Onlar şehit oldu…
Yunus’ca, “Gök ekini biçilmiş gibi” bu dünyadan göç ettiler…
Ve bir fotoğrafları bile yoktu…
Öyle uzaktılar bu dünyanın nimetlerine…
Öyle yoksuldular ki bir fotoğraf bile çektiremediler sivillik hayatlarında…
Şimdi Mersin Gazi ve Şehit Aileleri Yardımlaşma Derneği’nin panosunda o gençlerin yeri boş duruyor…
Sanki hayat bizim gözümüze gözümüze bir şeyleri sokuyor...
Her gün yüzlerce haber önümden akıp gider… Çoğu da kan revan içinde… Alışkanlıkla haberleri okuyup, nasıl başlıklandıracağımızı konuşuruz…
İşte içimi bir tuhaf yapan o haberin özeti şöyleydi:
“Mersin Gazi ve Şehit Aileleri Yardımlaşma Derneği Başkanı ve ev kadını Suna Ünlüselek, 1990 yılından itibaren tuttukları kayıtlara göre, kent genelinde 174 şehit ve 117 gazi bulunduğunu belirtti. Dernek binasındaki şehit ve gazilere ait köşede yaklaşık 30 şehidin hiç fotoğrafı bulunmadığını kaydeden Ünlüselek, ‘Bu çocuklar 'Vatan sağolsun' deyip şehit düştü. Bu şehitlerimizin hiç fotoğrafı yok. Çünkü geçimlerini sağlamaktan fotoğraf çektirmeye zaman bulamamışlar’ diye konuştu. Ünlüselek, ‘Keşke bunlar olmasaydı, keşke bu derneği kurmamış olsaydık, keşke terör olmasaydı. Lütfen, anne-babalar, çocuklarınıza sahip çıkın’ ifadelerini kullandı.
Şehitlerin izine geldiklerinde aileleri ile şehit olacaklarını paylaştıklarını söyleyen Ünlüselek, ‘Şehit olacaklarını birkaç gün önce ya da izne gelince hissetmişler’ şeklinde konuştu…”
Pek ağlayan insan değilimdir… Çok duygulandığımda içim, bakışlarım, konuşmam ağlar ve herkesten uzak durmaya çalışırım…
Haberi okuyunca yerimden kalktım, mutfağa gittim çay içme bahanesiyle…. Kendimi tutamadım… Gözlerimden yaşlar boşandı… İçimden yükselen derin ve ağır bir hüzünle gözlerim ağladı… Bilirim… Gözyaşlarının milliyeti, ırkı yoktur… O gözyaşlarım yalnız Mersinli Türk gençleri için de değildi… Bilin ki, Güneydoğu’nun, Doğu’nun dağlarında vuruşarak bu dünyadan göç eden Türk ve Kürt gençlerinin birbirlerinden farkı yoktur… Çoğu da yoksul aile çocuklarıdır… Bu nedenle benim gözyaşlarımın milliyeti de ırkı da yoktur…
Gazeteciliğim nedeniyle hem Türk askerlerinin olduğu yerlere hem Kürtlerin kampına gittim…
Güneydoğu’nun, Doğu’nun yüksek yaylalarındaki bomboş yollarda seyreden cemselerin içindeki askerler, yalnızlıklarına yaslanmış düşünürken, birdenbire bir taksinin içinden el sallayan sivile çocukça sevinç gösterisi yaparlar… Çünkü o coğrafyada onlara hiç kimse el sallamaz… O sevinç gösterileri, benim yıllarca unutamayacağım görüntülerdir… Yine o dağların soğuk yamaçlarındaki mağaralarda bir ateşin başında toplanmış Kürt gençlerinin kendileri ile konuşmaya gelmiş bir medya mensubuna gösterdikleri ilgi, anılarımın en hüzünlü köşesindedir… O durumlarda niçin o dağlarda oldukları konuşulmaz, hep bir özlem vardır geride bıraktıkları yaşamları için… Sizi o geride bırakılmış yaşamın buğulu penceresini aralayan sihirbaz gibi algılarlar…
Yine bilirim ki, Torosların Türkmen köylerindeki yoksul Türk gençlerinin, Gabar’daki Kürt gençlerinden farkı yoktur… Yine bilirim ki, o dağlarda birbirlerini kurt gibi kovalayan bu gençlerin sivil hayatları hep yoksullukla geçmiştir… Bir kısmının hiç fotoğrafı yoktur… Yine bilirim ki dünyanın tüm yoksullarının duruşu aynıdır… Derinliklerinde bozulmamış asaletleri vardır… Kaybedecek hiçbir şeyleri yoktur bu dünyada… Zenginlikleri içlerindedir...
Bilirim ben o yoksullları…
Asker ocağına geldiklerinde, ranzalarında gizli gizli ağlarlar…
Ana, babalarını, dağlarının kokusunu özlerler…
Yemeklerini hiç bitmeyecekmiş gibi sakın sakin yerler...
Yüzlerine, gözlerine yapışık gülüşleri deniz derinlikleri kadar uzaktır iki yüzlülüğe...
