4
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Çılgın Proje!..

İsmi üzerinde Çılgın Proje…

Çılgınlık nedir derseniz; yeri gelmişken açıklayayım: Aşırılığa kaçan, ölçüsüz ve düşüncesizce hareket edilen davranışlardır. Çılgınca düşünmek, çılgınca davranmak da onu tamamlar.

Karadeniz’i Marmara’ya bağlayan, İstanbul Boğazına paralel ikinci bir kanal açmayı önerenler bu girişime “Çılgın Proje” ismini yakıştırmış... Geçtiğimiz yılın sonlarında Yılmaz Ergüvenç’in Kenthaber’de (26 Temmuz 2013) “Kanal İstanbul” isimli bilimsel nitelikte bir köşe yazısı vardı. İstanbul Boğazının yanına ikinci bir kanal açma hayalinin gerçekleşeceğinin sinyalleri o yazıdan öğrenilmişti. Yüksek Planlama Kurulunun (YPK) kararıyla bu çılgın girişimin geçerlilik kazandığı basında yer aldı. Anlaşılan YPK kendisine verilen emirlerden ötürü dikkate almış olmalı…

Ne yazık ki, ilerleyen demokrasimiz (!), Yeni Türkiye (!) denilirken bizim siyasetçilerimiz aldıkları eğitimi bir kenara iterek biz her şeyi biliriz, biz ne dersek o diyorlar!.. İşin daha da acısı politikayı meslek sanıyorlar. Sen necisin dediğinizde biz siyasetçiyiz, biz politikacıyız diyorlar. Ola ki seçimi kaybettiniz; kıyak emekliliği bir kenara itin, batı dünyasında iş arayın ve benim mesleğim politikacılık, bana iş verin deyin. Bakın ne olur; adama gülerler politika meslek mi derler…

Neyse, bunları bir yana bırakalım da Çılgın Projemize dönelim; Çılgın Proje’nin göstermelik amacı; İstanbul Boğazını yoğun deniz trafiğinden kurtarmak, olası deniz kazalarını önlemekmiş. Sakın bunun altında kanal bölgesindeki arazileri ucuza kapatıp yeni ve lüks yerleşim yerleri açmak, daha doğrusu yeni şehirleşmek, getirim kapıları açmak olmasın?

Türkiye’nin iç ve dış çalkantıları, ünlü Salı günleri şovları, lider kavgaları arasında büyük bir maliyet gerektiren bu işten bir süredir söz edilmeyince, Çılgın Proje’nin rafa kaldırıldığını sanmıştık. Meğer yanılmışız…

Çılgın Proje yürüyormuş ve bunu İstanbul Bilgi Üniversitesi’ndeki “Hukuki Kentsel ve Ekolojik yönleriyle Kanal İstanbul” isimli panelde Doğa Koruma Direktörü (WWF) Dr. Sedat Kalem’in konuşmasından öğreniyoruz. Dr. Sedat Kalem; “Böyle bir proje, içme suyu rezervlerinden vazgeçilmesi anlamına gelir. Kazanacağımızı umduğumuz şeyler karşısında kaybedeceğimi değerler bedava değil. Dolayısıyla hem Kanal hem İstanbul bir arada mümkün değil; ya kanaldan vazgeçeceğiz, ya da İstanbul’dan” diyerek İstanbul için tehlike çanlarının çaldığını belirtmişti. Onun yanı sıra İstanbul Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Görür de İstanbul için son derece önemli olan deprem riskine değinmiştir: “İnanılmayacak boyutta kazı, dolgu, dinamit ve iş makinesi kullanımı ile güzergâh boyunca kayma, göçük oluşacak. Kanal nerede yapılırsa yapılsın Marmara’ya girdiği yerde en az 10 şiddetinde etkilenecek. Doğu Trakya’nın drenaj sistemini etkileyecek, sadece yer altı suyu kaybı bile İstanbul’u yaşanmaz hale getirir.”

Seçim yatırımı, Kanal İstanbul, 3.Köprü, Kuzey Marmara otoyolu, yeni hava limanı yapımının İstanbul’un yarısından çoğunu şantiye alanına çevireceği açıktır… Bu arada yeni hava limanına yer açmak için kesilen ağaçlar da işin cabası…

İşte bilim böyle konuşuyor. Kısacası; ya İstanbul, ya da kanal diyor…

Kuşkusuz, tarihi yapıları dışında ortada İstanbul kaldıysa!..

