Cumhuriyetin ilanından sonra kültür varlıklarının korunduğu müzeler çok daha önem kazanmıştı. Bu dönemde Anadolu’nun birçok yerinde yeni müzeler açılırken, kazılara önem verilmiş, harap durumdaki yapıların restorasyonuna da başlanmıştı.
“Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür” diyen Atatürk’ün müzecilik çalışmalarına ve arkeoloji kazılarına vermiş olduğu önem, bir bakıma kültürel devrim olarak nitelenmelidir. Milli Mücadelenin başlangıcında TBMM’nin açılışının hemen ardından kurulan milli hükümetin 9 Mayıs 1920 günü yapmış olduğu toplantısında okunan hükümet programında milli eski eserlerimizin bir an önce derleyerek korumanın amaçlanması da özellikle vurgulanmıştı. Bunun ardından da Maarif Vekâletine bağlı bir müdür ve bir kâtip kadrolu “Türk Asar-ı Atika Müdürlüğü” kurulmuştur. Bu kararın alındığı günlerde ise Yunan kuvvetlerinin Ankara’ya yaklaşmış olması da hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir.
Arkeoloji başta olmak üzere güzel sanatların tüm dallarına önem veren Atatürk’ün isteği doğrultusunda, Anadolu’da arkeoloji kazıları başlamış, ortaya çıkan eserlerin sayısı her geçen gün biraz daha artmıştır. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak da Ankara Arkeoloji Müzesi (Bugünkü Anadolu Medeniyetleri Müzesi) başta olmak üzere Bergama, Bursa, Kayseri, Edirne müzeleri açılmıştır. Bunları diğer müzelerin peş peşe açılması izlemiş ve bugünlere gelinmiştir.
XX. yüzyılın ortalarında, dünya müzeleri arasında birlik ve beraberliğin sağlanması amacıyla batılı ülkeler Uluslararası Müzeler Dairesi’ni kurmuşlardır. II. Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra dünya müzelerinin bilimsel kadrolarından oluşan “İnternatıonal Concil of Museum” (ICOM) kurulmuş ve ilk toplantısını Paris’te yapmıştır. Bu toplantıda müzelerin gelişen etkinlikleri göz önünde bulundurularak uzmanlık dalları, teknik incelemeler, evrensel boyutlarda kongrelerin yapılması ve yayınlara ağırlık kazandırılması kararlaştırılmıştır. Böylece gelişen müze teknolojisi, başka bir deyişle müze-bilim envanter çalışmaları ve kültür varlıklarının tümüyle ilgilenilmesinin yanı sıra eğitim de gündeme getirilmiştir. Uluslararası düzeyde mesleki bir kuruluş olan ICOM çalışmalarını çeşitli toplumların yararına olacak biçimde örgütlemiş, onların fikri, kültürel ve ekonomik gelişimin sağlamayı ön plana almıştır. Böylece yapılan müze-bilim çalışmaları ile tüm dünyada çağdaş müzeciliğin temelleri atılmış, yepyeni ilkeler ortaya konulmuştur. Böylece çağdaş müzecilik kavramı ortaya atılmış ve çağdaşlık ilkesi benimsenmiştir.
ICOM tüm dünya müzelerinde kültür mirasının korunmasını, tanıtılmasını, toplumların müzeler ile kaynaşabilmesi için “Müzeler Haftası” düzenlemiştir. Müzeler Haftası 1982 yılından bu yana dünya müzelerinin yanı sıra Türkiye’de de kutlanmaya başlamıştır. Bu haftanın amacı tarih boyunca büyük birikimler oluşturan kültür varlıklarının korunması, onarılması ve gelecek kuşaklara yansıtılmasının çarelerinin dile getirilmesidir. Bunun yanı sıra toplumun milli kültürüne, tarih bilincine sahip çıkması, onların yurtdışına kaçırılmalarının önlenme çareleri de gözler önünü serilmesi de ana ilkeler arasındadır. Ayrıca bu hafta ile müzeye gitmeyen toplumun bazı kesiminin de müzeleri gezebilme olanakları sağlanmıştır.
Türkiye’de Müzeler Haftası her yıl 18–24 Mayıs tarihleri arasında kutlanmaktadır. Hafta boyunca müzelerin tanıtımını yapılmaya çalışılmaktadır. Ancak günümüz Türkiye’sinde Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı müzelerde büyük bir kaos ortamı içerisindedir. Hafta boyunca bunun üzerinde durulmadan, müzecilerin sorunları dile getirilmeden, göstermelik toplantılar, ücretsiz müze gezileri hiçbir işe yaramamaktadır. Yapılanlar yasak savmadan öteye gidememektedir. Oysa hafta boyunca müze ve müzecilerin sorunları tartışılmalı ve bunlara çözüm aranmalıydı.
