19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Birbirimize öyle muhtacız ki…

Yalnız CHP’nin değil Türkiye Cumhuriyetinin en bilinen Milli Eğitim Bakanı ve şair Can Yücel’in babası Hasan Âli’nin (Yücel) (*) çocukluk anılarından bir bölüm okumuştum. Olayın geçtiği yıl 1908 olacak… Şöyleydi:

“Yusufpaşa’daki evde idik ve Mekteb-i Osmanî’nin son sınıfında idim. Bu evler de benim hayatımda mühim bir iz bırakmıştır. Sahibi, ihtiyar bir hanımefendi. Biz yine o civardaki bir evden oraya taşınmıştık. Babam bu işlerle pek ilgilenmezdi. Hep annem uğraşıp çabalardı. Daha eşya denkleri açılmamıştı ki; ahbaplardan bir kadın, bu evin uğursuzluğu hakkında haberler getirdi. Meğer ev sahibi ihtiyar hanımefendinin büyük ve bekâr kızı onun küçüğü ve bir paşanın eşi olan ikinci kızı bu evde intihar etmişler. Bizim sofadaki halkayı gösterdi ve: 

- İşte, ikisi de ipleri geçirip kendilerini buraya astılar, dedi. 

Annem, ‘Baban duymasın!’ diye bana sıkı sıkı tembihte bulunduktan sonra hemen çarşaflandı ve her işde müracaat yeri olan Mevlevihane tekkesine gitti. Şeyh Celâl Efendi’ye hâdiseyi anlatmış. O da böyle cevap vermiş: 

- Kızım, tahtanın yövümsüzü olmaz. İki şey uğursuzdur: Biri evine yâr olmayan kadın: İkincisi cenge girmeyen at. Git, güzel güzel için rahat olarak evinde otur. Hem göreceksin, bu ev size ne kadar uğurlu gelecek!...”

Türkiye’ye yeni Türkçe alfabe ile Batı klasiklerini kazandıran Hasan Âli Yücel işte bu çevrede yetişmişti. Mahallede bir Mevlevihane ve başı sıkışanın danışacağı hikmet sahibi bilge bir Mevlevi şeyhi…

Acaba başınız sıkıştığı zaman danışacağınız bilge bir kişi var mı çevrenizde…

Yeni bir dünya kurarken, eski dünyanın iyiliklerini tümden reddetmenin sıkıntılarını nasıl çekiyoruz değil mi?

Şöyle etrafınıza bakın… Nasıl çorak bir dünyada yaşıyoruz, farkında mısınız? Yoksa insani bir hikmet yardımının eksikliğinin farkındalığının da mı farkında değiliz?

Ben yine de umutlu olmayı sürdürüyorum. Çünkü, bu toplum hücrelerinde hâlâ eskinin bilgelik kodlarını barındırıyor ve yaşatıyor.

Sakın aklınıza zoru görünce kendisini Amerika’ya atan, kendisine karşı olanla bu ülkede hukuk hesaplaşmasına girmekten korkan, etrafında medyasından finans kuruluşlarına kadar holdingleşmiş ve her türlü oyuna gelebilecek cemaat oluşmuş ve ortalama bir cami imamı nispetinde bilgisi olan Fethullan Gülen gelmesin…

Ruhani ihtiyaç duyan, köyden kopup büyük şehre tutunmaya çalışan dışlanmışların destekleriyle Acar kentlerde görgüsüz bir yaşam süren cüppeli sahtekârlar da gelmesin aklınıza…

Benim demek istediğim sıradan fakat zengin bir geleneğin güncellenerek yaşatılması. Yani Hasan Âli’nin annesinin cahilliğini giderecek ışığı yayacak insanların geleneği.

Bunlar bizim içimizde var. Görmek için bir başka gözle bakmak gerekiyor etrafa.

Çok sıkıldığımda, evim yakın olduğu için kendimi Karacaahmet mezarlığına atarım. Şöyle bir gezerim. Servi kokusunu içime çekerim. Mezar taşlarına kazınmış yazıları okurum: “Hüvel baki”… “Burada yatana dikkat et… Sen de bir gün toprak olacaksın”... “Ben de senin gibi gençtim, şimdi toprak oldum...” 

Ezberimde her zaman duran Hz. Muhammed’in “Her canlı bir gün ölümü tadacaktır” sözünü hiç unutmam. Şaşırmamak ve  korkmamak için doğum ve ölüm gerçeğini hayatımın bir parçası olarak aklıma kazırım.

Bazen Üsküdar’ın sidikli meyhanesine giderim. Kadehlerle yanmayı, âşkın ve coşmanın erdemine varmaya çalışırım. Dalgaların çarptığı şiirsel bir ada oluştururum kendime sarhoşluklar ortasında.

