17
Haziran
2025
Salı
ANASAYFA

Densizliğin trajedisi!

Geçen hafta gündem densizlikle açıldı. Birinci densizlik İstanbul Büyükçekmece’ye bağlı Mimarsinan beldesinin AKP’li Belediye Başkanı Cuma Bozgeyik’in Atatürk’e hakareti içeren fıkrasıydı…

Hemen arkasından aynı belediye başkanının beldedeki ihale yolsuzluğu iddiasıyla ilgili haberi geldi. Tam bir “oohh” derken bu kez aynı belediye başkanına kesilen “Yoncanı yiyeyim” cezası densizliklerin üstüne tuz biber ekti…

Gülsek mi ağlasak mı?

“Yoncanı yiyeyim” haberi şöyleydi: “AKP’li Mimarsinan Belde Belediye Başkanı Bozgeyik 65 kursiyer için düzenlenen diploma töreninde ‘Yonca şeklindeki kavşak ne zaman bitecek" diye soran M.Z.’ye ‘Senin yoncanı yiyeyim’ cevabını verince mahkemelik oldu. Bir genç kıza herkesin önünde hakaretten mahkum edilen Bozgeyik, 1740 YTL para cezası ödeyecek…”

Nasıl ama… Mübarekte 'yok' yok; belediye başkanı değil, kara mizah cevheri...

Hafta bu densizliklerle kapanacak derken bu kez, İzmir’de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ile ilgili bir törene katılan Sanayi veTicaret Bakanı Ali Coşkun’un anlattığı fıkra densizliğe “buz” kattı…. Coşkun’un anlattığı fıkra şöyleydi: "Yabancı bir grup Erzurum'a gitmiş. Burada erkeklerin kadınlara verdiği değeri görünce çok şaşırmış. Anadolu'nun birçok yerinde kadınlar bağda, bahçede, tarlada ellerinde kazma, küreklerle çalışırken erkekler de ağızlarında sigara tüttürüyorlarmış. Ancak Erzurum'da bunun tam tersi görüntüler varmış. Kadınlar önde yürürken, erkekler kazma küreği sırtlanmış arkadan geliyorlarmış. Yabancı grup, Erzurumlu ağalara bunun nedenini sormuş. Ağalar; 'PKK mayın döşemiş de kadınları o yüzden öne sürüyorlar' diye yanıt vermiş."

Hiç vakit geçirmeden Erzurumlu bir okur, sıcağı sıcağına taşı gediğine koydu ve Bakan’a şöyle cevap verdi Kenthaber’in Erzurum sayfasında: “ Bakan Coşkun galiba kendi memleketinde kadınlara davranış şeklini genelleyerek Erzurum’a uyarlamış… Ama ona seçimde vatandaş ne uyarlayacağını iyi biliyor... Oy kaygısını unutmuş bir anda...”

Eeee… Hayat bu… Ne demiş büyüklerimiz, “Eline, beline, diline sahip olacaksın”… Siyaset bu, boru değil… İş işten geçtikten sonra ne dersen de… O söylenilen toplumun hafızasına kaydoldu bile…

Efendim densizlikler son buldu derken 10.03.2007 Cumartesi günü Manisa’nın Salihli ilçesinden Anadolu Ajansı mahreçli bir haber geldi… Bu da densizliğin trajedisiydi…

Birinci densizlik AKP’li seçilmiş belediye başkanından, ikinci densizlik AKP’den seçilmiş milletvekili ve bakandan… Üçüncüsü de Salihli’deki seçilmemiş, atanmış Savcı ile zuhur etti…

O haberin de özeti şöyleydi: “Manisa'nın Salihli ilçesinde, 73 yaşındaki Ayşe Karakaya'nın, 1977 yılında öğrenim gördüğü Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde (ODTÜ) çıkan olaylarda öldürülen oğlunun mezarı başında düzenlenen anma töreninde, ‘Oğlumun suçu neydi, ne günahı vardı’ dediği için ‘suçluyu övme’ iddiasıyla yargılanmasına başlandı.

1. Salihli Sulh Ceza Mahkemesi'nde bugün yapılan ilk duruşmaya, Ayşe Karakaya ile anma törenine katıldıkları iddia edilen 20 sanık ve İzmir, İstanbul, Mardin, Manisa'dan 40 avukat katıldı.

Ayşe Karakaya, ifadesinde, oğlu Ertuğrul Karakaya hakkında Türkiye mahkemelerinde verilmiş herhangi bir suç kararı olmadığını, suçlu olduğuna dair hiçbir karar bulunmayan birini anmak için mezarı başına gidenlerin suçlandığını söyledi. Karakaya, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da oğlunu mezarı başında anacağını bildirdi.”

Hadi diyelim AKP’li seçilmişler iktidar gücünün şımarıklığına kapıldılar… Ağızlarına geleni uluorta saçıyorlar… Peki Salihli Savcısı Seyfullah Öselmiş’e ne demeli… Tabii bir şey denilmiyor… Denilmiyor da...

