18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Yurtiçi Geziler (1)

1-İZMİR GEZİSİ

Yaklaşık on yıldır İzmir’e gitmemiştim. Hem on yıllık değişim ve gelişmeleri ve hem de İzmir ve çevresindeki yakınlarımı ziyaret etmek, bu arada Sart harabelerini yakından görmek amacıyla çıkmıştım bu yolculuğa. Bu yüzden de otobüsle gündüz yolculuğunu tercih ettim. Çünkü en iyi gözlemi otobüs yolculuğuyla gerçekleştirebileceğime inanıyordum.

Ayrıca otobüs şirketlerinin hava yollarıyla rekabetinin doğal bir sonucu olarak, artık otobüs yolculuğu da, uçak yolculuğunu aratmayacak bir rahatlık ve lükslük içerecek biçimde gelişmişti. Koltuklar çok rahat, servis açık büfe ve yol buyunca kesintisiz veriliyordu. Otobüsler internet, televizyon, müzik, film ve fotoğraf arşivleri gibi, en ileri teknoloji hizmetleriyle de donatılmıştı.

Örneğin bir hafta öncesi Ankara’dan Antalya’ya kadar sekiz saat yolculuğun nasıl geçtiğini anlayamadım diyebilirim. Çünkü Ankara’ya giderken gözlemlerimi yapmıştım. Bu yüzden dönüşte önümdeki koltuğun arkasındaki ekranda, bir televizyon dizisi ve üç film izledim; yolculuk bitti.

İzmir’e gitmek için bindiğim arabada, ekran koltuklarda değil, ortada herkese hitabeden ortak bir ekrandı. Koltuklarda yalnızca televizyondaki yayını ve müzik dinleme olanağı vardı. Fakat zaten ben çevreyi inceleyeceğimden buna da ihtiyacım yoktu. Ama koltuk rahat, geniş ve bir tarafı tek sıra idi. Yani hem yandan ve hem de ortadan dışarıyı izleme olanağı sağlıyordu.

Kepezden Korkuteli yönüne dönünce, ovanın bitiminde yol yapım çalışmaları vardı. Burada dokuz kilometre süren bir servis yoluna girdik. Yol dar, dik, virajlı ama orman içinde güzel manzaralar sergiliyordu.

Denizli’ye kadar da çoğu yerde tamamlanmış olmasına rağmen, bazı yerlerde duble yol çalışmaları nedeniyle, yavaş ilerliyorduk. Korkuteli üzerinden yükselerek Batı Torosları aşıp, Teke Yarımadasını geçiyorduk.

Bu yüzden dağların tepelerin arasında, küçük ovalar ve vadiler arasında, dağlık bir coğrafyada, bozkırda baharı içimize sindire, sindire ilerliyorduk. Diyorum ki, denizleri kanıksayanlar, ovaları kanıksayanlar, dümdüz bir yaşamdan sıkılanlar, değişik bir coğrafyada farklı bir şeyler yakalamak isteyenler, bazen böyle dağlar üzerinde bir yolculuk yapmalılar.

Ama tabii ki yolculuğun farkına varıyorsalar. Koltuğa oturduğu anda gözlerini kapatıp arkasına yaslanıyorsa, yolculuk uykuda ya da yanındakiyle sohbette geçiyorsa, geçilen yolun, dağda, ovada veya çölde olması fark etmiyor demektir.

Ama fark edenler için, Söğüt Ovası, Acıpayam Ovası, ikisinin arası, Çavdır civarında vadiler ve koyaklar: her yer yeşilin en güzel tonlarında ekin tarlası, yamaçlarda kır çiçekleri, gelincikler, çalısı, ağacı, anımsatıyor sanki doğal bir dansı. Sürülmüş toprağı, nadası ve hemen fark ediliyor dağ havası.

Denizli’de değişir bunların bazıları. Bin metreyi aşan yüksekliklerden geçerek Denizli’ye gelince, insan damdan düşmüş gibi ya da dağdan düze inmiş gibi, bahardan çıkıp yaza girmiş gibi değişik duygulara kapılabilir.

Denizli’den sonra
Girince Menderes ovasına
Bozkırdan ormana girer gibi
Kıştan bahara geçer gibi
Yokluktan refaha çıkar gibi
Ovanın yeşili, bereketi, keyfi
Değişir aniden yolculuğun rengi.

