22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Vladikafkas

İkindi güneşi
Karların üzerinde parlarken
Öylesine büyülü bir şehir ki
Osetlerin başkenti:
İnsanlar mutlaka güneşi;
Yaz başında bir ikindi vakti
Kafkasların
Karlı tepelerinden yansırken
Vladikafkas’tan seyretmeli.

30.05.2012 Vladikafkas.

Rus Gümrüğünden sonra da arazi devamlı hafif bir eğimle alçalıyor ve vadi de yavaş yavaş genişliyordu. Bir süre sonra da çok geniş ve yemyeşil bir ovaya dönüştü. Vladikafkas, ovanın genişlediği yerde, karlı dağların biraz açığında kurulmuştu. Düz bir ovada ve yeşilin her tonunda vahşi bir tabiatı vardı.

Vladikafkas ve Kafkas dağları

Taksici diğer iki müşterisini evine bıraktıktan sonra, beni otele bırakacağını anlattı. Kadınların bir şeyler alıp sattığı bir sokaktı burası. Ve anladığım kadarıyla bu malların hepsi bu ikisine ait değildi. Başkalarının siparişleri de vardı. Yeni sipariş verenler de vardı.

Sokak, satıcı kadınlar ve avare dolaşan gençlerle doluydu. Sanki bu dünya benden başka kimsenin umurunda değildi. Kimse kimsenin umurunda da değildi. Kimsenin kimseyle ilgilenmeye niyeti de yoktu. Kime ne sorsam, yanıt Rusça ve baştan savma, tek kelime İngilizce bilen yoktu.

Soru sormaya çalıştığım insanlar, “Ehh, seninle mi uğraşacağım” dercesine çekip gidiyordu. Burada İran gibi, uluslararası kurallar gereği olması gereken İngilizce bilgilendirme levhaları da yoktu. Neyin ve nerenin ne olduğunu anlamak olanaksızdı.

İlk kez içimde bir ürperti hissettim. Ahh, İran ah! İran’ı mumla arıyordum. İran’da da bilmediğim bir alfabe vardı, ama orada her şeyin İngilizcesi de altında Latin alfabesiyle yer alıyordu. Sonra İran insanı böyle, insana lakayt mıdır? Yardım için koşar gelir, bir biriyle yarışır, anlamazsan tutar elinden götürüp gösterir.

Otelin yanındaki meydan ve park

Şoför satıcı kadınların siparişlerini aldıktan sonra, beni bulunduğumuz yerden 2-3 km uzaklıkta bir otele götürdü. Otelin girişinde 70-75 yaşlarında sarışın bir nine dikiş makinesinin başına geçmiş dikiş dikiyordu. Biz varınca dikişi bırakıp masaya geldi. Şoför anlattı. Kadın “pasaport” dedi. Ben “Dur bakalım, fiyat ne kadar anlamında işaret ve ezberimdeki birkaç Rusça sözcüğü birkaç kez yineledim. (Skalka Ruble= kaç ruple) O söylüyordu ama ben anlamıyordum. Kalemi verdim eline yazdı 200 ruble. Güç bela odayı görmek istediğimi anlattım.

Odaya gittik. Eski han odaları gibi 5 metre yüksekliğinde köhne bir odada 4 yatak vardı. “Ben yalnız mı kalacağım diye işaret ettim, elinin dört parmağını gösterdi. Olmaz diye ben de tek işaret parmağımı gösterince çıktık. Çünkü burası hiç bilmediğim tanımadığım bir ülke. İran’da olsa insanına güvenir kalabilirdim. Ama burası çok yabancı geldi.

Başka bir odaya gittik. Burası iki yataklıydı ama iki yatağın parasını vereceksin anlamında işaret yaptı. Kalemi verdim 400 yazdı. “Tamam” dedim. Pasaportu verip eşyalarımı içeri aldım.

Komünizm döneminin güç ve kudret sembolü devasa binalarından birisiydi otel. Ama her tarafı dökülüyordu. Duvarların badanası kabarmış, kocaman ağaç kapıların kilitleri bozulmuş, ya kilitliyorsunuz ya da iple tutturuyorsunuz.

Duş tuvalet dışarıda müşterekti. Tuvalette taharet olanağı yok, sabun deterjan bir şey yok. Kâğıtta yok. Odada klima, mini buzdolabı, telefon televizyon hiç bir şey yok. Terlik havlu yok.

