UZLAŞMADAN ANAYASA NASIL DEĞİŞECEK
Dünden bugüne süregeldiği gibi, politika hep bu önyargılarla yürütülürse bu anayasa nasıl değişecek. Darbeye, muhtıraya, cuntalara karşıyız diyoruz, ama siyasiler hiç bir konuda, bir anlaşma ve uzlaşma metni ortaya koyamıyorsa, bu durum: değişim gerektiğinde bunu darbeciye havale etmek anlamına gelmeyecek mi?
Bu durum: ben bir uzlaşma sağlayarak, ortaya toplumsal anlaşma ürünü bir şey koyamam; değişimi sen dayat, fakat dayatman benden yana olsun; yoksa darbene karşı çıkar, demokrasi havarisi kesilirim demek olmuyor mu?
En önemlisi de, bu durum Türk siyasi tarihinde bir yüzkarası değil midir? 85 senede siyasilerin sivil bir anayasa hazırlayamamış olması, halkın suçu mudur, yoksa yönetenlerin beceriksizliği mi? Bu durum siyasetin birbirine güvensizliği, kurumların birbirine güvensizliği ve rejime güvensizlik değil midir?
Peki, tüm bu güvensizlikler nedendir? Çünkü halka güvenilememektedir. Halka güvenilse, yani hâkimiyet kayıtsız şartsız millete devredilse, tüm sorunlar çözülecektir.
Anayasa değişikliklerinde herkes, öncelikle kafasına şunu koymalıdır. Anayasa her durumda ve herkese uygulanacaktır. Yani iktidar ve devlet savunmalı bir anayasa yaparsanız, bu sizi iktidarda ve devlet elinizde iken ne kadar savunuyorsa, halk veya muhalefet olduğunuz zaman da, sizi o kadar ezecektir.
Ve bilinmelidir ki, kimse ne ebedi iktidar, ne de ebedi muhalefettir. Ortaya koyduğu hizmet ve tavra göre, herkesin konumu sürekli değişecektir. Öyleyse anayasaların, her durumda, herkesi ve her ferdi koruyacak şekilde düzenlenmesi gerekir.
Fakat ne yazık ki, çok partili yaşamın başlangıcından bu güne, devlete ve onu ele geçiren iktidara geniş yetkiler veren antidemokratik anayasaları, herkes muhalefetteyken karşı çıkıp eleştirirken, iktidar olduğunda, yani gücü kullanma yetkisi eline geçince, nefret ettiği anayasayı sahiplenmenin ötesinde tapınmaktadır.
Bu gün ise siyasi tarihimizde bir ilk gerçekleşmekte ve iktidar olan, yani bu anayasanın sınırsız yetkilerini kullanma mevkiinde olan bir parti değişiklik istemektedir. Bu nasıl oldu derseniz, maalesef bu bizim iç dinamiklerimizin sonucu değildir. Seksen beş sene daha geçse bizim kendiliğimizden bu noktayı yakalayabilmemiz olası da değildir.
Bu AB’nin dayatmasıdır. AB böylesi antidemokratik bir anayasa ile birlik içinde yer alamazsın, müzakerelerin sürmesini istiyorsan anayasanı acilen ve kökten değiştirmen gerekir demektedir.
Dayatmanın iyisi olur mu derseniz, aklı, bilimi ve çağı dayatıyorsa iyidir. Atatürk’ün cumhuriyeti dayatması gibidir. Bu noktayı kendimiz yakalayamayıp, Avrupa’nın dayatmasından komplekse kapılarak karşı çıkmak da çok gereksizdir.
Hatta biz bu demokrasi dayatmasını, AB’ye teşekkür ederek ve severek kabullenmemiz gerekir. Çünkü AB bize en çok gerekli olan kavram olmasına karşın, kendiliğimizden 85 senedir yakalayamadığımız ve içinde bulunduğumuz Şark kültürü ve anlayışlarla, 85 sene daha geçse de asla yakalayamayacağımız, bizi yüzyıllardır süren hastalığımızdan kurtaracak bir ilacı sunmaktadır.
Neden sunmaktadır, ne çıkarı vardır, babasının hayrına mı yapmaktadır, vs.den çok, benim ne çıkarım var diye düşünmek gerekir. Ben yüzyıllardır bu bataklıktan çıkamıyorsam, çıkaracak olanın benden nasıl bir bedel isteyeceğinden önce bataklıktan çıkmayı, buradan çıkaracak olan aracı tercih etmemiz gerekir. Çünkü bataklığa batmış vaziyetteyken pazarlık gücümüz de bulunmamaktadır.