16
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Güvercin gibi özgür olmak mı?

Hrant Dink cenazesinde söylenen slogan, 100 yıllık uluslaşma süreci ile Batı’dan bize de bulaşan veya fıtratımızda olan çatışma kültürü nedeniyle, hemen uçlar arasında gerginliğe götürdü Türkiye’yi…

Biliyorsunuz, artık dünyada düşünce özgürlüğü önemli değil. Ne yapılırsa yapılsın insanların düşüncesi zincire vurulamıyor.

Önemli olan düşüncenin ifade edilmesini güvence altına almak.

O da ülkedeki hukukla, haklarla ve bunun kültürü ile ilgili bir şey. Yani sözkonusu toplumun ne kadar medeni olmasıyla ilgili…

Ben oldum olası iyimserimdir. Bu iyimserliğim zaman zaman da kanıtlanır… En son olarak “hepimiz Ermeniyiz” sloganını Hürriyet gazetesi ankete soktu. 400 bini aşkın kişi ankete katıldı. Sonuç bence çok iyi: Hemen hemen yüzde 50 yüzde 50 gibi bir şey…

Şunu her zaman söylerim. Bu memleketin insanları çok şey gördü, çok şey geçirdi… Çok acı yaşadı…

Bakmayın siz ortalıkta bağırıp çağıran goygoyculara… Onların bereketlendiği ortamlar kaotik durumlardır…

Bu memleket geçmişinde bir imparatorluk yaşadı. O imparatorluk dedelerimize, Bizans gibi 1500 yıllık bir medeniyetten miras kaldı.

Onun üzerinde bir 600 yıl daha iktidar olabilmek çok kolay değil.

Adaletli olacaksın, iyi yöneteceksin… Vicdanlı olacaksın…

Fatih gibi bir cesur padişahın olacak…

Başka din ve kavimden olanların canlarını, mallarını, hukukunu korumak ve sokağı dizginlemek için ferman çıkaracaksın…  Kaypak sokağın elini eteğini öpmeden, dirayetli olacaksın...

Efendim, köşe yazılarım sansursuz.com’da da yayınlanıyor. Sansursuz’a gelen bir okuyucu mektubu, bu memleket insanının ne kadar olgun olduğunun da göstergesi. 

Alp Esin adlı beyefendi, gazeteci Hrant Dink’in “güvercin” analojisinden yola çıkarak, bir insanın nasıl sokağa kurban verildiğinin dehşetini, tarih dersi, insanlık dersi, vicdan dersi verir gibi hatırlatıyor.

İlkelliği yok edemeyen yöneticilerin, “buyurun özgürsünüz” dediklerinde, “özgürlüğün” aslında nasıl sokağın sırtlanlarına yem olarak atıldığını hatırlatıyor bizlere…

Fazla uzatmadan bu hafta sözü Alp Esin’e bırakıyorum…

“Özgürlük, onu anlamaya çalıştığım zamanlarda çok zor gelmişti bana. Birçok şekilde olabiliyordu, ama aynı zamanda imkânsızdı da. En kolay tersinden açıklanabiliyor, ancak bu bile yetersiz kalıyordu. Yani özgürlüğün olmadığı halleri ve durumları tarif etmek özgürlüğü tarif etmekten görece daha kolay, daha kestirme olabiliyordu. Hani ortaokul yıllarında ‘özgürlük nedir?’ sorusu karşısında zorlanıp, zorlanıp tekerlediğimiz ‘bir başkasının hak ve özgürlüklerinin başladığı yere kadardır’ manzum cümlesinin aslında totoloji olduğunu çok sonra fark edecektim.

Tabii bir de ‘nedir?’ sorusunun aslında soru olmadığını...

Özgürlük nasıldır? Nasıl özgür olunur ya da özgürlük nasıl ortadan kalkar?

Asıl sorunun bu olduğunu keşfettikten sonra, özgürlüğün, pratik ve siyasal bir şey olduğunu anlamam zaman aldı.

Tabii bütün bunlar yıllar önce, ben kendimi kurarken oldu. Orta çağda Batılı derebeylerinin keşfettiği bir özgürlük şekli var: ‘Kuş özgürlüğü.’