Büyük Menderes Ovası ve arkada Menteşe Dağları

Denizli Büyük Menderes Ovasının başında, tarih boyunca Batıdan, denizden, kıyı kentlerinden ova boyunca gelen yolların kavşak noktasında, sanayisi ve yarım milyonu bulan nüfusuyla önemli bir yerleşim yeri. Yüklenmiş sanki üstüne Laodikya’nın, Hierapolis’in tarihi mirasını. Artı kaplıcası, tarımı, turizmi.

Denizli Sarayköy arası ovanın başlangıcı. Şehrin çıkışında ise, sanayi tesisleri oldukça geniş bir alana yayılmış olup, sonrasında yamaçlarda köyler kırsal ağırlıklı ve ermiş ekinler. Nerdeyse biçilecek kıvama gelmişler. Sararmış otlar çiçekler.

Bambaşka bir dünya Sarayköy’den sonrası. Aydın Dağları ile Menteşe Dağları arasında, belli belirsiz bir eğimle, genişleyerek Ege Denizine doğru ilerleyen ova, bağların bahçelerin, çeşit çeşit ürünlerin; bilginin, bileğin, emeğin; ümidin, aşkın, sevginin alın terinin; kısacası insanla doğanın, yeşil bir türküde buluşması, birbirini kucaklaması gibi bir duyguydu sanki. Tıpkı ovanın tüm umutlarını nehre bağlaması ve onu sımsıkı kucaklaması gibi.

Bilindiği gibi Denizli ilimiz termal suları, kaplıcaları ve sıcak su buharıyla da tanınmaktadır. Buharkent yakınlarında dağların eteklerinde, buhardan elektrik üreten termal santrallerin boruları, yeşilin içinde metalik bir parlaklıkla kendini belli ediyordu.

Nazilli’ye doğru ilerledikçe, ovada narenciye bahçeleri de görülmeye başladı. Nehrin menderesler çizerek yolunu uzatıp, adeta bu yeşil cennetten çıkmak istemediği gibi, ben de bu güzelim ovada yolculuğumun sürüp gitmesini istesem de, yol menderesler çizmeden dosdoğru Aydın’a vardı.
 

Yayın Tarihi : 31 Temmuz 2010 Cumartesi 00:24:36


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
teoman törün IP: 78.175.20.xxx Tarih : 31.07.2010 10:59:22

Kenthaber köşelerinde seyahatname türü yazı dizisi gerçekden ilgi çekici orijinal bir fikir. Benim için de çok nostalj uyandıran bir rota'yı izlemişsiniz. Lise çağımda, Adliye çalışanı rahmetli babam Denizlinin (Buldan ilçesine bağlı bucak iken yeni teşkil edilmiş- şu anda da şarap endüstrisinin kurulmuş olduğunu öğrendiğim) GÜNEY ilçesine atanmıştı. Haydarpaşa Lisesinde öğrenimimi yaptığımı için ancak yaz tatillerinde gidebildiğim bu ilçeye seyahat eski Amerikanın vahşi Batısına gitmek gibi bir macera oluyordu. Haydarpaşadan Denizliye (tabiî çok uzun süren bir yolculukla) trenle gidiş; oradan Sarayköy ilçesine nisbeten düzgün stablize yoldan otobüs seyahati önemli sayılmaz ama, Sarayköy-Güney arası 60 km. yol (inanamazsınız) 8 saat sürüyordü. Zira dimdik dağ yokuşuna, ancak otobüsün tekerleklerinin geçebileceği genişlikdeki (karoserin bir yanının nerede ise uçurum üzerinde boşlukda gittiği) ve hiç durmaksızın viraj döndüğü yolda seyahat ediliyordu. Güney ilçesinden haftada iki seferi olan, her eklem yerinden tangırtılar çıkaran otobüs sık sık stop eder, marşı lövyelerle ite kaka çalıştırılırdı. Bu seyahatlerden birinde yol üzerindeki tek mola yeri küçük kahvehane önünde durulduğunda şoförün boylu boyunca yere uzandığını gördük; başda arabanın sahibi bir sürü kalabalık başına toplanmış  kova kova su döküyorlardı. Adam korkusunu yenmek için imanına kadar içmiş, şimdi de: "Hadi Efem, Hadi Koçum"  desteklerine rağmen, kendine gelemiyordu. O tarihde, araba kullanmayı askerde öğrenmiş şoförden başka arabada başka direksiyon uzmanı bulmak da kabil değildi.  Bir saatten fazla adamın ayılması beklendi; yürekler ağızlardan çıkarcasına heyecanla yola devam edildi. O yolculuklar hâlâ kabuslarıma girer ama Güney'in bakir güzellikleri özlemle hatırlarım. Tekrar zıyaret etmeyi çok istedim; en son 1951 yılında bulunduğum ve çok sapa bir yer olarak aklımda kalmış bu şirin tabiat köşemize bir türlü uğrayamadım.  Buyurduğunuz gibi şimdiki otobüs yolculukları uçaklardan daha konforlu. Bilmiyorum bu beldemize de uğrayabilir misiniz?