Çılgın proje ihale safhasına gelmesine rağmen hükümetin her yönüyle yaptığı bilimsel bir çalışmanın olmadığı anlaşılıyor. Her şeyi bilen kişinin (!) direktiflerine göre bu işin yürütüldüğü anlaşılıyor, Yılmaz Ergüvenç’in daha önce belirttiği gibi bizim bilmediğimiz kriterler olmalı. Bunun kıstası ne olabilir diye düşünecek olursak ilk akla gelen uluslararası ilişkiler, petrol taşımacılığı ve stratejik sorunlar ortaya çıkmaz mı?

Montreux Antlaşmasına göre Boğaz’dan ücret ödemeden, kılavuz almadan geçen gemileri kanala aktarırsanız onlara para ödeyeceksiniz diye dayatma yaparsanız, bunun sonunun ne olacağını biz biliriz diyenler gerçekten bilecekler mi?

Böyle bir işe girişmeden önce jeolojik durum, deniz bilimleri, çevre ekolojisi ve büyük ölçüdeki Trakya’nın hem ulaşım ve hem de tarım kayıpları göz önünde bulundurulmalıydı. Kısacası fizibilite etüdü ile sismik durum göz önüne alınmalıydı. Özellikle Marmara’da olası bir deprem kanal nedeniyle şiddetini çok daha fazla hissettirecektir. O zaman karşılaşacak yıkımı Allah’a mı bağlayacağız?

Uzmanlar yapmayın, etmeyin diye feryat ederken hala bazıları Çılgın Projeyi hayata geçirmek için uğraşıyor, yeni rant kapılarını aralıyor, kendilerince mega projeler (!) üretiyor.

Hacettepe Üniversitesi Çevre mühendisliği öğretim üyelerinden Prof. Cemal Saydam Çılgın Proje gerçekleşirse Marmara ve Karadeniz’de neler olabileceğini harita ve grafikler üzerinde kısa bir süre önce anlatmıştı: “Bizi çevreleyen denizler en zıt koşullara sahip. Akdeniz tuzlu, besin maddeleri içermiyor. Karadeniz tuzlu değil besin kaynıyor. Karadeniz 12.000 yaşında Marmara ise 3.000 yaşında. Her iki denizin birleştirilmesi farklı akıntılara yol açacak. Bol besinli üst tabaka zaten can çekişen alt tabakaya baskı yapacak ve oksijen hızla azalacak.”

Denizlerde oksijen azalınca bir daha geriye dönüş imkânı olmayacaktır. Karadeniz’in ekolojik yapısı bozulacak, kanal çevresinde büyük olasılıkla, anında ortaya çıkacak olan TOKİ’nin yapılarının kanalizasyon sorunu nasıl çözümlenecek?

Karadeniz’e dökülen başta Tuna olmak üzere akarsularda dengesizlik, sorun olarak ortaya çıkmayacak mı?

Akıntı debileri ve buna bağlı su ürünlerinin ne olacağı hiç düşünüldü mü?

Karadeniz sadece bizim değil. Rusya, Ukrayna, Romanya’nın da Karadeniz’de hakkı var. O devletlerin ekolojisi bozulmuş Karadeniz’den ötürü ikna edilip edilmeyeceği de ayrı bir konudur. Güney komşularımızla sınırlarımız kalbura döndü, sorun üzerine sorun yaşanıyor, buna bir de başta Rusya olmak üzere Karadeniz’deki komşularımızı hiç yoktan ekleyeceğiz.

Yılmaz Ergüvenç haklı olarak, bazılarının aklına gelmeyen başka bir sorunu ortaya koyuyor. Boğazın boyu 30 km, en dar yeri 650 metre diyor. Boğazda gemiler kolayca manevra yapabiliyor ve yolu 2 saatte geçiyor. Yeni kanalın 45-50 km boyunda ve 150 metre genişliğinde olacağını ileri sürerek doğal engebelerle kanalda zorunlu dönemeçler yapılacak ve bunun da gemilerin manevralarını güçleştirmesi kaçınılmaz olacak ve en az üç saatte yolun aşılabileceğini ileri sürüyor.

Bu arada Terkos gölünü ve yeraltı sularını besleyen su kaynaklarının kuruyacağını, kanal inşaatında ortaya çıkacak toprağın, molozun ne olacağı, bitki örtüsü, ağaç katliamı, ormanda yaşayan hayvanları ve ulaşım güzergâhının değişmesi düşünüldü mü? Ekonomi acı acı sinyaller verirken bunun finansının nasıl karşılanacağı hesaba katıldı mı?