Kokuları saflıktır… Hemen kanarlar söylenenlere… Dinleyişleri asırlık çınar gibidir…
Sonra alışırlar askerliğe… Sanki asker doğmuş, asker ölecekmiş gibi olurlar…
Dağlardan gelen bütün dünyanın yoksulları böyledir hemen hemen…. Cengaverdirler….
Bir şeylerin hiç iyi gitmediğini çok iyi bilirim… İçinden çıkılmaz gibi görünse bile, bu işlerin çok kolayca çözüleceğini de bilirim… Onun için içim yanar, her şehit haberini sanal aleme yapıştırırken…
Ve yine bilirim ki, bu işlerde pek adalet yoktur…
Parası pulu, etkisi olanların çoğunun çocukları sıcak çatışma bölgelerine gitmez… Ya yasal imkanlar kullanılıp kısa dönem askerlik yaparlar, ya da -hiç kimse alınmasın bu ülkede kayırmacılığın şahı işler- torpille işin içinden çıkılır…
Konuşulmayan, sözü edilmeyen bu ikiyüzlülük toplumsal vicdanın ve adaletin yarasıdır…
Türk-Kürt meselesinin derinliklerine girmek istemiyorum…
Benim sözünü etmek istediğim, düşünür gibi yapmadan; geleceğe dair hayal kuramayacak kadar çoraklaşmamızın; ikiyüzlülüğümüzün ve korkularımızın üstesinden gelip, yaşamın nimetlerinden uzak bu insanlara adaletli davranmamın yolunu açmak…
Umulan bu gençlerin şehit cenazelerinde anaların, babaların ağıtlarını duymak değil, o gençlerin düğünlerinde halay çekmek.
Bir gün Türkiye’de bu sorun cesur insanlar tarafından çözülecek… Belki de bu ülkede yoksulluk kalmayacağı için dağlarda o güzelim insanlar vuruşmayacak…
O günlerin kısa zamanda gelmesi için derin derin düşünelim… Birey olarak kendimizi bir o masanın başına bir bu masanın başına oturtalım. Sorunun nedenini anlamak sorunu çözmenin yarısıdır… Hayal kurmaktan korkmayalım, içimizdeki hayal perisini canlı tutalım… Korkularımızı uçurumlardan atıp, cesaretlerimizi sürgünden getirip baş tacı yapalım….
Çünkü bizim düşünmemiz pek istenmiyor gibi… İş “Kahrolsun” noktasına getirilmek isteniyor…
Bilin ki bunun hiç kimseye faydası yok, silah ve uyuşturucu tacirlerinden başka…
Bu topraklar biraz da zalimdir; bu zalimliğin üstesinden gelmek için, “Sırat kıldan incedir kılıçtan keskincedir/ Varup onun üstünde evler kurasım gelir…” diyerek Yunuslaşalım…
Yunus gibi cesur olalım… Acının, hüznün, âşkın, hayal kurmanın, gözyaşının milliyeti, ırkı yoktur…
Yayın Tarihi :
20 Ağustos 2006 Pazar 20:42:57
Güncelleme :21 Ağustos 2006 Pazartesi 17:48:40
Yorumlarınız
davutpolat IP: 85.103.129.xxx Tarih : 21.08.2006 16:35:01
Yazınızı okudum. Gerçekten çok güzel. Duygularınızı yazıya dökmek çok güzel ve çok doğru tespitleriniz. Yazık bu ülkemizde ne zorluklarla büyüyoruz, ne zorluklarla aileleler çocuk yetiştiriyor. Sonra yalnız görevi bu ülkeyi korumak olan 20 yaşında ne hayalleri varken kalleş bir kurşun... Yazık... Ya o kandırılmışlar...
Nilgün Karataş Mirçevi IP: 81.214.78.xxx Tarih : 21.08.2006 01:29:06
Mehmet bey, günlerdir hatta yıllardır içimizi kanatan bu yarayı almış, fersah fersah dolandırıp öyle güzel bir noktadan, öyle güzel sarmış ve öylesine güzel yerlere parantez açmışsınız ki... Yazınızın son cümlesini gözlerimden süzülen bir iki damla nezaretinde okuyabildiğimi, son noktanın bitiminde anlayabildim. İnsanlığa ait olup da ,"ırk" kavramına tıkıştırılmak istenen bu kavramlara en az sizin kadar öfkeliyim. Bence de hayal kurmaktan korkmayalım, yürekten istenen her hayalin gerçeğe dönüşebileceği inancımızı da sürekli içimizde taşıyalım ve sizin gibi paylaşabildiğimiz kadar çok kişiyle paylaşalım. Ne analarımız daha fazla ağlasın,ne de gencecik yavrularımızın bedenleri toprağa taşınsın.Allah hepimizin evlatlarına mezartaşına olmasa bile ,diplomalara konacak,başarılara ve güzelliklere yapışıtırılacak üzeri terör kanıyla kirlenmemiş fotoğraflar nasip etsin.