31
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

1 Mayıs Terörü!..


1 Mayıs Emekçiler Bayramında İstanbul’da sözcüğün tam anlamıyla bir terör yaşandı.

Bu terörü kim yaşattı?

Emekçiler mi?

Bizleri yönetenler mi?

İstanbul Valisi, 1 Mayıs öncesinde alarm verdi. Üsküdar ile Kadıköy’den öğleye kadar Beşiktaş, Kabataş ve Karaköy’e vapur seferleri yapılmadı. Sirkeci-Kabataş tramvayı, Kabataş-Taksim füniküler’i ile Mecidiyeköy-Taksim metrosu çalışmadı. Beyoğlu çevresindeki okullar kapatıldı, yüksek binalara keskin nişancılar yerleştirildi. Direnenlere panzerlerden tazyikli su ve gerektiğinde topluma biber gazı sıkılabileceği belirtildi. Buna neden olarak da Taksim’de silahlı eylemler yapılacağı ihbarlarının alındığı ileri sürüldü. Valiliğin yaptığı bütün bu uyarılar aynen uygulandı, ancak silahlı eylemler yapılacağı iddiası çok şükür gerçek dışı kaldı.

Yakın tarihimize baktığımızda Mayıs ayının hep önemli olaylara sahne olduğunu görürüz. Atatürk, emperyalizme karşı bağımsızlığı başlatmak üzere 19 Mayıs’ta Samsun’a gitmiş; bağımsızlık savaşı vermek isteyen, ancak gençliklerinin, tecrübesizliklerin kurbanı olan Deniz Gezmiş ve arkadaşları 6 Mayıs’ta idam edilmişler; 27 Mayıs İhtilali de yine bu ayda olmuştur. 1 Mayıs Emekçinin Bayramı da nedense Türkiye için hep sancılı olmuştur.

Bu yıl da Emekçilerin kutlamak istediği bayram, şiddete ve bir bakıma da teröre takılmıştır. Çeşitli yayın organlarına bakıyorum, onların çoğu olaylara objektif kalamamışlar, bazı gerçekleri ortaya koymaktan nedense uzak durmuşlar, ideolojik fikirlerini ön palana çıkarmışlardır.

Bilindiği gibi DİSK, KESK ve Türk-İş gibi sendikalar bu yıl ki, kutlamaların Taksim Meydanında yapılmasından yana olmuşlar, buna gerekçe olarak 1977 Taksim olaylarında yaşamlarını yitirenlerin anısına Kazancı Yokuşuna çiçek koymak istemişlerdir. Bu arada Türk-İş de kendi aralarında ihtilaflar çıkmış, bazıları hükümetin kararına uyalım, Taksim’den vazgeçelim, bazıları da uymayıp Taksim’e yürüyelim demişlerdir.

Emekçilerin belirli bir kesimi 1 Mayıs şölenin (!) meydanda yapılmasını istemiştir. Buna karşılık AKP hükümeti bazı provokasyon sinyalleri aldıklarını belirterek, Taksim Meydanı’nda Emekçi Bayramının kutlanmasına izin vermemiştir.

Başbakan, “1 Mayıs kutlamaları için Taksim’de kutlamanın arkasında biz iyi niyet görmüyoruz. Israrla biz nereyi istiyorsak orada yaparız mantığıyla bir dayatmanın olması kamu düzenini bozmaya yönelik bir yaklaşımdır” demiştir. Başbakanın bu sözlerinde haklılık payı olabilir; vatandaşın güncel yaşamı olumsuz yönde etkilenmemelidir… Ancak uygulama bunun tam tersi olmuş,1 Mayıs’ta Şişli, Taksim, Harbiye ve Nişantaşı’ndaki insanların huzuru bozulmuş, iş yerlerinde ekonomik sıkıntılar yaşanmıştır. Böyle olunca da hükümet ile sendikalar karşı karşıya gelmişlerdir. Adeta ip üzerindeki iki inatçı keçi örneği her iki tarafta bir adım gerilemek istememiş, son ana kadar dayatmışlardır. Oysa İstanbul’da açık hava toplantılarının nerede yapılacağının, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası ile ona bağlı yönetmeliklerde açıkça belirtildiği gibi İstanbul Valiliği kararında da açıkça görülmektedir.

