Cumhuriyetimizin 90. Yılını bazılarımız coşkuyla, bazılarımız da dostlar alışverişte görsün kabilinden kutlamaya çalışıyor. Oysa bu günleri görüp, geçmişi hatırlıyorum ve gerçekten çok üzülüyorum. Çok değil; on on beş yıl öncesi bile bayramlarımızın en önemlisi olan Cumhuriyet Bayramı büyük coşku ile kutlanırdı. Çocukluk yıllarımda sınıfımızı kâğıttan bayraklarla, grafon kâğıtlarıyla süslerdik, öğretmenlerimiz bizlere bu günün kolay kazanılmadığını anlatırdı.
Hepsinin ruhları şad olsun.
Bu yazımda cumhuriyetimizin nasıl kurulduğunu anlatacak değilim. Aydınlanma felsefesinden geçmiş olanlarımıza, yakın tarihimizi bilenlerimize onu bir kez daha anlatmak yersizdir. Ya bilmeyenler derseniz; onlar bu büyük günün anlamını şimdiye kadar öğrenemedilerse varsın yine de öğrenmesinler. Anlamazlar ya da işlerine gelmediğinden anlamak istemezler…
Türkün bu büyük bayramı kolay kurulmadı…
Türkiye Cumhuriyeti çöken ümmetçi Osmanlı’nın küllerinden doğdu. Emperyalizme karşı koydu ve onlara karşı dimdik ayakta durdu. Bunu başaran Büyük Atatürk ve arkadaşlarına çok şeyler borçluyuz…
XVI. Yüzyıldan sonra duraklama ve çöküş sürecine giren 600 yıllık imparatorluk neden çökmüştü?
Emperyalizme nasıl boyun eğmişti?
Günümüzde hala Osmanlı hayalini kuranlar, Türküm demekten kaçınanlar bunu anlayabiliyorlarsa Büyük Atamıza dua etsinler… Sarı saçlı mavi gözlü adam olmasaydı bugün kim bilir hangi devletin kölesiydik; Yunanlı’nın mı, İngiliz’in mi, Rus’un mu bilemiyorum.
29 Ekim 1923 ümmetçilikten Türklüğe geçişimizin başlangıcıdır. Bağımsızlığımızı elde ettiğimiz gündür. 600 yıllık, imparatorluğun yerini dinamik, devrimci bir cumhuriyet almıştır. Her türlü entrikanın, hırsın, kanlı oyunların evlat, torun katlinin yaşandığı, haremin ön plana çıktığı imparatorluk tarihe karışmış, son padişah Vahdettin de bir İngiliz gemisine binerek kaçıp gitmişti. Her şey inanılmaz bir hızla değişmiş, batıya yönelik çağdaş devrimler birbirini izlemiştir. Belki de yıllar sürecek devrimler, kısa sürelerde yapılarak benimsenmiştir. Bu da gösteriyordu ki, Türkler böyle bir değişime susamışlardı.
İstiklal Savaşının kazanılması ve Cumhuriyetin ilanıyla her şey bitmemişti. Nitekim Atatürk “Asıl savaş şimdi başlıyor; o da cehaletle savaş” dememiş miydi? Emperyalist güçler yine de Türkiye’yi yıkmaya çalışıyordu. Lozan Antlaşmasında çözümü geride bırakılan petrol bölgesi olan Musul’daki Arap aşiretlerini para vererek kışkırttılar, bu memleketin çocukları Kürtleri ayaklandırmak için elinden geleni yaptılar. Yeni Türk Cumhuriyeti bir yanda okuma yazma oranı yüzde bir bile olmayan halkı eğitmeye, uyandırmaya çalışırken onların çıkardığı isyanlarla uğraşıyordu. Kısacası Cumhuriyetin ilanıyla her şey bitmemiş, asıl mücadele bundan sonra başlayacaktı. Nitekim de öyle olduysa da bir süre sonra ülkenin üzerine kısır politik çekişmelerden ötürü kara bulutlar çöktü.
Aradan yıllar geçti ortaya yeni yeni politikacı tipleri çıktı, emperyalizmin baskısı ağırlaştı, çıkar hesapları da onlara katılınca işler daha da karıştı. Atatürk ve devrimlerinden uzaklaşılmaya çalışıldı.