Nazmi Öner IP: 83.66.148.xxx Tarih : 31.07.2010 15:04:16

Sayın Törün, ilgi ve yüreklendirmeniz için çok teşekkür ederim. Aslında bu geziyi Mayıs ortalarında, Sart harabelerini yerinde incelemek, araştırmak için yapmıştım. Fakat Kürt Açılımını bölmemek için o günlerde yayına gönderemedim. İki ay gecikti.
 

Sözünü ettiğiniz bölgede sanırım 1985 veya 1986 yazıydı, ben de Güney yönüne değil ama, Manisa tarafına gitmiştim. Burdur’dan Denizli’ye; oradan da Buldan, Sarıgöl, Alaşehir, Salihli, Akhisar Bergama üzerinden Ayvalık’a gidiyorduk. Buldan Alaşehir arasında çok virajlı bir yol, geçmişten bir korku yolu gibi kalmış benim de aklımda. Üstelik ikinci el Murat 131’imi ve ehliyetimi yeni almıştım ve ilk kez bu kadar uzun bir yolculuğa çıkıyordum. Yolun kestirim ve kısa olması kadar, ıssız tenha yolda araba sürmenin daha kolay olacağını düşünüyordum. Fakat hiç de kolay bir yol değilmiş tabii. Yolum düşerse elbette ki tekrar oralardan geçmek, oraları yeniden görmek ve gördüklerimi yazmak isterim. Çünkü gezmeyi ve yazmayı çok seviyorum. Fakat benim oraları gezip yazmam, sizin anılarınıza pek yanıt olmaz sanıyorum. Bence güzel olanı, oraları sizin kaleminizden okumak olacaktır.
 

Çünkü oraların otantik halini, orijinal yapısını ve ilkel yolculuk koşullarını siz görmüş yaşamışsınız. Bunlar nostaljiyle birleşerek ve bugünle karşılaştırılıp bütünleştirilerek çok güzel yazıların çıkacağını düşünüyor ve özellikle de bahsettiğiniz bu yolculuğu yazmanızı diliyorum. Yazılmamasını, 1950’lerin Anadolu’sundan bir kesitin kaybolması olarak düşünüyorum. Zevkle okuduğumuz o çok güzel İspanyol hikayelerinin arasında bu yolculuğun hiç de sırıtmayacağını, hatta Akdeniz’in Batı ucundan doğusuna bir “Merhaba” demek kadar doğal olacağını düşünüyorum.
 


yasar ertas IP: 94.101.46.xxx Tarih : 3.08.2010 16:23:25

Bu yazinizdan dolayi önce tesekkürler Bir ferahlik getirdiniz su gönlüme su anda oh dedirtiniz Demekki  hep kötü hep karamsar hep off dedirten konular islenmiyormus.  Simdi ki zamanda ne yapiliyorsa % likte yüksek iyileri yapiliyor. Mesela Otobüslerimiz, THY.miz  hizmeti personeli, Otabanlarimiz,  Yerlesim yerleri  yeni evlerin modern kaliteli uyumlu görünüsleri bahce düzenlemeleri  Ev esyalari kaliteli elektrikli esyadan perdesine kadar daha neler kimki bu islerde emegi geciyorsa iyinin iyisini yapmaya calisiyorsa helal olsun emek veren emekcilere ve bunlarin patronlarina dogru ve güzeli yaptiklari icin ayrica tesekkürler