Hizmetinden memnun olmadıkları ya da artık bakmak istemedikleri serflerine uyguluyorlar.

Bey, kölesine ‘kuşlar kadar özgürsün’, demesinin anlamı; ‘bunun bir kuş kadar kolay vurulabilirsin’ anlamına geldiği; ‘seni vuran kimsenin malına zarar gelmeyecek, bir hukuk sorunu doğmayacak’ demekti.

Ortaçağ siyasetinin özgürlük anlayışının bir kısmı bu, kalan kısmı malumunuz .

Ne yazmıştı son yazısında Hırant Dink?

Okumaktan helâk olduk ama tekrar olsun ‘Güvercin Tedirginliği’.

Hrant Dink’in yukarıdaki analojiyi (*) bildiğinden artık eminim.

Yazısı adres vermeden aynı sahipsizliği ve tedirginliği açıklıyor.

Sadece ‘benimkisi kuş özgürlüğü millet! Dilediğim gibi öterim ama dileyen de sesime gelir beni vurabilir’ mi demesi gerekiyordu?

Bu ne kadar onur kırıcı bir yalnızlıktır ve acaba ona koruma vermeyen devlet mi sorumludur bu işten?

Hayır hiç birimiz Hırant Dink değiliz; 301’den yargılanırken suratına tükürmeye gelen insan şeklinde köpeklerin önünde bizler durmadık.

Hayır hiç birimiz Hırant Dink değiliz; mahkûm olduğunda ‘yok canım bize değildir’ dedik.

Hayır hiç birimiz Hırant Dink değiliz; o yalnızdı, kimsenin mülkü değildi, kuşlar kadar savunmasızdı ve bunu biliyordu.

Hayır hiç birimiz Hırant Dink değiliz; o bir taneydi ve koruyamadık, öldürüldü.

Hayır hiç birimiz Hırant Dink olmadığımız gibi Ermeni de değiliz, tıpkı Kürt de olmadığımız, tıpkı Musa Anter, tıpkı Uğur Mumcu ya da Metin Göktepe olamadığımız gibi.

Hayır hiç birimiz Hırant Dink değiliz; onun cesaretinin onda biri yok hiçbirimizde.

Şimdi sabuklayan siyasetçilerimize ve kameralar önünde riyakâr gülücüklerle ‘yok bu işin bir örgüt bağlantısı, çocuk zaten bu işi yapan’ diyenlere söyleyecek sözümüz de yok tabii.

Ne diyebiliriz?

Bizler de suçüstü yakalanmadık mı?

Şimdi, dürüst ve doğru şeyler söyleyen kaç tane Hırant Dink kaldı ve sırada kim var?

Bu ülkede hepimiz her şeyi biliyoruz, sorun da zaten burada, bu iki yüzlülükle daha ne kadar yaşayabiliriz.

Biz, ‘biz’ dediğimizde ne anlıyoruz?”


(*) Analoji, iki farklı şey arasındaki bir benzerliğin vurgulanmak amacıyla karşılaştırılmasıdır. Karmaşık ve yeni kavramların, bilinen kavramların benzer özelliklerinden yola çıkarak daha kolay anlaşılır kılınmasında işe yarar. 

"Analoji" iki farklı şey(x) arasındaki benzerlik/benzerlik(ler)ten hareket edilerek birisi için dile getirilenlerin diğeri içinde söz konusu olduğunu ileri sürmektir. Astronomi, antropoloji, psikoloji gibi daha çok benzetmeler yoluyla sonuca gitmek zorunda kalınan bilgi dallarında kullanılan bir problem çözme/sonuca ulaşma yöntemidir. Ulaşılan sonuçlar, gözlem ve deneyle kanıtlanmadıkça ihtimaliyet düzeyinde kalır. 

Analoji; eski bilgilerle yeni bilgiler arasında kurulan bir köprü.
Yayın Tarihi : 29 Ocak 2007 Pazartesi 22:03:42
Güncelleme :29 Ocak 2007 Pazartesi 22:19:44


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?