İstanbul’un kalbi olarak nitelenen Taksim Meydanında geniş kitlelerin toplanmasına ve miting yapmasına izin verilmeli mi, yoksa verilmemeli mi?

Taksim Meydanında yapılacak bir mitingin kenti sosyal, trafik, turizm ve ekonomik yönden felce uğratacağı açıktır. Bu tür miting ve toplantıların kent yaşamını etkilemeyecek yerlere kaydırılması normaldir. Kısa bir süre önce “Cumhuriyete Saygı” mitinglerinin yapıldığı Çağlayan en ideal yerlerin başında gelmektedir. Bunun için de taraflar arasında uzlaşı şarttı. Ne var ki, her iki tarafın dayatması çözüm getirmemiş, Türkiye’yi dünyaya rezil eden görüntülerin çıkmasına neden olmuştur.

1 Mayıs’ta İstanbul’da olayların çıkmaması için İstanbul polisine çeşitli illerden beş bin polis takviye getirilmiştir. Robocop giysili polisler gaz maskeli, kalkanlı, coplu, kasklı olup el bombası şeklindeki biber gazları ile de donatılmışlardı. Taksim Meydanına çıkan bütün yollara kameralar yerleştirilmiştir. Havadan helikopterler de çevreyi kontrol altına almıştır.

Şişli’de sendika merkezleri ile bazı parti merkezlerinde toplananlara, daha dışarı çıkmaya fırsat bulamadan emniyet güçleri şiddet uygulamıştır. Provokasyon ihbarı ardına sığınılarak emekçi ile emniyet gücü karşı karşıya getirilmiş, adeta onlara karşı bir savaş açılmıştır. Üzerlerine boyalı ve boyasız tazyikli suların sıkıldığı insanlar yerlerde yuvarlanmış, biber gazlı bombalardan orada bulunanlar zarar görmüşlerdir. Bunun ardından, sopalarla coplarla hücuma geçen emniyet güçleri önüne geleni acımasızca dövmüşlerdir. Bu dayaktan orada bulunan hemen herkes nasibini almıştır. Televizyon ekranlarına yansıyan görüntüler gerçekten korkunçtu. Görevini yapan gazetecilerden dövülenler ve gazetesinin kapısı önünde kolu kırılan gazeteci de vardı. Yerlere düşen insanlar erkek kadın demeden acımasızca tekmelenmiş, bu arada bir polis arkasından koştuğu turist grubunun içerisine dalarak bir turisti sopalamıştır. Kaldırıma çökmüş bir kadının yüzüne tekme atılmış, göğsü acımasızca tekmelenmiştir. Kovalanan bazı işçiler Şişli Etfal Hastanesi bahçesine kaçınca bu kez oraya da biber gazı bombaları atılmıştır. Orada bulunan hastalar neye uğradıklarını şaşırmış, gazdan diyaliz, nefroloji ve onkoloji bölümleri ile acil servisin etkilendiği ileri sürülmüştür. Bu arada polisi engellemek isteyen bir sağlık görevlisi itilip katılmış, arkadaşlarının yardımıyla polisin elinden kurtulmuştur.

Polisi böylesine acımasızca saldırıya iten nedir?

O polis veya ailesi, bahçesine biber gazı attığı hastaneye her zaman muhtaç olacaktır. Dövdüğü emekçi ile belki komşu ve belki de dost olacaktır. O halde bu şiddet veya şiddet emrini verenlere körü körüne uymanın altında neler yatıyor? Aslında bu konuyu psikologlar araştırmalıdır. Vatandaşın başının derde düştüğü anda başvuracağı ilk merci kuşkusuz, emniyet güçleridir. Onların bu terör olayı dışında canla başla görev yaptıkları, hatta canlarını verdikleri de bilinmektedir.

