28
Mayıs
2024
Salı
ANASAYFA

Eve Giden Yol/1914 üzerine...

Eve Giden yol/1914 filminin özel gösterimini seyreden az sayıdaki şanslılardanım… Film eleştirmenlerinden affımı isteyerek konuya girmek istiyorum… Aslında Türkiye’de film eleştirmeni kaldı mı? Onu da kendimize sormak gerekir ya, neyse… Ortalık tanıtımcıdan geçilmiyor, eleştirmenler sürgüne gönderilmiş sanki…

Efendim… Eve Giden Yol/1914 cesur bir film. Bu topraklarda yaşayan birçok insanın büyüklerinin yaşadığı dramı anlatan bir film… Âşk var, dram var, savaşlar var… Gelenek, görenek var… Ayrıntı çok…

1914… Osmanlı’nın çöküşüne giden yıllar… Sarıkamış faciası, Çanakkale zaferi, Filistin ve Kanal seferi dramı… Yani Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın savaştığı cepheler…1908 Hürriyet, veya Meşrutiyet devrimini gerçekleştiren İttihat ve Terakki Fırkası Üçlüsü’nün (Enver, Talat, Cemal Paşa’lar) Osmanlıya yeni bir şekil verme, yeni bir sistem yaratma çabalarının savaş alanlarındaki dramını yaşayanların dolaylı hikayesi Eve Giden yol/1914…

Şellâle filmi ile kendisini yeni kuşak sinemacılar listesine yazdıran yönetmen Semir Arslanyürek imzasını taşıyan film ne yazık ki Şellâle’nin naif tadından uzak…

Semir Arslanyürek, ucuz bir filmci değil. SSCB döneminde Rusya’da sinema ve senaryo eğitimi almış bir sanatçı… Bunun yanında kozmopolitizmini hâlâ sürdüren Türkiye’nin nadir şehri Hatay’da doğmuş şanslılardan…

Eve Giden yol/1914’ün hikâyesi çok şey anlatıyordu… Hatay’da yoksul bir gencin eşraftan bir ağanın kızına âşkı, bu âşkın bir başka ağanın oğlunun araya girmesiyle drama dönüşmesi, bu arada yoksul gencin Filistin cephesine gitmek zorunda kalması ve tekrar Hatay’a dönmesi ve Fransız işgaline karşı örgütlenen dağdaki milli çetelere katılışı şeklinde özetlenebilir…

Sinema sanatında, insan hikâyesini âşkla sarmalayıp dramatik savaşlarla ilişkilendirip anlatmak zordur. Zorluk, detayların çokluğu ve mekân yaratma, parasal imkânlara kadar uzatılabilir… Fakat, sinema anlatımında en olmayacak şey; bir hikâyeyi, ayrıntıların girdabına sokup, boğmaktır. Eğer izleyici film sonunda ‘Ya, o eşkıya tarafından tecavüze uğrayan kadınlara ne oldu?’ sorusunu sorup da film içinde bunun cevabını bulamıyorsa orada oyuncunun değil, yönetmenin ve senaristin büyük hatası vardır… Ki bu filmde senaryo ve yönetmen de aynı kişiydi: Semir Arslanyürek…

Tarihle ilgili film çekmek zaten başlı başına derttir… Buna soyunan yönetmenler de aslında cesur sanatçılardır.

Özet olarak şunu söyleyebilirim… Film çok şey anlatmak isterken -çünkü konu çok zengin; âşk var, dram var, öç alma var, o dönemin yaşamı var, dili var, dini ve kültürel imajlar var (Alevi Kızılbaşlık gibi), Osmanlı’yı derinden sarsan tarihsel savaş var, ünlü İngiliz casusu Lawrence var… Yani var oğlu var… Var fakat, özellikle birinci bölümdeki âşk meşk hikayesinden sonra işin seyri değiştikçe anlatımda gereksiz uzatmalar, birinci bölümle olan irtibatlar iyice kopuyor…