Türküm, doğruyum, çalışkanım diye başlayan, hepimizin ilkokulda söylediğimiz andımız sakıncalı bulundu!.. Oysa Türk olan herkesin göğsünü gere gere “Ne mutlu Türküm” demeye hakkı vardır.
Bazı siyasilerimiz Türk sözcüğünden nedense kaçıyor; Türk milleti diyeceğine benim milletim diyor!.. Anlaşılan köprülerin altından çok sular akmış olmalı ki bugünlere gelindi.
Bazı büyüklerimiz nedense bu milli bayramlarda Anıtkabir’e, törenlere gitmemek için hastalanmaya, rapor almaya başladı.
Bir zamanların coşkulu milli bayramlar sıra dışılığa itilmeye çalışıldı. Ne var ki bütün bunlar cumhuriyeti içerisine sindirmiş büyük çoğunluğun tepkisine neden oldu. Önümüzdeki günlerde bu milli bayramı büyük bir içtenlikle kutlayacağız. Balkonlarımızı pencerelerimizi bayraklarla süsleyeceğiz. Bazıları belki de korkudan bayrak asmayacaklar… Varsın asmasınlar; bizler asacağız. Meydanlarda andımızın söyleneceği duyumları ortalarda dolaşıyor.
Yeri değil belki ama dostum, sevgili kardeşim Kaan Koç, sosyal paylaşım sitesinde Atatürk ile ilgili bir yazı paylaşmış. Benim çok hoşuma gitti. Ben de sizlerle paylaşmak istedim;
Atatürk Amasya ziyaretinde ileride gördüğü sakallı bir adamı yanındaki valiye göstererek sorar:
-Kimdir o?
Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh’tır. Yörede çok hatırı vardır.
Atatürk Şıh’ı yanına çağırır:
-Bak baba imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber Efendimizin ki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir.
Şıh: “Emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir.
Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya’daki Şıh’ı hatırlar ve valiye telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl ve ne söyleyeceğini bilemezse de Şıh’ın sakal boyunda en küçük bir kısaltma olmadığını, aksine kimseye el sürdürmediğini anlatır.
Atatürk telefonu kapatır, kâğıdı kalemi eline alır ve az sonra yaverini çağırıp yazdığı yazıyı Amasya Valiliğine tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya’dan bir haber gelir. Şıh Efendi Atatürk’ü görmek üzere Ankara’ya yola çıkmıştır.
Şıh gelir ve Atatürk’ün karşısına çıkmıştır. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değişmiş… Kısacası Şıh Efendi bambaşka bir görünüme bürünmüştür.
Atatürk’ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Atatürk’e sorarlar:
-Aman Paşam, O Şıh ki sakalına el dahi sürdürmez. Siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?
Atatürk gülümser, sonra da yanındakilere:
-Dün akşam Amasya Valiliğine bir yazı gönderdim ve Şıh’ı Afyon’a vali atadığımı bildirdim.
Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp yaverine bunu Şıh’a vermesini söyler. Yazıda şunlar yazmaktadır:
“İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselesine gelince bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen, yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkûm bırakmayalım. Kal sağlıcakla…”
Kıssadan hisse…
Türk milletinin Cumhuriyet Bayramı kutlu ve daim olsun…
erdemyucel2002@hotmail.com
Cumhuriytimizin 90.Yılı nedeniyle mesaj ve telefonla bayramımızı kutlayan Konya-Ereğli Belediye Başkanı Hüseyin Obrukçu'ya, Beylikdüzü Belediye Başkanı Yusuf Uzun'a ,Puslu Yayıneve sahibi Murat Bulut'a, Velittin Küçük'e, Erem Çalıkoğlu'na, Baki Karakol'a, Yılmaz Ergüvenç'e,M.Ersindiğil'e, Kaan Koç'a ve bütün okuyucu ve dostlarıma teşekkür ederim.
