22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Mahalle korkuları…

Çocukken mahalleler arası kavgalar yapardık. Her mahallenin bir tür çetesi vardı. Başlarımızda da ağabeylerimiz… İncir çekirdeğini doldurmayan bir niza çıkar, cepheler kurulur ve birbirimize girerdik. Kafa göz yarılır, üstüne üstlük bir de evde “Nedir senden çektiğimiz  velet… Bizi rezil ediyorsun” diyen ana babamızdan bir güzel sopa yerdik..

Daha sonra büyüdüm. İstanbul’a geldim.. Yıl 1964… İstanbul’da da çocukluk günlerimi aratmayacak mahalle kavgaları başlamak üzereydi…

Yalnız mahalleler değil; sokaklar, kahvehaneler, işyerleri, pazarlar, okullar, şehirler, kasabalar, köyler Türkiye’yi hallaç pamuğu gibi atan kavgalara meydan olmuştu..

Kavganın iki cephesi vardı, solcular; yani komünistler ile faşistler ; yani milliyetçiler… Fakat nedense bu şeklen büyük kavga, aile içi hayatlara girmedi. Şaşırtıcı bir şekilde siyaset nedeniyle aileler kavga etmedi. Tam tersine büyükler çocuklarını bu kavgalardan uzak tutmak için her yolu denedi.

Sonra bir sabah asker kuvvetlice düdük öttürdü… Kavga mavga kalmadı… Sanki bir sihirli değnek değmişti ülkenin kanlı kavgalarının üstüne…

İşte o zaman taraflar kendilerinin ne büyük bir oyun içinde olduğunu fark ettiler.. Çünkü sokaklardaki kavganın altından çeşit çeşit derin devlet çıkmıştı… Tavşana kaç tazıya tut misali…

O günlerin korkusu komünizmdi… O ne menem bir korkuysa, 1990’da, SSCB’nin yani Sovyet Rusya’nın dağılmasıyla bir anda son bulmuştu...

Efendim…. Mevzuyu bir yere bağlayacağız tabii ki…

O kavgalı yıllardan sonra epey bir süre Kadıköy’de oturdum. Bıkkınlık mıdır, alışkanlık mıdır nedir; mahallede bakkalın ismini bile öğrenmedim. Hiç arkadaşım olmadı o mahallede.. Çünkü mahalleye benzemiyordu oturduğum yer… Ben de dahil herkes haldır haldır koşuşturuyordu yaşam denen canavarın peşinde... Hani kariyer yapacağız ya, hani daha çok paramız olacak ya…

1999 depreminden sonra Üsküdar Çiçekçi’ye taşındım. Burada epey arkadaşım var… Hatta zaman zaman meyhanesine takılırım arkadaşım Mustafa Kahya ile. Güzel şarkı söyleyen meyhanedaşlarım oldu… Hem de ne şarkılar.. Değme okuyucuya rahmet okuturlar Erdoğan ve Yılmaz… Meyhanedaşlığı öyle boş geçmeyin. Aşırıya kaçırmazsanız, kıyaktır meyhane dostluğu. Zevkle okunan şarkıların yanında, siyasi tartışmalar ile mekanın olmazsa olmazı salvo halinde gelen mavralar mest eder hepimizi.

Şimdi Ramazan dolayısıyla kapalı meyhane. Dindar olduklarından değil.. Örf, adet; bilirsiniz işte…



Bilirim ki meyhane halkının çoğu Ramazan’ın ilk birkaç gününden sonra evlerinde içerler… O nedenle çevreye saygılı Müslümanlıkları medenidir… Çocuklarımı bahçesinde gezdirdiğim Selimiye Camii’nin imamı ve müezzini ile de tanışırım.. İyi insanlardır. Her zaman selamlaşırız.. Onlar Cuma namazını eda ederlerken, ben de çocukları bisiklete bindirir gezdiririm cami çevresinde. Ne ben onların ne de onlar benim inancımı tartışır.

Mahallemizde türbanlısı, türbansızı ile barış içinde yaşarız...

Bu arada son seçimde mahallemizde CHP silme götürdü… O nedenle mahalledaşlarım siyaseten de çok mutsuzlar.

Bilirim ki Türkiye’nin birçok yerinde hayat Çiçekçi’dekine benzer. Çünkü her türlü rengin olduğu ülkedir Türkiye…

Son günlerin, üzerinde çok düşünülmeden tartışılan kavramı “mahalle baskısı” bizim mahallede yok… Üstelik çok da dolaşan bir insanım. Zengin çevrelerden tutun da en yoksul yerlere kadar girip çıkmadığım muhit yoktur. Gördüğüm kadarıyla herkes kendi dünyasında…

Şerif Mardin hocanın ortaya attığı ve kendi görüşüyle de çelişen, “bir ihtimal” diye ortaya attığı bu “mahalle baskısı” ne müşteri topladı…Ne meraklısı varmış meğer…

Normal bir ülkede, hele hele seçimlerde yüzde 47 rey alan bir partinin iktidarından sonra böyle tartışmalar yapılır mı? Tabii ki yapılmaz.. Ne ki biz terssiz. Bizde yapılır. Bizler habbeyi kubbe yapmaktan zevk alırız. Hamurumuz böyle…

Gerçi Türkiye’de yeni mahalleler kuruldu.. Hatta bu mahalleler bir başka mahalle baskısı ile kuruldu ya…

O mütedeyyin Müslüman cemaat mahalleleri…Ve yeni yetme zengin siteleri... Fakat o mahallelerin dışarıya bir baskısı oldu mu.. Benim bildiğim kadarıyla olmadı…

Mütedeyyin Müslümanlar, oturdukları çevre ile uyuşamadıkları, rejim tarafından dışlanmışlık hissiyatıyla kendi mahallerini kurarken, zenginler de güvende olmaları için çevreleri surlarla örülü yeni sitelere kapandılar.

