22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Radikal'in mikropları ve İclâl Aydın

Öğlendi galiba…. Haberin en hızlı olduğu saatler. Telefon çaldı… Açtım. Karşımda, hikâye ve edebiyatın vicdanı bir dost. O her zaman aramaz. “Muhakkak yine bir şey vardır” dedim içimden…

“Hayrola” demeden, “İclal…” (şapkasını da koyalım, ne olur ne olmaz) ”İclâl Aydın sana mikrop demiş” demez mi? “Yahu ben o hanım kızımızı tanımam ki! Bana niye mikrop desin?” dedim... O da bana işin esasını anlattı bir çırpıda...

Bu köşe yazarı kadın, Radikal’i Radikal yapan eski gazetecilere “mikrop” demiş…Tabii ki şahsen bana diyecek hali yok, biz “leb demeden leblebiyi anlayacak” kurtlardan olduğumuz için, “O bize değil, Mine Kırıkkanat, Perihan Mağden’e demiştir, kadınlık kıskançlığı, hasetliği.. bilirsin” dedim… Dostum da, “Olabilir, ama sen yine de gazeteyi al ve oku” uyarısını yaptı.

Ben şimdilerde kenthaber.com’un masabaşı gazeteci zahmetkeşliğini yapıyorum … O haber, bu haber derken unutmuşum Vatan gazetesini almayı.

Akşam fakirhanede bebeklere yemek yedirirken yine telefon çaldı… “Herhalde Mert Ali Başarır dedim” kendi kendime; Kartal Devlet Hastanesi’nden tahlil sonuçlarını alacaktı, durumu bildirecekti...  

Ahizenin ucunda yine o kadim dostum… “Okudun mu?" dedi… Artık bu kadar ısrardan sonra, gazeteyi almak şart oldu. Bir koşu gidip aldım ve okudum...

Aaaa…Şaşırdım… Zamanınız varsa, sizi de sıkmayacaksam, bu şaşkınlığıma sizi de ortak etmek istiyorum…

Buyurun İ.A.’ın 18 Ocak 2007 tarihli “mikrop” sofrasına…

“(…) İlk çıktığı yıllarda bir heves okuduğum gazeteye küstahlığı yüzünden küsmüştüm. Gazetenin bütün yazarlarının, röportajcılarının ellerinde birer çivili topuz varmış da sanki salla Allah salla kime denk gelirse dank dunk indiriyorlardı. Kan revan içinde, psişik manyak kaynayan bir hücre evine dönmüştü. E, tabii imam gaz kaçırırsa cemaat büyük abdeste otururmuş; gazeteye dışarıdan yazan da haber muhabiri de, okuru da aynı ‘hepiniz iğrençsiniz, pisler!’ teranesine dolanınca ‘eeeh yeter’ demiştim kendi kendime…Bu ne be, gazete değil, depresyon körükleyici sanki…”

Bu arada İ.A., kızıl saçlı Radikal muhabiri Funda Özkan ile İtalya’nın Siena’sında güneş altında mayıştırıcı bir öğlen yemeği ve arkasından oluşan arkadaşlığı ve “mikroplar” yüzünden almadığı Radikal gazetesiyle tekrar barışmasını anlatır…

Sonra Radikal’in “mikrop”lardan temizlendiğinin nasıl farkında olduğuna sıra gelir:

“ (…) Funda’yı internetten okuyordum çünkü Radikal’in bir okuru saymak istemiyordum kendimi. Ama bir gün aslında gazetenin çok zaman önce mikroplardan arındığını fark ettim. Dışarıya yayılmış olmaları Türk basını içinde bugün çok acıklı bir hastalığın giderek büyümesine sebep oluyorsa da Radikal temizlenmiş durumda. (Mübarek etek giymiş Hitler gibi… Bu sokuşturmalar bana ait)

İşin acı tarafı bu mikropların bize nasıl zarar verdiklerini fark edebilen öyle az ki… (ah ne akıl… ne uyanıklık… Allah seni insanlığı korumak için 'mikrop gazetecilerin' başından eksik etmesin)

Ah, nerede eski gazeteciler? Kelimesine, sorusuna, sahip çıkan bizi bu işe özendirenler? Hayatta değil kimi, kimi de Gümüşlük’e filan yerleştiler.( yaa… nerede eski gazeteciler... tatile bile gidemeyen, yoksulluk içinde ölenler…)”

İ.A., esas konuya ara verip, İstanbul Boğazı’ndaki Limon diye bir yerin tanıtımını yaparcasına, gamzeli çehresine gömülü gözleriyle denize melül melül bakıp, kahvesini höpürdetip, kızarmış ekmek; mandalina reçeli kokuları eşliğinde hellim peyniri yiyerek, sıcacık rahat koltuklarda nasıl sabah kayıntısı yaptığını anlattıktan sonra şöyle bağlıyor yazısını: “Beyaz örtüler, rüzgar çanı, kafasını kurtarmış sağlam bir kadın…(vay be… ne güçlü kadın... alkışlar...) Hafta sonu Limon’a giremezsiniz. Öyle dolu oluyor yani. (Limon hep sizin olsun be keyfi gıcır ağabeyler ablalar, bizi çay bahçeleri paklar) Siz hafta içi kaçın gelin. Şahane… (İsterseniz, ona da çok şey yapmayın yani,-Limon’un sahibine demek istiyor- , bu sefer de biz gelemiyoruz ama neyse yani siz bilirsiniz) (Ayyy, bu ne lütûfkârlık, bu ne âlicenaplık )