Yahu 77 yaşındaki Ayşe ananın zaten anası ağlamış… Gencecik bir kuzusunu kaybetmiş o vurdulu kırdılı iç savaş gibi yıllarda…

Solcu olarak bilinen Evrensel gazetesi çok önceden olayı yakından takip ettiği için, acılı Ayşe Karakaya’yla konuşmuş… Ne demiş bakalım, Egeli ağzı ile konuşan ve dünyası oğlunun ölümü ile kararan Ayşe Karakaya:

‘Mezarına gitmesem uyuyamıyorum’

”29 senedir her cuma ve her yıldönümünde mezarlığa gidiyom... Bu yıl neden oldu bilemiyom. Mezarının yolunu incecik yol yapmışım. Ben onun mezarına gitmesem uyuyamıyom. Soğan soymasını bilmeyen adamın, tuvaletleri yıkayarak para kazanan kadının çocuğu, Ankara’da Darüşşafaka Okulu’nu kazandı da gitti. Beş kuruş para biriktirip okuttuk. Ben hep onun yanına vardım. Okulu (üniversite) kazanınca, ‘Ana artık büyüdüm, gelme’ dedi. Daha da büyüyemedi. Bir buçuk yıl olmuştu daha. O zamanda ne anladı, ne bildi de bir kurşunu verdiler? Gelip de annesinin haline baksınlar. Annesi daha hâlâ bir şey bilemedi. Hâlâ yavrusunun acısını çekiyor. Ankara’dan haber gelince kendimi kaybettim. Hiçbir şey hatırlayamadım. Akşam üçe kadar cenazeyi bulamadık. 20 gün akılsız yatmışım. Bir ana evlat acısı görmesin. Babası dayanamadı, altı yıl önce öldü. Ben körü körüne geziyorum. Ayaklarım tutmuyor. Çayları içiremedim… Üç öğün yemeğini yediremedim… Mahkemeye gidip bunları anlatacağım…. Başka bir şey bilmiyorum ki… Hepsi yalan onların, hepsi yalan!”

Ayşe ananın söylediklerinden sonra artık denilecek bir şey kalmıyor… Yine de söylenmesi gerekenler var…

Bilindiği gibi terörü övmek artık suç. Suç da bu ülkenin bir de gerçekleri var… 1970-1980 tarihleri arasındaki çatışmalı yıllarda binlerce genç öldürüldü… Binlercesi faili meçhul cinayete kurban gitti… Her siyasi akım kendi yandaşlarına ölüm yıldönümlerinde anma yapıyor… Bu bir gerçek… O nedenle savcıların daha duyarlı, daha dikkatli olması gerekmez mi?

“Acaba solcu anmalarına dava açmak kolaylarına mı geliyor… Nasıl olsa solcuların iktidar güçleri yok, vur abasına mı? Elleri varıyorsa Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı’nın anmasına da dava açsınlar… Bir de onları görelim, değil mi?” diyesi geliyor insana…

Aslında ne ona ne buna…  Savcıların bu konularda takdir haklarını kullanmaları gerekiyor. 

Evet… Bu ülkede, geçmişinde olduğu gibi hâlâ çatışmalı bir ortam var…

Şartları ve hassasiyetleri de önemseyerek biraz daha dikkat...

Merak edenler için not…

ODTÜ öğrencisi Ertuğrul Karakaya nasıl öldürüldü…

İkinci Milliyetçi Cephe hükümeti, 10 Ağustos 1976’da Aydınlar Ocağı Ankara Şubesi Başkanı Ahmet Sonel’i, ODTÜ Mütevelli Heyeti Başkanlığı’na getirir. Ahmet Sonel, öğrenciler ve akademisyenlerle iyi ilişkiler kuran Rektör Ilgaz Alyanak’ı görevden alarak yerine 14 Şubat 1977’de Aydınlar Ocağı Yönetim Kurulu üyesi Hasan Tan’ı rektörlüğe atar. Bunun üzerine dekanlar istifa etti, öğrenciler boykota çıktı. Rektör Hasan Tan, 23 Şubat’ta üniversiteyi kapatır, bu sefer de ODTÜ’den “Hasan Tan ODTÜ’yü kapatamaz” sesi yükselir. Tan’ın akademik takvimi değiştirme girişimi yargıdan döner, ODTÜ’de eğitim durur, protestolar devam eder. Direniş ilk şehidini 8 Haziran 1977’de verir. ODTÜ-ÖTK Sözcüsü Ertuğrul Karakaya, öğrencisi olduğu üniversiteye girmeye çalışırken, jandarma tarafından sırtından vurulur ve düştüğü yerde süngülenir.

Karakaya’nın ölümü Rektör Tan’ın 22 Haziran’da istifasına yol açar. Ancak Tan tarafından ODTÜ’ye işçi adı altında alınan 350 faşist dehşet saçmaya devam eder. 2 Aralık’ta rektörlük önünde forum için toplanan öğrencilerin üzerine Rektörlük binasının 5’inci katından bomba atılır, ardından da yaylım ateşi açılır. 52 öğrenci yaralanırken, İbrahim Baloğlu adlı öğrenci yaşamını yitirir. Bugün rektörlük binasının yanında, öğrencilerin üzerine bombanın düştüğü yerde, gökyüzüne yükselen 9 direkten oluşan bir anıt var. Bu anıt, yitirilenlerin anısını simgeliyor. Şair Gülten Akın’ın, ‘Ertuğrul Ağıdı’ adıyla yazdığı şiir daha sonra bestelenerek dilden dile söylenir. (Evrensel gazetesi)
Yayın Tarihi : 11 Mart 2007 Pazar 00:57:38
Güncelleme :11 Mart 2007 Pazar 17:09:38


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?