18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Toplumsal Denetim ve Duyarlılıkta Medyanın Yeri

Günümüzde medyanın artık, birey ve toplum üzerindeki gücü tartışılmaz biçimde kabul edilmesi gereken bir gerçeklik halini almıştır. Çağdaş bilgi toplumlarındaki önemli bir tartışma konusu ise, medyanın kaçıncı güç olduğu ve bunun sonuçlarıdır. Montesquieu’nun 1748’de Cenevre’de yayınlanan “Yasaların Ruhu” adlı yapıtında ortaya konulan kuvvetler ayrılığı ilkesine göre ilk üç sırayı paylaşan ve aynı zamanda da çağdaş demokrasilerin temeli olarak kabul edilen yasama-yargı-yürütmenin ayrılığı ilkesi dışında geleneksel biçimde dördüncü sırayı alan medya, bugün gerçekten de kendine verilmiş olan bu pozisyonu onaylar bir tutum ve konum içinde midir? Eğer değilse bunun sonuçları ve yansımaları nelerdir? Bunları sorgulamamız gerekmektedir.

İnsanlık ailesinin geçirdiği gelişim aşamalarını tarım, sanayi ve bilgi toplumu şeklinde ele alıp incelediğimizde, toplumların yaşamında iletişim olgusunun giderek daha da önem kazanacak biçimde öne çıktığı açıkça görülmektedir. Böylesi bir gelişmenin etkisiyle, çağdaş dünyanın içinde yaşadığı bilgi toplumu düzeyindeki insanın yaşamında, geleneksel olarak yer alan tüm tanım ve tariflerin değişimi de söz konusu olmuştur.

1789 Fransız İhtilali’nin öncülüğünde ve Avrupa’da 19. yüzyılda ortaya çıkan toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel olaylar etkisinde gelişimini sağlayıp olgunlaşan ulus devlet modelinin içindeki pek çok simgesel olgu da bu değişim rüzgarının önünde, ister istemez direncinin son demlerini yaşar hale gelmiştir.

Küreselleşme hareketinin başlamasıyla birlikte, dünya toplumları artık geri dönülemez biçimde birbirleriyle bir bütünleşme süreci içine girmişlerdir. Ulusal sınırlar, iletişim ağları ve küreselleşmenin de büyük katkı ve etkisiyle bugün sanal bir gerçekliğe dönüşmüştür. Ülkemizde yaşanan son ekonomik krizden örnek vermek gerekirse, krizin patlak verdiği Şubat ayının üçüncü haftasında Türkiye’den yaklaşık bir hafta içinde 5 milyar doların yurt dışına çıkışı gerçekleşmiştir. Bundan çok kısa bir süre önce, gümrük duvarlarıyla etrafı örülmüş soğuk savaş dönemi Türkiye’sinde bu olayın gerçekleşebileceğini düşünmek bile hayaldi.

Bugün toplumumuz genç ve üstelik dinamik yapıya sahip bir görünüm vermekte, buna karşılık üretim bakımından dünyada kendimize örnek aldığımız ülkeler açısından değerlendirdiğimizde ise, kişi başına düşen üretim ortalamamız oldukça düşük seviyelerde kalmaktadır. Toplum olarak içinde bulunduğumuz diğer bir eleştiri noktası da toplumsal hafızamızın önemli ölçüde zayıflığıdır.

Yakın geçmişimizle ilgili çok önemli olaylar ne yazık ki, genç nesiller tarafından bilinememekte bilenler ise, bu tarihsel olayları tam olarak açıklayamamaktadır. Türk toplumu açısından değerlendirdiğimizde, böylesi bir toplumsal hafıza kaybının geçmişte yapılan hatalara yeniden düşülmesi tarihten ders çıkarılamaması gibi sonuçlara neden olacağı ise çok aşikardır. Ayrıca bu neden-sonuç ilişkisinin doğurduğu ve toplumsal olarak içinde bulunduğumuz olumsuzlukların en önemlilerinden biri de, yukarıda da belirttiğimiz gibi, kuşkusuz böylesi bir tarih bilinci anlayışından toplum olarak yoksun olmamızdır.

Üzerinde yaşadığımız ve asırlar boyu her yönden gelen kavimlerin ve dolayısıyla da kültürlerin etkisine maruz kalmış Anadolu yarımadasının muhteşem doğa ve kültür birikiminden ne yazık ki bugün yeterince yararlanamıyoruz. Oysa elimizde bulunan bu kültür ve doğa hazinelerini çok rahat biçimde kazanca dönüştürebileceğimiz gibi bunları insanlık ailesinin ortak mirası olarak da muhafaza etmenin haklı gururunu yaşayabiliriz.
Tüm bu olumsuzluklar ve genel değerlendirmeler ışığında bakıldığında, bizim gibi homojen duruma gelememiş ve sahip olduğu kültürler ve yaşantılar bakımından temel farklılıkları içinde barındıran insan topluluklarının yaşadığı ülkelerde, medyanın önemli bir rol üstlenmesi gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Oysa, toplum üzerindeki etkisi tartışılmaz ölçüde büyük olan medyanın, ülkemizde genel olarak gelişen olaylarla ilgili sonuçlardan yola çıkarak değerlendirmeler yaptığı, bu sonuçlara yol açan nedenleri ise, gündeme getirmediği ya da tartışmadığı görülmektedir.

