kimleri vurdu. Bunlar yerlerini ne zamana kadar korudu. Doksanlarda darbe dalgalarının yönü ne tarafa kaydı ve taraflar nasıl değişmeye başladı; iki binli yıllarda ise, taraflar nasıl da bir birlerinin yerlerini aldı. Ve üstelik bu oluşum ne kadar da doğaldı. Çünkü herkes kara dediği yeri sahiplenmişti. Yani şimdi, eskiden ak dediği yere kara diyordu.

Yani darbelerden darbe alarak yaralananlar, yaralarını sarmış, darbeye sarılıyor, sanki darbe alışkanlık yapmış gibi, darbesiz yapamıyordu. Darbelerden sebeplenen, darbeler sayesinde devleti eline geçirenler ise, ani bir deprem dalgası gibi, bir tsunomi dalgası gibi bir darbe dalgasıyla elindekileri kaybetmek istemiyordu. Onlar artık darbe taraftarlığını bırakmıştı. Üstelik bunu kendisi için değil de, demokrasi için istiyor, bir taraftan önümüze radikal dayatmalar sürerken, bir taraftan başımıza demokrasi havarisi kesiliyordu.

Seksenlerin demokrasi özlemiyle yanıp tutuşan, darbe düşmanları ise, demokrasiden umudu kesmiş, özellikle de eskiden demokrasiyi ağzına almayanların onu sahiplenmesi karşısında, demokrasiden tamamen vazgeçmiş, onun insan ve toplum anlayışında demokrasi artık; “Olsa da olur, olmasa da olur” pozisyonuna düşmüştür. Özgürlüksüz, demokrasisiz, dayatmacı ve despot bir cumhuriyeti savunmak daha kolayına gelmektedir.

Çünkü hak ve özgürlüklerin savunulması görevini, çağdaşlığı, demokrasiyi karşıya kaptırmıştır. Her ne kadar bu alanda karşı görüşün büyük bir takiye içinde olduğunu söylese de, kendisi bu savunduğu değerlerden vazgeçtiği için, söylemlerini kimse dikkate almamaktadır.
 

Yayın Tarihi : 29 Mayıs 2009 Cuma 16:31:06


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?