Bütün bunlar bir kenara itilip kanal boyunca hazırlanacak yeni yerleşim yerleri anlaşılan bazılarının iştahını kabartıyor.

Kısacası uzaktan yakından bilimsellikle ilgisiz bu proje gerçekleşecek olursa, İstanbul’un sonunun gelmesi daha da kaçınılmaz olacak…

Vah ki vah; hem de ne vah!...

erdemyucel2002@hotmail.com
 

Yayın Tarihi : 3 Şubat 2014 Pazartesi 11:39:19


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
yasarertas IP: 5.61.150.xxx Tarih : 3.02.2014 18:20:20

Cilgin proje Ismini birileri verdi aldi basini gitti. Bu isimle bakilirsa cilginlik üzerine islenirse bu penceren tek tarafli bakilirsa söylenecek söz yok. O zaman bir dönüm bostan yan gel osman. Dedemin dedesi bize cocuklugumuzda; Bir aracin altindan yel geciyormu hayir gelmez ondan birde bisikletede bu seytan arabasi derdi.Ucak gene epten cilginlik derdi.Buna binende ya hic akil yok ya teyyare cemiyetine gider. Simdi bunlari bir kenara atalim. Simdiki zamanda bir seyler yapilacaksa Adam gibi Adam yapiliyorsa bir güzellik bir gurur vericilik olacaksa yapilmasindan yana tarafim. Rand meselesi kazanma meselesi olmalidir. avanta rand avanta asalak zenginlikler cikarsa yasalar devreye girmelidir.yesillik agac meselesi hangi isimiz dünyaca Dogru ki bu tabiati kendimz yok edisimiz zaten op ortadir. Buna ragmen tekrar yesillik agac dikilecekse zararin neresinden dönersek kar olurmu olur. Sehirlere su anladigima göre hala tabiatin verdigi olanaklarla sehirlere su veriliyor.anliyoyorum. Eskiden yerlesim yerleriinsanciklar azinlikta idi olur idi.Bu zamanda bu kabullenemez tabiati bozmanin ta kendidir. "asikardir." Teknik kullanilarak pis sular bir yerde toplanir, ve burada temizlenir, geri dönüsüm le geri gelir. Hem tasarruf hem calisanlar burada rizklarini alir.Burada zit fikir beyan ettigim icin ard niyet yoktur. Fikirlerin carpismasi vardir. Saygi ve sevgi kapilarim her daim aciktir. Genede isi erbablarina birakiyorum. Memlektimin her tarafi carpik yapilanmalarla carpiliyor.Genede kendi kendime soruyorum. Nerde bu erbablar? yaaaaa......


Dr. Selçuk Ant IP: 95.15.98.xxx Tarih : 3.02.2014 19:01:39

Siyasî anlayışlarında (!) 'tuzluğu' terminoloji yapan, 'ayakkabı kutusu' kavramından, aynen Abdülhamid II. 'nin "havadaki nemden korktuğu gibi" korkan, bir zeytinyağı damlasının suyun üzerine çıktığını 'bilimsel olarak' (!) ancak bugün kanıtlayabilen böylesine bir yönetimin yapacağı daha çook çılgınlıklarına, inandığımın huzurunda, artık şahit olmak istemiyorum !
 


Yılmaz Ergüvenç IP: 88.251.97.xxx Tarih : 3.02.2014 12:34:02

Kanal İstanbul saçmalığını çok güzel ifade etmişsiniz. Akıl için yol birdir. Ne var ki bilime saygısı olmayanlar, çıkar söz konusu olunca dünyayı gözleri görmüyor. Yazdığınız gibi örtülü amaç, yeni rant kapıları yaratmak. Ve de iktidarı ne pahasına olursa olsun devam ettirmek ve günlerini gün etmek. İstanbul'un geleceği umurlarında değil. Zaten İstanbul da tüm özelliklerini ve güzelliklerini yitirmiş durumda. Artık eski İstanbul yok, sadece KAOS var. Cumhurbaşkanı Roma gezisi sonunda nihayet, ama iş işten geçtikten sonra doğruları görebilmiş. Beyanatında ''Roma'da hiç gökdelen yok, AVM de yok'' diyor. Bu söz İstanbul'u Dubai'ye döndürmek isteyenlerin kulaklarına küpe olsun diyeceğim ama...