19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Yılbaşı Nedir, Ne Değildir


Yeni bir yıl nerede başlar, nerede biter. Yeni yıl doğum mudur; yani yeni bir başlangıç mıdır, yoksa son mudur? Başlangıçsa ve yeniden doğuşsa eğer, ilkbahar buna daha uygun değil midir? Yılbaşı neden 21 Mart değil de 31 Aralık’tır.

Yılbaşı bazı tutucu çevrelerin ileri sürdüğü gibi, bir Hıristiyan bayramı mıdır? İsa gerçekten 24 Aralık gecesi mi doğmuştur? Yoksa 24 Aralık Putperest Roma’nın İsa’dan önce de her sene 25 Aralık’ta Noel olarak kutlamakta olduğu kış festivallerinin devamı mıdır?

Noel: Noio=yeni ve Hel= güneş sözcüklerinin bileşimi olarak da düşünülmekte olup, putperest Roma’da da kutlanıyordu çünkü. Hıristiyanlığı Romanın resmi dini olarak kabul eden İmparator Kostantin: toplumda barışı korumak, putperestlerle Hıristiyanları kaynaştırmak amacıyla karma bir din yaratmak ya da ortak noktalar yakalamak adına Noel’i Hıristiyanlığa adapte mi etmiştir acaba?

Roma’nın Noel’i olsa ne fark eder, Hıristiyanların Noel’i olsa ne fark eder. İsa, Kur’an’da adı geçen, peygamberlerden birisi değil midir? Peygamberlere saygı duymak bir yana, onlara inanmak İslam’ın temel şartı değil midir? Müslümanların da onun doğum gününü kutlaması nasıl bir sakınca yaratabilir?

Yılbaşını kutlayanların Müslümanlığı elden mi gider ve başına kötü şeyler mi gelir? Örneğin gece gaz kaçağından mı zehirlenir? Böyle bir düşünce İslam mıdır ve böyle düşünen yaratık insan mıdır? Din insanların anlaşması, yakınlaşması ve kardeşliği midir, yoksa çatışması ve ayrışması mıdır? Din uzlaşmak, anlaşmak, barışmak değil de, insanları radikalleştirmek, ötekileştirmek, çatıştırıp kan akıtmaksa, bunun için dine ne gerek vardır. Zaten insan, insanın yeteri kadar düşmanıdır ve devletler insanları çatıştırmak için vardır.

Ayrıca yılbaşı kutlamaları ne kadar Noel’dir, ne kadar yeni yıl derseniz, Noel: 24 Aralıkta başlar, sanırım 26 Aralık’ta da biter. Oysa eski yılın sonu olarak kabul edilen 31 Aralık gecesinin 1 Ocak’a bağlandığı gecenin Noel ile direkt bir ilgisini kurmak da kolay değildir. Ama bilinmez, neden bağnaz düşünce hep buralarda gezinmektedir. Ve neden insanın kanını donduracak, gözü dönmüş sözler sarf etmektedir.

Neden yaşamlarının baharında, yeni bir yıla ulaşamadan dünyadan ayrılmak zorunda kalan yedi genç öğrenci için, kötü düşünceler beslenmektedir. Neden hata gaz dağıtım şirketinin ihmalinde değil de, insanı ciddiye almayan sistemde değil de: yılbaşında, Noel’de aranmaktadır. İnsan olanlar 2009’a salt bu olaydan dolayı sevinemezken, bağnaz düşünceli yaratıkların sevinci, insanlığın yüzünü kızartmaktadır.

İşte bu bağnaz yaklaşımlar, bu kuramlar, kavramlar ve terimler dünyasında ve tarihin silik sayfalarında dolaşarak yılbaşının anlamına ulaşmak isterseniz eğer, araştırdıkça daha derine batar, ulaşmak istediğiniz sonuçlara ulaşamaz, yaşamdan, yaşanacaktan uzaklaşırsınız.

Çünkü yılbaşı dediğiniz şey, herkesin beyninde hayal meyal oluşan, erişilebilir ya da erişilemese bile düşüncesi güzel, küçük ve basit beklentilerdir. Geleceğe fal açmak, geleceği bir gecelik de olsa hayra yormak, gelecek endişelerini bir geceliğine erteleyerek, biraz da eğlenip, dünyadan zevk almaya çalışmaktır. Gelecek kaygılarıyla sürekli ertelenen yaşamdan bir gece çalmaktır. Çünkü insanoğlu, yaşam hep acı, hep sancı, hep yokluk ve hep zulüm olmasın istemektedir. Yaşananlar ne denli dayanılmaz da olsa, umutlar tükenmesin, umutlar hep yeşil kalsın istemektedir. Yılbaşı, bir sağanak sonrası, umutların yeşerdiği yerdir.

Yani insanoğlu yılbaşında, ne tarihin derinliklerinde kaybolmak istemektedir, ne İslam’ı ne Hıristiyan’ı aramakta, ne de Roma’nın Güneş Tanrısına aldırmaktadır. O yaşadığı günde kendisini aramaktadır. Hiçbir şey istediği doğrultuda yol almamakta, yaşamın direksiyonu alınmış elinden, zamanın kanıksanmış tünelinde, bir kalabalığın içinde, bir akarsu gibi gayri ihtiyari akmaktadır. İşte bu noktada yılbaşı, tutunacak bir dal aramak ya da o dalı, o adayı, hayatında kendi gönlünce yöneteceği bir sayfayı hayal etmektir denilebilir.