O halde vatandaşına karşı bu şiddet, acımasızlık neden? Bunun ana kaynağına inilmelidir. Günümüz polislerinin eskiye oranla daha eğitimli oldukları da bilinmektedir. Bugün pek çok üniversite mezununun polis olmak istediklerini sitemize gelen yorumlardan öğreniyoruz.

Günümüzde emniyet güçleri maddi ve manevi yönden çok güç şartlarda görev yapmaktadır. Normal mesai saatleri dışında çalışmakta, ailesinin yanında bulunduğu saatler bile çok kısıtlıdır. Buna bir de artan geçim şartları içerisinde maddi zorlukları da ekleyebiliriz. Bütün bunların polislerde psikolojik çöküntüler yaptığı da açıktır. Belki de şiddete yönelmelerinin asıl nedenleri buradan kaynaklanmaktadır.

Başbakan’ın “Ayaklar baş olunca kıyamet kopar” talihsiz sözünden sonra bir gazete yerde yatan bir işçinin üzerine basan polisler için “Ayaklar ayak altında”, “Ayaklara adım attırtmadılar” manşetlerini atmaktan geri kalmamıştı.

Kısacası, yazılı ve görsel basındaki görüntüler insan haklarına sığmayacak kadar çirkindi. Avrupalı olmaya çalışan Türkiye bu görüntülerden sonra AB’ye girebilme olanağını nasıl bulabilir? O da tartışılacak apayrı bir konu... Bir yanda insan haklarına saygılıyıyız diyoruz, diğer yandan insan haklarını hiçe sayan davranışlarda bulunuyoruz. TBMM kürsüsünde sıkça söz edilen insan hakları, hukuk fakültelerinde daha ilk derslerde sözü edilen hukukun üstünlüğü prensipleri ne oldu?

Emniyet güçleri neden böyle acımasızdı? Kimden emir alınmıştı veya vurun kırın, dağıtın, Taksim’e sokmayın emrini kimler vermişti?

Bu olayların içeride ve dışarıda geniş yankı bulmasından, TBMM’de muhalefetin soruşturma açılması isteminden sonra, bu şiddeti yapanların bulunacağı söyleniyor. Şiddeti uygulayan polisleri kim teşhis edecek, hepsinin yüzleri maske ile gizlenmiş, üzerlerinde sicil numaraları yok. Kaldı ki, o polis bana o emri filanca verdi derse ne olacak?

Soruşturma açılsa ne olur?

Geçtiğimiz yıl cadde kenarında yemek yerken ÖDP’nin kurucularından Masis Kürkçüyan’ı tokatlayan polis belirlenip cezalandırıldı mı? Aynı olay bu yıl da yaşandı. Hanım arkadaşı ile Cihangir’de çay bahçesinde oturan bir kişi gazdan etkilenip yüzünü limon ile silerken “Sen limonla korunmayı nereden öğrendin“ diye şiddete maruz kalmış ve çevredekilerin yardımıyla oradan kaçırılmıştır. Onu yapanın da yüzü maskeli, üniforması numarasız. Sonunda failler bulunamadı diyerek olay kapatılacak, unutturulacak... Oysa 1 Mayıs öncesi sokaklarda ücretsiz dağıtılan bir gazetede biber gazından etkilenmemenin yolları diye bir yazı yazılmış ve bazı öğütler verilmiş!..

Emniyet güçleri bazı provokasyonları anında önlemiştir. Nedense basınımız bunların üzerinde pek durmadı. Meydana yakın bir okulun bahçesinde molotof kokteyli hazırlayanları yakaladı. Cihangir’in arka sokaklarında Taksim’e çıkmak isteyen, etnik kökenlileri polis onların barikat kurmalarına rağmen engelledi. Bunlar da polisimizin alkışlanacak yanlarıydı.