Bazen de mahallemin kundura tamircisine giderim. O herkesi “sultanım” diye karşılar. Bazen de ellerini öper. Hiçbir dergâha mensup değildir. Çünkü artık, geçmiş zaman dergâhlarınının olmadığını bilir. Geçmişe körü körüne bağlılık yerine, Sultan Mevlâna gibi ileriye bakarak yaşamdan çıkardığı bilgelik ışığını yayar. Onda çağımızın başarı şımarıklığı, kibri yok. Hayatı çevresiyle yaşanır bir hale getirmenin derdindedir. Dağarcığında herkese sunacağı selâmı sabahı vardır. İlişkileri bir “filin zücaciye dükkânına girmesi” gibi değildir. Ayakkabısını tamire getireni, kazıklamak yerine, titizlikle “Bu ayakkabı tamir olur” veya “Bu ayakkabı tamir olmaz” diye bilgilendirir ve emeğinin karşılığını kendince ister ve özlenen bir esnaf kültürünü yaşatmaya çalışır, afra tafra yapmadan. Dükkânının duvarları insan tanrısının vicdan, merhamet, adalet uyarılarıyla doludur. Dış dünyanın giydirmeye çalıştığı ipeksi ilkel gömlek yerine paylaşımcı medeniyetin yoksul hırkasını giyerek çıkarım o dükkândan…

İçimizdeki arsızlığı, şımarıklığı, kabalığı atıp yeni doğmuş bir bebek gibi insan olmanın erdemine ermemiz dileklerimle hepinizin bayramını kutlarım…

Büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim efendim…
----------------------------------------------------------------
(*) İletişim yayınları, Hasan Âli Yücel, Geçtiğim Günlerden…

Yayın Tarihi : 21 Ekim 2006 Cumartesi 00:40:09
Güncelleme :22 Ekim 2006 Pazar 02:58:16


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
mehmet ali bayram IP: 85.97.169.xxx Tarih : 25.10.2006 00:33:50
sözlerinize şunu eklemek tüm insanların birbirine ihtiyacı vardır ama günümüz insanları eski güzel gelenkelerimiz yerine yardımlaşmak yerine paraya değer verirse ve taparsa paraya işte bu halae gelir GÜZELİM TÜRKİYEMİZ sağlam dostluklar yerine para karşılığı sahte dostluklar ve arkadaşlar kazanırlar böyle gidersede sonumuz pek iyi olmayacak gibime geliyor ama yinede hayırlısı umarım bu düşüncemde beni yanıltacak birilri olr çünkü bu türkiye hepimizin inşallah güzel kültürümüzü korumayı başarırız ve bizden sonrakilerde yol göstremiş oluruz

Burak ULAŞ IP: 88.232.94.xxx Tarih : 24.10.2006 18:36:23
Sayın ÖZBEK; siz de Erdem YÜCEL üstadın anlatmaya çalıştıkları gibi, Türkiyemizin kanayan yaralarını anlatıyorsunuz yazınız çok hoşuma gitti ben de kendimce birşeyler söylemek ihtiyacı duydum. Türkiye de son yıllarda globalleşme adı altında yetersizlikler ve bilinçsiz bir şekilde teknoloji açlığımızı gidermek için, yada birtakım endüstrilerin türk insanlarına dayattıkları kabullendirdikleri teknolojileri yahut gelişmeleri hızlı ve bilinçsiz bir şekilde tüketmemizi sağlayıp kendilerine bir pay elde ediyorlar. Fakat yazınız da da anlatmaya çalıştığınız gibi herkesin birbirine ihtiyacı var fakat teknoloji o kadar ilerledi ki bizler artık insani ve kültürel manevi değerlerimizi kaybetmeye başladık. eskiden bayramlar o kadar güzel ve heyecanla geçerdi ki herkes tatlı bir telaş içinde hazırlıklar alışveriş temizlik vs. gibi olması gerekenleri yaparlar bayram günleri tanıdık eş dost akraba ve komşular ziyaret edilir eller öpülür harçlıklar alınır vs. birtakım değerler vardı. şimdi ise dün akşam haberlerde gördüğüm insani değerlerimizi ne kadar yitirdiğimizin çarpıcı örneklerinden biri yaşanmış yedi tepe istanbul da olay da şu orta yaşlarda tek başına yaşayan bir bayan evde ölü bulunuyor fakat oturduğu apartmanda ne yönetici ne de komşular kadının adından başka hiçbirşey bilmiyor ve polis yakınlarına ulaşmak bir haber verebilmek için tüm apartman sakinlerine soruyor ama ne mümkün komşuluk değerlerimizi de o kadar yitirmişiz ki hiç kimse birşey bilmiyor ve sonuç olarak da polis memuru bulduğu bir ajanda da birilerine ulaşmaya çalışıyor. İşte sayın ÖZBEK Türkiyenin durumu bu okullarda şiddet, sokak ortasında kavgalar, gasp, hırsızlık, şehir eşkiyaları ve daha sayamadığım o kadar çok suç var ki işte biz bu duruma geldik. artık biraz teknolojiyi kullanabilenler de internet aracılığı ile birtakım forum sayfalarına istediklerini yazıyor ve danışıyorlar. farkındamısınız artık hiç kimse gazete okumuyor. Teknolojiyi kullanıyoruz tabi o da ne kadar doğru kullanıyorsak... Saygılarımla,