(…) Neyse bu yazının ana fikri; Radikal’le barıştım, İsmet Berkan artık geceleri rahat uyuyabilir:) “

Yazı aynen böyle bitiyor…

Efendim, ilk yayına çıktığında, Radikal’da 8-9 ay kadar çalıştım. Köşe yazarlığı yapmadım. Özel haber birimi yöneticisi ve muhabirdim. Yani o “mikrop”ların zamanında Radikal’deydim. O zamanlar Susurluk haberleriyle Radikal’in tirajı 200 binlere dayanmıştı. Genç, fedâkâr, gözünü budaktan sakınmayan bir kadrosu vardı. Yönetim de haberciliğe yatırım yapıyordu. Gel zaman git zaman gazete, ilk kadrosunun çoğunu işten atıp, haberciliğe değil de başka şeylere yatırım yapmaya başlayınca, şu anda İ.A.’ın da barıştığı, tirajı yerlerde sürünen içi boşalmış Radikal ortaya çıktı.

Bu “mikrop” yazıcısı İ. A., kime gıcıksa ona açık açık yazamadığı için, tüm Radikal gazetecilerine, hatta okuyucularına mikrop diyor…

Aslında "pislik", affedersiniz, "bok" diyecek de, diyemiyor…

Çok kibar ya… "mikrop" diyor…

Bu, “mikrop” yazısına nasıl cevap verilir…

Gazetenin ve gazeteciliğin temelinde muhalif olmanın yattığını bilmeyen, farklılıkları bir arada yaşatmanın gazete yönetiminin ustalığı olduğunu farketmeyen, pembe haberlerle gazete ve gazeteciliğin yapılamayacağını bilmeyen yaşam şımarıklarına, hariçten gazel okuyucularına nasıl cevap verilir?

Usta gazeteci ve yazar Çetin Altan’ın bir sözü vardır: “Gazetecilik ayağı sıkan pabuç gibidir…”  Herhalde bu cevap yeter…

Aslında kusur İ.A.’da değil… Kusur, İ.A ve İ.A. gibilere sayfalarını açan, yaşam şımarığı olmuş gazete patronları ve yöneticilerinde…

Umarın herkesin bir gün aklı başına gelir…

Bu arada Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç ve Radikal Yayın Yönetmeni kelle kulak yerinde İsmet Berkan’ın da söz konusu yazıyı okuyup, zat-ı muhteremlerden  “mikrop” yazıcısına bir güzel cevap vermelerini niyaz eyleriz...
Amin…

Yayın Tarihi : 18 Ocak 2007 Perşembe 23:37:57
Güncelleme :19 Mart 2008 Çarşamba 11:32:19


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
erdem yücelCemile Yücel IP: 195.174.33.xxx Tarih : 19.01.2007 21:37:55
Sayın Yüksel Özbek.

 Basının içerisinde olanların çok iyi bildiği gerçeklerden ilginç bir örneği ortaya koymuşsunuz. Bu yönden sizi kutlarım.Ne yazık ki,bizim yazmaya başladığımız günlerde basın günümüzden çok farklı idi. Gazete patron ve yöneticileri bugün olduğu gibi tepeden inme bu yerlere gelmemiş, basının içerisind, kendisini kabul ettirmiş kişilerdi. Bu bakımdan yazdığınız köşe veya haberi en iyi şekilde değerlendirmesini bilirlerdi. Bu bakımdan sizi ya onurlandırır ya da ikaz ederlerdi. Söz konusu gazeteciyi televizyon dizisinden tanırım bir kaç da yazısını okudum. Siz yazmadan önce hep düşünmüşümdür. Bir kişi ya yazar, ya gazeteci ,ya da oyuncudur. Hepsini birden yapmaya kalkarsa hiç biri tam olamaz. Bu olay bana çocukluk günlerimi hatırlattı; babam mimardı.yeni bir inşaatında alacağı işçilere sorardı. Sıvacı mısın, marangoz musun yoksa duvarcı mı? Aldığı yanıt hepsini yaparım olunca işe almazdı. ben neden diye sorduğumda bir kişi bir işi en iyi şekilde yapar. Hepsini yapmaya kalkarsa hiç birinde tam değildir derdi. Bu bakımdan bir kişi ya gazeteci ya de oyuncudur. bilmem ne demek istediğimi kelimelere dökebildim mi? Sayğılarımla. Erdem Yücel

ipek IP: 85.98.115.xxx Tarih : 21.03.2008 01:15:42

ablacım hep haber beklicem yazdıklarım var duygusal şiirler kitap hailne getirip gelirini mehmetçik ve eğitime harcamak istiyorum