Çoğu insan da ne ayın ne de yılın farkında değildir. Ne olup ne olmadığını, merak da etmemektedir. Onun için yılbaşı, çevresindeki olanları, yaşananları umarsız bir seyirdir.

Kendimden biliyorum, hiçbir farkı yoktu öteki gecelerden, çocukluğumdaki yılbaşı gecelerinin. Büyüklerin kahvede kumar oynayarak şans denemesi, piyango gibi bir şeydi. Ama bizim evde hiçbir şey değişmezdi.

Sonra 12-18 yaş arası, altı yılbaşı Gönen’de geçti. Okulumuzun spor salonunda, toplanırdık 600 kadar öğrenci, öğretmenlerimiz ve okul personeli. Ve sahnede tüm eğlencemiz, kendi içimizden çıkardığımız, her sınıfın yetenekli öğrencileri. Ve çerezleri, meyveleri ile de gerçekten çok önemli bir farklılıktı yılbaşı gecesi.

Sonra Karayazı’da, 2500 metre yükseklikte, eksi 20-30 derecede, tek başıma rakı içerek geçirdiğim yılbaşları, sonra da, çoluk çocuk, eş-dost arkadaş sofralarında karşılanan yılbaşlarının da ayrı bir anlamı vardı.

1998’i, 1999’a bağlayan yılbaşı Sydney’de ve 2004’ü 2005’ e bağlayan yılbaşını Amsterdam’da Dam Meydanında yüz binlerce insanla birlikte karşılamışım. Sonrasında beş yıldızlı otellerin kalabalık, gürültü patırtı ortamında geçen yılbaşları da var.

Ama bu yıl bir fark olsun, biraz geriye dönüp, eski dostlarla buluşulsun, biraz nostalji dolsun diye, Burdur Öğretmen Evinde karşılamak istedik yeni yılı. Daha dün gibi ama Burdur’dan ayrılalı on beş sene olmuş. On beş sene önce beraber çalıştığımız 15-20 kadar arkadaşımla birlikte olacaktım.

Dağlarında kar vardı Burdur’un. Burdur çok soğuktu, dondurucu soğuktu. Fakat bir arkadaşımın, yılın bu son gününde ölümü daha da soğuk ve dondurucu bir hava yarattı. Eğitim-iş sendikasının kuruluşunda birlikte çalıştığım, Rıza Bulut’u Kozluca Kasabasında, öğle namazından sonra toprağa verdik. Aynı kaynaktan geliyorduk. O da Gönen mezunu bir öğretmendi ve henüz 54 yaşındaydı. Bir Gönen Mezununu daha kaybettik.

Aslında yılların günahı ne deriz, ama yine de günahları kusurları, başarısızlıkları yıllara yükleriz. İşte böylesi bir bakışla bakarsak yaşananlara, 2008 de, benim için olumsuz olayların çokça yaşandığı bir yıldı. Ve sanki 2009’un getireceği olumlu olaylarla bunu dengelemesi gerekiyordu. Çünkü baştan beri söylediğim gibi yılbaşı demek, beklenti ve umuttu.

Beklentilerin gerçekleşti mi, derseniz; “Bu yılbaşı gecesi için fazlasıyla” derim. Çünkü Burdur’da 15 sene önce birlikte çalıştığım arkadaşlarımı göreceğim diye geldiğim Öğretmen Evinde, elli sene önce 1958’de Gönen’de, yola birlikte çıktığımız arkadaşlarım da vardı. Ne büyük bir tesadüf ya da ne büyük bir şans ki, onlar da 20-25 kişilik bir grup halinde karşımızdaki masaları ayırtmışlardı. Çok güzel ve çok duygusal bir karşılaşma ve doyumsuz bir akşamdı.

İşte yılbaşı buydu. Yılbaşı ne dinde ne imandaydı. Ne Noel, ne Roma’ydı. Ne çocuklukta, ne gençlikte ve ne de yaşlılıktaydı. Ne İsa’da, ne Musa’da, ne de yobaz kafaların insanlık dışı dünyalarındaydı. Ne Sydney, ne de Amsterdam’daydı. Burdur ‘da geçirdiğim bu yılbaşı, benim en güzel yılbaşım oldu. Dost bir akşamda, nostaljik bir tatda, bir duygu seli gibi akıp giden mutlu bir sarhoşluktu.

Ama bu uzun sürmeyecekti elbette. Sabah olunca yine ayılacak, yine daldığımız bu rüyadan uyanacaktık ve yaşadığımız dünya gelecekti önümüze. Ve ne yazık ki orada, yine her tür pislik duruyor yerli yerinde. Diyeceksiniz ki; zaten ne kadar değişebilirdi ki bir gecede. Elbette; ama yine de iyi şeyler dilemek elimizde.

Bu yüzden diyorum ki: her ne kadar krizler, ölümler ve Filistin’de katliamlar gibi çok tatsız olaylarla başlasa da 2009, umarım ve dilerim insanlara ve yönetenlere akıl egemen olur. Dünya nefret duygusunun egemenliğinden kurtulur da, tüm dünyaya, olaylara ve ilişkilere sevgi egemen olur; diyorum, diliyorum. Herkesin yeni yılını kutluyorum.

Yayın Tarihi : 7 Ocak 2009 Çarşamba 13:33:48


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?