13. Aralık 2006 akşamı Şişli’deki Movi Pleks sinemasındaki özel gösterimde izlediğim film bana yönetmenin ilk sinema filmi olan Şellâle’nin tadını veremedi… Tabii Şellâle’nin başrolündeki Tuncel Kurtiz’in ustalığını da unutmak vefasızlık olur… Usta oyuncular bazen yönetmenleri ve senaryoyu kurtaran can simididir…

Arslanyürek’in bu filmdeki başrol oyuncusu olan genç (Erdal Beşikçioğlu) rolünün hakkını, zengin ağanın kızıyla âşıklık dönemine kadar- o da bir dereceye kadar- verebiliyor, sonraki sahnelerde ne yazık ki aynı duygusallığı izleyiciye aktaramadı… Veya ben öyle algıladım…

Bunun yanında pop şarkıcısı olarak tanıdığımız Emre Altuğ, iğrenç ve aşağılık bir insan olan ağanın kötü oğlu olarak çok başarıl bir karakter oyuncusuydu… Yine genç kadın oyunculardan İrem Altuğ da vamp kadın olarak zoru üstüne basa basa başaranlardandı… Tabii bunun yanında Metin Akpınar, ustalığıyla yönetmeni hiç zorlamayan sinema sanatçısı olarak zirvedeydi…

Unutmadan bir şey daha söylemek istiyorum… Filistin’deki Osmanlı Türk komutanının (Aykut Oray) hali neydi Allahaşkına…. İttihat Terakki döneminde öyle koca göbekli paşalar, komutanlar yoktu… Çünkü İttihat ve Terakki yönetimi orduda büyük bir tasfiye yapmış, okullu filinta gibi genç kurmaylar komuta kademesine getirilmişti.. Ve bu genç kadrolar yıldırım hızıyla cepheden cepheye koşmak zorunda kalmıştı… O nedenle gariplerin göbek bırakacak zamanları olmamıştı…

Yine unutmadan söylemek gerek; savaş sahneleri TRT yapımları hariç yerli yapımlar içinde seyrettiğim en heyecanlı ve zengin sahnelerdi…Hele Semir Arslanyürek’in oğlu olan kameramanın genç yaşına karşın gösterdiği ustalık…

Duyduğumuza göre, Semir Arslanyürek filmi hâlâ bitirememiş…. Daha doğrusu yapımcı Özen Filme göre film bitmiş, fakat yönetmene göre bitmemiş… Yönetmene yakın olanlar filmin kurgusunun daha bitmediğini, bir haftalık işin daha olduğunu söylediler… Yeni kurguyla gereksiz uzatmalar çıkarılır ve olaylar arasındaki bağlantılar ustalıkla yapılırsa bu sezonun başarılı filmlerinden birisi olacak Eve Giden Yol 1914… Umarım öyle olur… Çünkü Semir Arslanyürek yürekli bir sinemacı ve kumaşında sanatçılık var…Ve Semir Arslanyürek zoru başarmak için yola çıkanlardan… O nedenle hatalı ve kötü bir iş yapma lüksü yok… Umarız Semir Arslanyürek filmi gönül rahatlığıyla bitirir, zevkle seyrederiz…

Aslında bu haliyle bile gençlerin çok sevecekleri ve heyecanla izleyecekleri bir film Eve Giden Yol/1914… Çünkü, bu filmde herkes cephelerde savaşan, yıllarca evlerine dönemeyen büyük büyük dedesini hatırlayacak… Ve çok hüzünlenecek…
Yayın Tarihi : 16 Aralık 2006 Cumartesi 19:19:16
Güncelleme :16 Aralık 2006 Cumartesi 19:28:04


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Umit Kirac IP: 81.213.225.xxx Tarih : 25.12.2006 01:06:07
harkulade bir elestiri, bastan asagiya katiliyorum. keske metaforik anlatim uzerinde biraz daha durulsa biraz daha agir bir film olsaymis. kurgusu basimi dondurdu bazi zamanlar ama senaryo dolu dolu