Müzeler Haftası başlangıçta idealist düşünce ile Türkiye’de başlamış, sonra yozlaşmış ve yasak savar duruma gelmiştir. Kuşkusuz, 1980’li yıllardan sonra başlayan siyasi karmaşa müzelerimizi de etkilemiştir. Yakın tarihlerden buyana siyasi görüşlerin egemen olduğu müzelerde görev yapan müzecilerimiz çağdaşlaşmak, müze-bilim üretmek yerine kendi dertlerine düşmüşlerdir. Daha doğrusu müzelerine ayırabilecek zamanı da pek bulamamaktadır. Ne yapsam da yerimde kalabilsem veya ne etsem de şu müzeye kendimi atattırabilsem düşüncesine kapılmışlardır.
Türk müzeciliğinin gerçek anlamda çağdaşlığa erişebilmesi Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bazı sorunları çözmesine bağlıdır. Müzelerde görev yapan yönetici ve uzman personelin yeterli olup olmadığı çoğu kez tartışılmıştır. Bakanlıkta üst görevlere atananlar hiçbir zaman hizmet içi programları düşünmemişlerdir. Bu da kendilerinin de müze-bilimi bilmemelerinden kaynaklanmaktadır.
Çeşitli gazetelerde bana ayrılan köşe, dergi ve televizyon programlarında bu sorunları peş peşe yıllardır sıraladım. Ama sonuç sıfıra sıfır elde var sıfır oldu. Bakanlığın üst yönetiminde olanlar da müzeciler gibi sele kapılmış yaprak örneği kendi yerlerini koruyabilme çabasına düşmüşlerdi. Aralarında ara sıra da olsa konuyu bilen işinin ehli olanlar çıkmışsa da kısa sürede harcanıp gitmişler veya küstürülmüşlerdir. Günümüzde müzelerin üst yönetiminde bulunanlar müze-bilim eğitimi almamışlardır.
Başbakanlığın tasarruf tedbirleri doğrultusunda 1988’den bu yana müzelere yeterli sayıda uzman ve yardımcı hizmet personeli alınmamıştır. Bu nedenle de üniversitelerin konuyla ilgili bölümlerini bitirenler kendilerine müzelerde yer bulamamışlardır. Emeklilik, ölüm ve başka kurumlara geçişler nedeniyle müze kadroları her geçen boşalmış ve yetenekli uzmanların yerlerini alanlar ise hiçbir zaman aynı düzeyde olamamıştır.
Ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı genel bütçeden yeterince pay alamadığından maddi yönden de yoksun kalmıştır. Bu boşluğu dolduran müze dernekleri bakanlığın konudan uzak müfettişleri tarafından denetlenmesi, yalan yanlış her ihbarı değerlendirilmesi, sit alanları ve yeni yapılanmalarda müzeciler ile siyasi iktidara yakın kişiler arasındaki çekişmeler sonucunda, müzecilerin bazılarının yerleri değiştirilmiş veya görevlerini bırakmak zorunda kalmışlardır. 61 yaş emekliliği ile karşılaşan çoğu müzeci özel müzelere ve üniversitelere geçmişlerdir. Böyle olunca ben atadım oldu demekle olmamış, gelenler gidenleri aratmıştır.
İş bununla kalmamış; Kültür ve Turizm Bakanlığı son günlerde hiç gereksiz olarak müzeleri sınıflara ayırmıştır. Bazılarına Ulusal Müze ismini vermiş ve bunların başına da müzeci olmayan müze başkanları atamıştır. Böylece müze-bilim eğitimi almış olan müze müdürleri müzeci olmayan bir başkanın emri altına girme zorunda bırakılmıştır. Kültür Bakanlığı’nın kurulduğu yıllarda illerde kültür müdürlükleri kurulmuş, bunların başına da siyasi iktidarlara yakın veya eş dost hatırı ile kültür müdürleri getirilmişti. Bu da yıllarca kültür müdürleri ile müze müdürleri arasındaki çekişmeye neden olmuştur. Bugün bu çekişmeye bir de müze başkanları eklenmiştir. Böyle bir çekişmeyi çağdaş müzecilik kavramını benimsemiş diğer müzelerde görmek olanaksızdır.
Bugün Ulusal Müzelerin dışında kalan diğer müzelerin valiliklere ve yerel belediyelere devredilme çalışmaları yapılmaktadır.
Böyle bir kaos ortamı içerisinde Türkiye, Müzecilik Haftasını kutladı. Hayırlı olsun ama bu sorunlar yumağı ortada iken gülerler adama!..
erdemyucel2002@hotmail.com
Yayın Tarihi :
26 Mayıs 2006 Cuma 11:15:21
Yorumlarınız
anadolu türkiye IP: 88.224.202.xxx Tarih : 24.07.2006 18:53:01
Dogrusu çok merak ediyoruz bu müze başkanları kimler diye.siyasi parti adamları mı,yoksa müzeyle uzaktan yakından alakası olmayan kişiler mi..? müze başkanı prof. olmalıdır ve siyasi degil,koltuk sevdalısı asla degil,işinin ehli ve yaratıcı,iyi egitimli,işini bilen biri olmalıdır.koyun güdemeyenleri ne müdür nede başkan yapmalarına izin vermeyecegiz.