3
Mayıs
2025
Cumartesi
ANASAYFA

“Umudumuz Ecevit” sol’u nasıl yok etti…

Kadıköy’ün Kalamış sahilinde bir sandalcı vardı. Ona herkes Reis derdi… Hani sözüne güvenilir, elinden her iş gelen, Karadeniz uşakları vardır ya... İşte Reis onlardandı.

Hangi gönül yarası veya hangi rüzgâr onu Kalamış sahiline sürüklemişti, onu bilemedim. Bazı akşam üzerleri uğrar, denize uzanan iskelesinin başındaki balıkçı kulübesinin önünde şarap veya rakı içer, memleketin ahvalinden, edebiyat ve şiirden konuşur, dalgaların kıyıya vuruşunun sesini dinlerdik. 1970’lerden önce Türkiye İşçi Partisi’nin Kadıköy ilçe teşkilatının üyesiydi. 1970’lerden sonra ise “ortanın solu”na kayan Cumhuriyet Halk Partisi’ne üye olmuştu. Fakat sosyalizme inanan bir insandı. CHP’ye kaydolması ise Karaoğlan diye anılan, “Umudumuz Ecevit”e güvenmesindendi.

1974 ve 1980 arası kötü yıllardı.

Türkiye şehir şehir, ilçe ilçe, kasaba kasaba, köy köy, mahalle mahalle, sokak sokak, okul okul, hatta kahvehanelere kadar iki kampa bölünmüştü: solcular ve sağcılar…Başka bir tarifle komünistler veya milliyetçiler arasında bölünmüştü insanlar. İdeolojik kamplaşma ve şiddetin doğurduğu ölümün olmadığı gün yok gibiydi…

Ülkenin üç tane de siyasi lideri vardı: solda CHP’nin lideri “Karaoğlan”, “Kıbrıs Fatihi” lakâbıyla anılan Bülent Ecevit, bunun yanında12 Mart darbesinden sonra idam edilmiş, işkencelerde öldürülmüş gençlik liderlerinin ismi etrafında gruplara bölünmüş, Marksizmin kaba yorumundan türemiş Stalin; Mao ve Enver Hoca’dan beslenen radikal sol gruplar ve onların militan liderleri; milliyetçi kanatta Alparslan Türkeş, ortada, fakat milliyetçilere yakın Süleyman Demirel…O da köylülerin lideriydi. Sokaklarda, okullarda, fabrikalarda vuruşan Türkeş yanlısı milliyetçilerle, solcuların birbiri ile konuşması zaten mümkün değildi…

Erbakan ve temsil ettiği dinci siyaset akımı bu çatışma ortamından bıkanların üstünden palazlanma çabası içindeydi…

Fakat Meclis’de grupları olan, iktidarları zaman zaman birbirlerinden devralan Ecevit, Demirel ve Türkeş de hiç konuşmuyorlardı... Verdikleri her demeç şiddet yangınını hızlandıran, yayan rüzgâr gibiydi.

Oturup konuşsalar, radikal akımları devre dışı bırakacak, şiddet önemli ölçüde hızını kaybedecek; siyasi istikrar yerini bulacak; ölümler olmayacaktı… Onlar ise hiç bunu görmedi; sürekli olarak şiddet üzerinden iktidarlarını, siyasetlerini var ettiler…

Ecevit, 1970 darbesinden sonra oluşan sol akımı arkasına alarak milyonları peşinden sürüklüyor; Demirel ise azalan gücünü milliyetçilere mavi boncuk dağıtarak yükseltme peşindeydi.. Yani tam bir kayıkçı kavgası…. Olan ise ülkenin pırıl pırıl gençlerine oluyordu… Her gün ölüm, her gün cenaze…

Bölgesinde büyük bir sol güce ulaşan Türkiye’de, Ecevit’in, basiretsiz yönetimi, uzlaşmaz tutumu ile sol umut olmaktan çıkmış; sokaklarda ölümün adı olmuştu … Türkiye ise her türlü oyunun oynanmasına müsait bir siyasi çöplüktü.

Milyonları peşine alan Ecevit solu umut olmaktan çıkarmış, Demirel ise kavganın bir tarafı olmuştu.

Hiç oturup konuşmadılar; gençlerin ölümlerini seyrettiler… Ne tesadüf ki ikisinin hiç çocuğu yoktu…

12 Eylül 1980 askeri darbesini yapan General Kenan Evren yıllar sonra şöyle diyecekti: “Eğer Ecevit ve Demirel oturup konuşup anlaşsalardı, biz darbe yapamayacaktık…”

1972 yılında İsmet İnönü, CHP’nin Genel Başkanlığı’nı Ecevit’e kaptırdıktan sonra, Ecevit hakkında not defterine şunları yazmıştı: “Bu kadar duygusallık, bu kadar hırsla birleşince sonu pek hayırlı olmaz…”

12 Eylül 1980 darbesinin yapıldığı gece, Kalamış’taki kulübesinde, milliyetçiler tarafından öldürülmüştü Reis… Vücuduna 11 mermi sıkmışlardı... O gece öldürülmese şimdi hayatta olacaktı Reis….

Reis’in umudu Ecevit’ti, eğer öbür dünyada karşılaşırlarsa adım gibi biliyorum ki Reis ondan ölümünün hesabını soracaktır… Biliyorum ki; şunu söyleyecektir ona: “Hadi beni boş ver, o kadar zahmetle büyütülen, hayatların virâne olması uğruna hapishanelerde çile çekilen, ‘sol’ ve ‘sol umud’ un ne günahı vardı… Onu niye öldürdün, madem bu işi bilmiyordun niye çıktın er meydanına…”

Bir siyasetçide duygu ve hırs birleşince ortaya felaket çıkıyor… 

Ne yazık ki benim hatıralarımda böyle bir Ecevit var… Kabahat bende değil… 


Yayın Tarihi : 9 Kasım 2006 Perşembe 23:37:55
Güncelleme :11 Kasım 2006 Cumartesi 17:48:02


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Yılmaz Ergüvenç IP: 212.253.10.xxx Tarih : 10.11.2006 14:33:09
Son günlerin hay - huyu içinde doğruları dürüstçe ve uygarca ifade eden yazarı kutluyorum.

davutpolat IP: 88.224.142.xxx Tarih : 10.11.2006 14:26:03
sn yazar rahmetli Eceviti eleştirmeniz doğal ama öğle bir eleştirtirmede bulunmunşunuzki sanki o dönemde bütün ülkenin zor durumlarını sn ecevite yüklemişsiniz. o dönem TÜRKİYEDE HERŞEY BAŞKA İDİ.SN ECEVİT BU ÜLKENİN EN DÜRÜST EN CESARETLİ EN HALKÇI EMEKÇİYİ DÜŞÜNEN SİYASİ ADAMIYDI. NEDEN BUNLARI GÖRMEZDEN GELİYORSUNUZ?BU ÜLKE İNSANI DEĞİLMİYDİ ONA HALKÇI SIFATINI VEREN.ELEŞTİRİ YAPARKEN TEK TARAFLI GÖRÜŞÜNÜZ SİZİN ELEŞTİRİ YETENEĞİNİZİN TAM OLMADIĞINI GÖSTERİR.SİZ BARDAĞIN BOŞ KISMINI GÖRMÜŞSÜNÜZ YADA GÖRMEK İSTEMİŞSİNİZ.O BİR SANAT ADAMI VEDE SİYASİ HAYATINDA BU ÜLKENİN HALKÇI KARAOĞLANIDIR .BU ÜLKE DEKİ İNSANLAR ONU HEP ÖĞLE ANACAKTIR.