hocam kalemine yüreğ,ine sağlık amma velakin benim bayramımı neye kutlamadın o vakit.... selam ve saygılar
Değerli kardeşim Mükremin Barut'un ezber bozan yorumlarını takdir ve beğeni ile karşılıyorum. Bu gibi konuları tartışmanın zamanı gelmiştir. Burada bir noktaya açıklık getirmek istiyorum. ''9 Eylül 1922'de Yunanlılar denize döküldü'', kolaycı bir ifade oluyor. Türk askeri kimseyi denize dökmedi. Yunan yönetiminde görev alanlarla beraber bir kısım Rum halkı can havliyle kayıklar ve mavnalara binerek limanda demirli bulunan İngiliz ve diğer yabancı savaş gemilerine iltica ettiler. Önemli bir kısım Rum ve Ermeni ise evlerine çekildiler. 12 Eylül yangını ilk olarak Ermeni mahallesinden çıktı. Yangının faillerine ait hiçbir belge bulunamamış veya açıklanmamıştır; sadece bazı söylentiler vardır. İzmir'in kurtuluşundan sonraki tarihlerde bazı Ege şehir ve kasabalarının kurtuluşu, düşmanı takip eden ordunun istikameti dışında kalan yerlerdir. Bu beldelerde de Osmanlı vatandaşı birçok Rum ikamet etmekteydi. Kurtuluş savaşı sırasında Türk askerini cepheye taşıyan trenlerin makinistlerinin de Rum asıllı olduğunu unutmayalım. Daha sonraki kurtuluş tarihleri, Türk askerinin o kasabaya ulaşıp fiilen el koyduğu tarihlerdir. Buralarda hiçbir mukavemetle karşılaşılmamıştır. Rum azınlıklar ''mübadele'' anlaşmasına kadar kasabalarda oturmaya devam ettiler. Sevgi ve saygılarımla...
Ben de Sayın Uğur Mumcu'nun şu ifadesini anımsadım: "- Biri yazıyor, ötekiler kopye çekiyor. Görüyorsunuz, tarih yazmak na kadar güç iş !" (*)
(*) "Kürt-İslâm Ayaklanması" Tekin Yayınevi. S: 231
Sayın Erdem Yücel; Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk' ün, başta emperyalist ülkeler olmak üzere, tüm dünya devletleri karşısında kesin bağımsızlığımızın ve de varlığımızın bir ifadesi olan ve Türk Ulusuna bahşettiği Cumhuriyetimizin kuruluşunun yıldönümünüzü içtenlikle kutlarım; ayrıca kendi emelleri için din sömürüsü yapan riyakârların, katı bir milliyetçilik uygulayan nankörlerin, yaptıkları siyaset (!) ile ülkemizi bölmeye çabalayan şerefsizlerin hidâyete ermelerini temenni ederim.
Sayın Üstadım çok güzel özetlemişsiniz. "29 Ekim 1923 ümmetçilikten Türklüğe geçişimizin başlangıcıdır. " Eskiden "29 Ekim 1923 ümmetçilikten millet olmaya geçişimizin başlangıcıdır. " derlerdi. Şimdi gerçeği ifşa etmenin zamanı gelmiş demek ki. :)
"... ümmetçilikten Türklüğe..." geçtiğimiz için sorunlar başgöstermiş. Geride kalan halklar ise bu duruma bakakalmışlar. Arkasından 29 isyan. Mübadele. Acılar ve travmalar.
Şimdi pek çok yorumcu arkadaşın ezberi bozulacak ama olsun. Ortak Çakma Tarihimizi dikkatle incelersek, yüzümüzü tebessüm ettirecek çok şey bulabiliriz.
09 Eylül 1922 İzmir’in Kurtuluşu idi. Yunanlılar denize döküldü. Kurtulanlar zorlukla gemilerine binebildiler diyor resmi tarihimiz.
10 Eylül : Orhangazi'nin, 11 Eylül: Bursa, Gemlik, Orhaneli, Seferihisar ve Foça'nın 12 Eylül : Sandıklı, Haymana, Mudanya, Kırkağaç ve Urla'nın, 13 Eylül : Soma'nın, 14 Eylül : Manyas, Karacabey, Mustafakemalpaşa, Bergama ve Dikili'nin,
15 Eylül : Ayvalık'ın, 16 Eylül : Çeşme'nin, 16 Eylül : Bandır’manın, 18 Eylül : Erdek, Biga, Çan, Karaburun ve Mahmudiye'nin 20 Eylül : Mihalıççık ve Sivrihisar'ın, 21 Eylül : Ayvacık'ın 22 Eylül : Emirdağ'ın, 23 Eylül : Bolvadin ve Çay'ın, 24 Eylül : Lapseki'nin Yunan işgalinden kurtuluşu.
Yani benim anlamadığım, bu arkada kalan Yunan birlikleri nereden çıktılar ? Sevgi ve saygılarımla.K. Mükremin BARUT