Gerçi bunların bazılarına zaten gerek de yok, ama İran’da beğenmediğim otellerde bile bunların pek çoğu vardı. Geçen sene Gürcistan otelleri böyleydi. Ama Gürcistan bir yılda çok büyük bir mesafe kat ederek, hemen hemen Türkiye-İran standartlarına yaklaşmış. İran’ın tek eksiği hizmetler konusunda yeterli bilginin bulunmamasıydı ki, o burada zaten hiç yoktu.

Terek Nehri kıyılarında parklar

Tiflis’ten 12.00’de çıkıp 17.00’de Vladikafkas’a gelmiştik. Sonrasında da bir saat geçmiş olmalı ki saat altıyı geçiyordu. Öğle yemeği yememiştim ama arabada biraz bisküvi yemiştim. Şimdi oturup yemek yesem akşam olacak, onun için hemen dışarı çıktım. Ortalık kararıncaya kadar iki üç saat dolaşabilir ve bu olumsuz intibaları üzerimden atabilirdim. Çünkü ilk kez bir şehir bana yabancı geliyor, beni korkutuyor ve bana uzak duruyor gibi bir his vardı içimde.

Otelin önünden geçen yolu dik olarak kesen ve otelin yanından geçen yolun solunda bir park vardı. Sık, gür ve yüksek ağaçların bulunduğu parkın ortasında devasa büyüklükte bir heykel vardı. Otelin önünden geçen yol heykelin tam karşısına geliyordu. Heykeli arkama alarak 400 metre kadar yürüyünce bir nehrin üzerindeki köprüye geldim.

Sonradan adının Terek olduğunu öğrendiğim nehrin üzerindeki köprünün girişinin iki tarafında da, normalin iki katı büyüklükte aslan heykelleri vardı. Köprünün ortasında durup, Kafkaslara baktım. Olağanüstü bir görkem ve güzellik sergiliyordu. Kimi bembeyaz karların altında, kimi beyaz bulutların içinde, kimi yarı karlı… Sık sık görüntüsü değişiyor. Biri buluttan çıkıp diğeri bulutun içinde kayboluyor, kimine de güneş vurmuş, parıl parıl parlıyordu.

Nehir siyah çamur, toprak rengi, buz gibi kar sularını büyük bir hızla, etrafına çarpa çarpa eğim aşağı götürürken, değişik bir güzellik yaratıyordu. Buradan yukarıda ve aşağıda köprüler dizilip gidiyordu. Orada kararımı verdim ve fikirlerim birden olumluya dönüştü. Çünkü Vladikafkas çok güzel bir şehirdi ve güzelin kötü olması olanaksızdı.

Köprünün yukarılarını, aşağı taraflarını ve Kafkasları çektim. Ve bu şehri gezerken temel alacağım şeyin bu nehir olduğunu hemen anladım. Yerimi, yönümü ve diğer yerleri bu nehre ve hatta bu köprülere göre belirleyebilirdim. Rusça bilmeye veya birisine bir şey sormaya gerek yoktu.

Osetya Özerk Cumhuriyetinin başkenti olan Vladikafkas, çok verimli ve bitek bir ovada kurulmuş, bu yüzden dikilen bir bitki fırlayıp gidiyordu. Nüfusunun da yarım milyonu geçtiğini söylediler. Ülke nüfusunun yüzde 60’ı Oset, yüzde 27’si Rus ve geri kalanı pek çok milletten oluşuyor. Aslında beni ürküten bir şehirdi, ilk anda bir korkuya kapılmıştım, ama şimdi artık avuçlarımın içindeydi.

Bulvarın ortasında park

Köprüyü geçip bir kilometre kadar yürüyünce şehrin merkezine geldim. Açlık neyse de, iyice susamıştım ve hiç Ruplem yoktu. Taksicinin verdiği 400 Ruplenin hepsini otelciye vermiştim. Hemen para bozdurmam gerekiyordu. Ama nerde ve nasıl bozduracağım. Ne banka belli, ne restoran ne de market. Vitrin olayı hiç yok. Ancak tabelasından anlayabilirsiniz ki, onları okuyabilmek de olanaksız. Özellikle bankaları İran’da görkemli büyük ve lüks binalarda büyük tabelalarda görmeye alıştığım için burada sıradan binalardaki sıradan işyerlerinden birisinin banka olabileceğini tahmin etmek çok zordu. Gerçi bu saatte kapalıdır ama en azından yarın için hazırlık olacaktı.