1 Mayıs’ta yaşanan olaylar, alınan olağanüstü önlemler toplumda büyük bir gerilim yaratmıştır. Dünyada 1886’dan bu yana kutlanan 1 Mayıs törenleri festival etkinliğinde, sendikaların gösteri ve yürüyüşleri olarak düzenlenmiştir. Bu kitlelere kentlerin önemli meydanlarında birlikte olma hakkı tanınmıştır. Örneğin ABD’de New York Union Meydanı, İngiltere de Londra Trafalgar Meydanı, Fransa’da Bastil Meydanı, Pekin’de Tiananmen Meydanı, Rusya Moskova’da Kızıl Meydan, St. Petersburg’da St. Isaac Meydanı, Berlin’de Boxhagener Meydanı gibi...

Türkiye’de yıllardan beri 1 Mayıs kutlamaları sorunlu ve çatışmaya neden oluyor. Bu kez yetkililer orantılı güç kullanılacak derken gerçekte orantısız, akıldan uzak güç uyguladılar. Kapatma davası öncesi AKP hükümeti büyük bir fırsatı özgürlük adına yitirdi. Buna izin veren mülki amirler belki bir süre daha görevlerinde kalabilirler ama sonrası bilinmez. CHP Grup Yönetiminin ise, 1 Mayıs kutlamaları sırasında polisin emekçilere ve orada bulunan halka yönelik davranışı ve yaşanan olaylarla ilgili bir gensoru önergesi vereceği öğrenilmiştir.

Türkiye’de en çok söz edilen konulardan biriside Müslümanlıktır. Her başı sıkışan da ona dayanır, sırası gelince de %99’u Müslüman olduğu söylenen bir ülkede yasamakla övünürüz.. Oysa Kur’an da emanet kavramı birçok yerde zikredilmiştir. Örneğin Nisa suresinde “Allah size emanetleri mutlaka ehlinize vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor” demektedir. Burada da devlet işlerinin ve millete ait hizmetlerin ehli olan kimselere verilmesi ve toplumda adaletin sağlanması, milletin huzuru ve devletin bekası için şarttır denilmek istenmiştir.

Buhari ‘de “İş ehil olmayan kişiye verildiği zaman kıyameti gözle” yazılıdır.

Bilmem anlatabildim mi?

Yayın Tarihi : 7 Mayıs 2008 Çarşamba 00:00:39


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
mehmet ersindigil IP: 84.62.39.xxx Tarih : 7.05.2008 14:34:03

Sayin Erdem Hocam Kaleme aldigin bu yaziyi tüm Insanlarimiz örnek almasi gerekir,Malesef Türkiyede 1 mayis hep olayli gecmistir.Görsel yayin ve basindan edindigim bilgiler bence Sendikalar ve Hükümet zitlastilar.Sendikalar 1977 taksim olaylarini bahane ederek Taksimde kutlamak istedi,Hükümet Provakasyon olur düsüncesinde,Provakasyon olacaksa Musaade edilen yerlerde olmiyacakmiydi.Bir kere bu düsünce yanlistir.Sisli Harbiye Nisantasi gibi yerlerdede olurdu,Televizyon kamarasindan yansiyan görüntüler Türkiye,yi Tüm dünyaya kötü örnekler sergilemistir,Yani rezil etmistir.Polis olaylarina,da gelince sanki Emekciler ve Polisler ayri iki düsman devletleri gibi idi. Ögle anlasiliyorki Sendikalarla Hükümetin zitlasmasindan kaynaklanmistir.Polis,te ne yapsin ögle bir emir almistir,ki sakin kimsenin göz yasina bakmayin denilmistir diye düsünüyorum. Temennim bundan sonra Türkiye böyle vakalarla karsilasmaz.Icimizden su seytan denilen benciligi attigimiz zaman Türk Halki yapamiyacak birsey kalmaz saygilarimla.


maho IP: 88.251.176.xxx Tarih : 8.05.2008 01:10:12

bırakacaksın herkes istedigi yerde kendi can güvenligini alacak şekilde anlaşacak nerde isterse yapacak mtingini.Böylelikle polisimiz de kurtulur şamar oğlanı olmaktan. Benim düşüncem saygılar.....