Bunun yanında başka mahalleler yok mu Türkiye’de.. Oooo, sürüsüne bereket… Subay, öğretmen, üniversite, polis, maliye, basın, gümrük, MİT, PTT, belediye, memur, işçi mahalleri cennetidir Türkiye… Peki bunlar niye o mahallelerde oturuyorlar… Bedava oldukları için.. Devletin kendi elemanına olan kıyağı olduğu için.. Peki buralarda oturanlara bir mahalle baskısı var mı? Sıkıysa olsun… Tabii ki yoook…

Şu mahalle baskısını deştikçe neler çıkıyor altından değil mi?

Bunların hepsi fasarya! Çünkü Türkiye’de büyük kavgaların altından hep başka oyunlar çıkmıştır… Sıradan insan hiçbir zaman baskının tarafı olmamıştır, olamaz da…O işinde, gücündedir.. Kavgası olsa olsa ekmek kavgasıdır…

O hinoğlu hin baskı işleri büyük oyuncuların marifetidir..

Bana göre bu gerginliğin ve korkuların başka nedenleri var! Esas konuşulmuyor… Yani zarfın içi değil dışı konuşuluyor…

Hürriyet gazetesi yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök niye bu kadar hırçın, ona karşı çıkanlar niye bu kadar pervasız?

Çünkü seçim sonuçlarını Özkök’ün hazmetmesi mümkün değil.. Bu kervan yalnız Özkök’ten oluşmuyor. Özkök bu kervanın sözcüsü gibi. Patronunun kızı, TÜSAD’ın kraliçesi Arzuhan Yalçındağ’ın anayasanın hazırlanışına muhalefeti zarfın içindekini çıplaklığı ile açıklamıyor mu?

Efendim bu zarfın içinde başka bir numara var.. Hiç siyaset ekonomiden ayrı olur tutulur mu?

Türkiye’nin Anadolu Kaplanları olarak bilinenlerinin önde gelen 250 küçük ve orta çap işletmenin 2005 yılı kârı ne kadar biliyor musunuz? 2 milyar dolar.. Daha önceki kârları ise 880 milyon dolarmış… Kârlılıkta artış oranları yüzde 125… Yine yapılan bir araştırmaya göre istihdamın büyük bir bölümünü Türkiye’de bunlar karşılıyor.. Kayseri Erciyes Üniversitesi’nin Ar-Ge bölümü tümüyle bunlara çalışıyor ve tüm araştırma kontenjanlarının yüzde yüzü kapatılmış.

Evet ekonomiye merkezin sunduğu pastadan paylar başka yerlere akmaya başlamış.. Hem de öyle böyle değil… Maşallah… Pastanın çikolatası da bayağı iyi…

Mahalle baskısı veya mahalle korkusunun esas adresi o güzel kârlar olmasın…

Durum böyle iken, her iki tarafında ortak korkusu ortaya çıkmaz mı?

Her iki tarafın ortak korkusu Hrant Dink’in ölümüne neden olan TCK’nın 301. maddesinin değiştirilmesi isteği ve Vakıflar Kanunu ile ortaya çıktı…

İşin içinde bir de rejim korkusu var…

Hrant Dink davası günü yayımlanan Referans’ın manşetini hatırlıyor musunuz? “Askerden 301. madde, vakıflar ve Kıbrıs’ta ‘frene basılsın’ uyarısı” idi. Barçın Yinanç’ın haberi, “Genelkurmay Başkanlığı Plan ve Prensipler Dairesi Başkanı Korgeneral Hilmi Akın Zorlu’nun 17 Eylül’de Ankara’da yapılan toplantıda Genelkurmay Başkanı’ndan onaylı bir metin okuduğu ve TCK 301 ve vakıflar kanununa bu dönemde girilmesini doğru bulmadıklarını söylediği” kaydediliyordu. Bu arada Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın bir süre önce entellektüel bir bakış açısıyla açıkladığı bir konu daha var.. Rejimde devlet ve birey ilişkileri... Kabaca söylediği şu: Sistem eskisi gibi devlet baba üzerinden mi yoksa kişi hak ve özgürlükleri üzerinden mi yürüyecek... Yani devlet mi üstün olacak birey mi? Yani devlet mi bireye  yön verecek, yoksa birey  mi devlete.. Büyükanıt, bireyin çok önde olmasını istemiyor; devlet diyor başka bir şey demiyor.

Kapışma büyüyor... Umarız bu kapışma karakolda bitmez..

Efendim, mahalle baskısı tartışmalarını yüzde 47’nin huzuru ile oturduğu koltuktan seyreden AKP ve Recep Tayyip Erdoğan, AB’nin ve liberallede çok istediği, demokrasinin önüne engel olan TCK’nın 30. maddesi, vakıflar ve Anayasa’daki o ünlü 12 Eylül generallerinin yargılanmasını önleyen maddeler konusunda sus-pus durumunda…

Acaba mevzuyu bağlayabildik mi?

Demek ki her mahallenin kendisine göre demokrasisi ve ortak korkusu varmış…

 

 

 

 

 

 

Yayın Tarihi : 3 Ekim 2007 Çarşamba 19:45:28
Güncelleme :8 Ekim 2007 Pazartesi 12:57:29


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?