Şehrin en merkezi bir yerinde sağda büyük bir bulvar vardı. Solda da devan ediyor ve ikisi bir alt geçitle birbirine bağlanıyordu. Döviz bürosunu, dolar, ruble ve el işaretleriyle anlatabildiğim birkaç kişiden bazıları sola giden bulvarı gösterdi. Çoğu seniyle mi uğraşacağım be adam dercesine cevap vermeden geçip gitti.

Sol tarafa 6-7 yüz metre kadar gittim, nerenin ne olduğu hakkında bir fikir edinemedim. Artık ümidi kesmişken bir bankomat yazısı gördüm. World ve Wisa gibi kartların küçük resimleri vardı. Bunu bu güne dek hiç denememiştim ama şimdi hiç param da yok, bir denesem mi acaba dedim. Sonra ya kartı tanımaz da alıkoyarsa, banka da kapalı gibi düşüncelerle vazgeçtim.

Bulvarın karşı tarafına geçtim. Çok geniş bir bulvar. Fakat taşıt trafiğine kapalı. Yalnızca tramvay çalışıyor. Ortası park ve yol. Ortada 4-5 metre genişliğinde bir yol, kenarlarında yine 5’er metrelik, çim çiçek ve ağaçlardan oluşan bir park. Kenarlarda banklarda oturup dinleneler, sevgililer, arkadaş grupları vs.

Vladikafkas ile Kafkaslar arasında orman

Araç trafiğine kapalı olduğu için bulvarın iki tarafından ve kaldırımlardan da gidip gelenler var. Yanlarda eski, estetik ve nostaljik bir hava yansıtan yapıların fotoğraflarını çekerek ilerlerken bir kapıda İngilizce küçük bir levha gördüm. Travel Clup yazıyor. Travel gezmek olduğu düşüncesiyle, “Grozni’ye araba var mı” diye sormak için girdim içeriye.

Bir şehre geldiğim andan itibaren her fırsatta bir sonraki şehre gidiş yollarını da araştırıyordum ki, onun için ayrıca zaman harcamayayım. İçerdeki bayan, İngilizceyi benim kadar da bilmiyordu; ama anladım ki, burası otobüs firması falan da değildi. Bayan benim ağzımdan kaçırdığım Türkçe sözcükleri yakalamış olmalı ki, “your Türkiye” dedi. “Evet” dedim. Bekle işareti yaparak yandaki salona geçti. Oradan birisini çağırdı.

Otuz yaşlarında bir delikanlı “Selamaleyküm abi, hoş geldin” dedi. Sevincimden uçacak gibiydim. “Hoş bulduk” dedim. Bir iki hal hatır sorularından sonra, Vladikafkas’ın gezilecek yerleri, banka, döviz bürosu, Grozni arabası vs, aklıma gelen her şeyi sordum. Telefonunu verdi. Ne zaman başın sıkışırsa buraya gel veya telefon et dedi. Ve işte o andan itibaren bendeki Vladikafkas fobisi tamamen silinip gitti.

Vladikafkas’ta bir cadde

Mirşa burada büyükçe bir mobilya mağazasında çalışıyordu ya da buranın sahibiydi. Bunu anlayamadım, sorma gereği de duymadım. Fakat Türkçeyi nasıl öğrendiğini sordum. Geçmişte birkaç yıl Trabzon’da çalıştığını söyledi.

İlerde büyük ve çok güzel parklar vardı. Hızla o tarafa yürüdüm. Nehir kenarındaki şahane parkta, ağaçlar ekvatoral bölgenin yağmur ormanları gibiydi. Parktan sonra yine bir aslanlı köprü. Fakat bunun aslanları oturuyor. Ve uzaklardan zirvelerindeki ışık kırıntılarıyla gülümseyen Kafkaslar. Fakat hava kararıyor. Bugünlük bu kadar yeter diye geri döndüm.
 

Yayın Tarihi : 30 Aralık 2012 Pazar 10:39:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?