Zaman zaman günceli geçiştirme olarak da adlandırabileceğimiz böylesi bir tutum ve davranışın “tarafsızlık” görünümü altında gerçekleştirildiğine de tanık olunmaktadır. Oysa medya, tarafsızlık adı altında toplumun gözü önüne “neden-sonuç” ilişkilerini getirmekten kaçınamaz ve bunu erteleyemez. Medyanın tuttuğu taraf, daima toplumsal yarardan yana olmalıdır.

Diğer yandan, geniş ölçüde kabul edilen bir tanımlamaya göre medya, geleneksel olarak ulus devletin uluslaşma sürecini yaratmada sahip olduğu eğitim kurumları ya da daha uç bir örnek vermek gerekirse kolluk güçleri gibi, dış bir etken görünümü altında değil; aksine deyim yerindeyse, “ailenin bir ferdi” gibi iç etkileşim aracı olma özelliğine sahiptir. Bunu daha da açmak gerekirse, medya aracılığıyla topluma ulaştırılan iletiler hem gönüllü olarak kabul edilme esasına dayanır hem de etkileme alanı olarak, toplumun en temel yapı taşı olan ailede en küçükten en büyüğe kadar istisnasız herkese eşit miktarda ve sürede ulaşır.

Bilindiği gibi, kitlesel iletişimin görevlerinden biri de toplumdaki eğitim sürecini kesintisiz sürdürmek ve okuldaki faal öğrenim yaşamını bitirmiş olan geniş halk kitlelerinin örgün eğitim kurumlarından mezun olduktan sonraki eğitim süreçlerinin devamına olumlu katkıda bulunmaktır. Bu işlev, hiç kuşkusuz, medyanın toplumsal görevleri açısından değerlendirildiğinde onun öneminin bir kez daha ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Sonuçta bu işlev toplumsal bilinç düzeyinin yükselmesi, olgunluk kazanması aşamalarında dikkat çekici bir önem arz etmektedir.

Ülkemizdeki medya açısından içinde bulunulan yer ve ortaya konulan üretim değerlendirildiğinde pek çok olumsuzlukla karşılaşmak olası hale gelmiştir. Hatta bu olasılık o derece sık tekrar edilmektedir ki, artık tekrarlar arasındaki fasılalar hemen hemen yok gibidir. Etkilediği kitle açısından değerlendirildiğinde görsel-işitsel kitle iletişim araçları ülkemizde geniş coğrafi bölgelere ve geniş halk kitlelerine ulaşabilmektedir. Buna karşın, bugün Türkiye’de tecimsel (ticari) yayıncılık alanında kamuya hizmet etme anlayışı yok denecek kadar azdır. Oysa medyanın ürettiği hizmet türü yarı kamusaldır. Doğal olarak burada, TRT’nin yapmış olduğu kamu hizmeti yayıncılığını istisna tutmak gerekmektedir.

Türkiye’de medya yapısı gereği, farklı bir alanda faaliyet gösteren özel bir şirket gibi, üretimden sağlayacağı karı en yüksek düzeye çıkarmak ve kar marjını bu seviyede tutmak eğilimi içinde olamaz ve olmamalıdır; çünkü tecimsel de olsa medyanın önceliği kamu yararıdır ve devlet tarafından medyaya sağlanan ayrıcalıkların nedeni de, bu hizmeti üretmesi karşılığında gerçekleşmektedir. Ayrıca medya, yürütmüş olduğu faaliyeti kamusal bir alanda sürdürmesinden dolayı da, kamu çıkarlarını gözetmek zorundadır.

Burada konuya eleştirel bir yaklaşım sağlamak gerekirse, ülkemizde üretilen bu hizmet türünün ne yazık ki, bu tanım ve tariflere uymadığı çok açıktır. Oysa, yetersiz olsa da bu konuda yapılan yasal düzenlemelere uyulması gereği vardır. Yasalar onu uygulayanın adaletiyle değer kazanır ve topluma hizmet eder.

En iyi yasanın bile kötü bir uygulayıcı elinde iyi işletilemeyeceği çok açıktır. Diğer yandan medya kuruluşlarının, toplumumuz yararına ve bu alanın gereklerini göz önünde bulundurarak yayın ve yayım yapmalarının, yine toplumun bu konuda uyanık olmasına bağlı olduğunu belirtmeliyiz. Sağlıklı ve düzgün işleyen bilinçli toplumsal bir kontrol mekanizması, en iyi yasadan daha etkin ve yetkindir. Bu durumda özellikle ülkemizde yapılan ve zaman zaman çok kötü ve uç örnekler şeklinde sergilenen medya faaliyetlerinin normal ve sağlıklı bir çizgiye oturtulmasında toplum olarak görevlerimizin olduğunu unutmamalıyız.

Son tahlilde, medyanın toplum üzerinde tartışılmaz ve yadsınamaz etkisinin olduğunu söylemek kadar medya üzerinde toplumsal kontrol ve baskının da olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir. Ünlü bir sözü günümüzdeki medya olgusuna uyarlayacak olursak, şunu söylemek olasıdır: “Her toplum layık olduğu medyaya sahiptir.”

Yayın Tarihi : 19 Nisan 2006 Çarşamba 16:04:00


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?