Pakize Suda’nın televizyon kanallarından birisinde elinde mikrofon şehir şehir dolaşıp önüne gelene, günlük yaşantımızda sıkça kullandığımız bazı kelimelerin anlamını soran bir programı var. Gerçekte bu program kara mizahın bir şaheseri. İnsanların çoğu kullandıkları sözcüklerin ne anlama geldiğini bilmiyorlar. Bu program kültürümüzü, günlük yaşantımızı, siyasete olan duyarsızlığımızı acı bir gerçek olarak yüzümüze vuruyor.
Yarın 6 Ekim… Pakize Suda bu kez İstanbullulara “6 Ekim’de ne oldu” diye sorsa doğrusu nasıl yanıtlar alacağını çok merak ediyorum…
Her yıl basınımızda bile 6 Ekim ile ilgili haberler öylesine az çıkıyor ki. Oysa çoğumuz Fatih Sultan Mehmet’in 29 Mayıs 1453’de İstanbul’u fethederek Bizans İmparatorluğu’nu sona erdirdiğini biliriz. 29 Mayıs, “Fetih Günü” olarak kutlanır. Dünya tarihinin bu önemli olayını yıllardır biraz abartılı biçimde kutlayıp, neredeyse bir bayram gününe dönüştürmüşüz…
Bu arada tarihi bazı yanlışları da bir türlü düzeltememişizdir. Örneğin Fatih’in askerlerinin Topkapı’dan değil de Ayvansaray yakınlarından şehre girdiği, Bursa’da bir ilçeye ismini verdiğimiz Ulubatlı Hasan’ın yaşayıp yaşamadığı, gemilerin karadan kızaklarla denize indirilip indirilmediği bile tartışma konusudur…
Aydınlanma felsefesini özümsemiş batı ülkelerinin çoğunda artık bu türden hamasi kutlamalara pek rastlanmaz. Çağdaş hukuk düzenine uymuş dünya ülkelerinde fetih ideolojisinin pek taraftar bulmadığı da açıktır. Artık onun yerini yabancı ülkenin eline geçmiş bir şehrin yeniden kazanılması almıştır. Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’da birçok şehrimiz yabancı istiladan silah gücüyle, değişen politik tutumlarla ve siyasi manevralarla kurtarılmıştır.
II. Dünya Savaşı’nda Almanların, Japonların ellerinden kurtarılmış şehirler vardır. Savaş sonrasında, galip gelen devletlerin eline geçen şehirler, zaman süreci içerisinde değişen siyasi ortam ve politika alanındaki mücadeleler sonunda yeniden kazanılmıştır.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetmiş, Atatürk ise şehri yabancı devletlerden geri almıştır. İstanbul tarihinde bu iki tarihi olay, konumları bakımından son derece önemlidir. Biri diğerinden çok daha önemlidir denilemez.
İstanbul’un fethi, sürekli kapatılan, sonra da isim değiştirerek yeniden kurulan bir partinin tekeline girmişti. Nedense diğer siyasi partiler bunu pek önemsemeyerek sessiz kalmışlardı. Milliyetçi olduğunu her fırsatta ileri süren bir partinin de aynı umursamaz tutumu sürdürmesi hayretle karşılanmıştı. İstanbul’un fethinin siyasi bir propaganda vasıtasına dönüştürülmesi gerçekten çok üzücüydü…
Yarım yamalak tarih bilgileriyle yola çıkanların, siyasete bulaştırdıkları İstanbul’un fethi törenlerini adeta komediye dönüştürmüşlerdi. Dolmabahçe rıhtımından hareket eden tekerlekli kayık azmanları sözüm ona Fatih Sultan Mehmet’in kadırgalarını sembolize ediyordu!... İstanbul Büyükşehir Belediyesi işçileri her yıl ahlayıp puflayarak bu kayıkları Dolmabahçe’den Taksim’e, oradan da Kasımpaşa’ya götürürlerdi. Bunların önünde beyaz, zayıf bir atın üzerinde sözüm ona Fatih Sultan Mehmet, yanında Akşemsettin ve yeniçeriler kayıkların arkasından ilerlerdi. Böylece tarihi bir olay sembolize edilecek diye trajik-komik bir oyun ortaya konulurdu. Bunu izleyen gece de stadyumların birinde şarkılı türkülü bir konser verilirdi. Ardından havai fişekler atılır. Bazı parti üyeleri de fetihle ilgili anlamlı sözler (!) söyler, aralarına da vazgeçemedikleri siyasi cümleleri sıkıştırırlardı. Fatih Sultan Mehmet’e, yanındaki kumandanlara, ulemaya ve yeniçerilere de farkında olmadan en büyük hakareti yaptıklarını, onları komik duruma düşürdüklerinin farkına bile varamazlardı. Fatih Sultan Mehmet ve o devrin önde gelenleri, böylesine komik temsili törenlerle hafife alınmaya layık değillerdir.
Kurtuluş Savaşı sonrasında İstanbul’un, o günlerin güç koşulları altında Atatürk’ün uyguladığı siyaseti acaba yeterince kaçımız biliyoruz?
Bu konuda ne gibi yerli ve yabancı tarih, siyaset kitaplarını ne kadarımız okumuştur?
İstanbul’un fethi ile kurtarılması iki ayrı tarihi olaydır. Bundan ötürü de bu iki olaya biraz açıklık getirmek isterim.
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden 465 yıl sonra, Osmanlı İmparatorluğu bir hiç yüzünden, devrin Osmanlı Padişahının, İttihat ve Terakkinin, Enver Paşa’nın basiretsiz tutumundan ötürü I.Dünya Savaşı’na girmiş ve bu savaştan yenik çıkmıştır. Çanakkale’deki şehit kanları daha kurumadan Mondros Mütarekesi (30 Ekim l918) uyarınca İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan savaş gemilerinden oluşan 61 parça donanma İstanbul önlerinde demir atmış, 13 Kasım l918’de de karaya asker çıkararak şehri ele geçirmişlerdir.
Fransız işgal orduları başkumandanı General Francet d’Esperey 8 Şubat’ta trenle İstanbul’a gelmiş, Fatih Sultan Mehmet’e özenircesine beyaz bir at üzerinde ve Rumların sevinç gösterileri arasında Sirkeci’den Beyoğlu’na geçmiştir. Bu yürüyüşü İngiliz orduları başkumandanı da bir defa daha yinelemiştir.
I.Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra Atatürk, Çanakkale’den İstanbul’a gelmiş ve Haydarpaşa’dan bindiği vapurda savaş gemilerine bakarak “Geldikleri gibi giderler” diye ünlü ve gerçekçi sözünü söylemiştir.
30 Ağustos Zaferi’nden sonra Türk Ordusu 13 Eylül l922’de İstanbul ve Çanakkale boğazlarına doğru yürüyüşe geçmiş, Mudanya Konferansı (29 Eylül l922) ordunun bu ilerleyişini durduramamıştır. Türk ordusu Çanakkale ve İzmit yakınlarında, İngiliz ordusu da Caddebostan, Merdivenköy, Büyük Çamlıca ve Kuzguncuk’ta savunma hattı kurmuşlardı. Mudanya Antlaşması’nın (11 Ekim l922) imzalanması üzerine Yunan ordusu Doğu Trakya’yı boşaltmıştır. 4 Kasım l922’de İtilaf Devletleri, İstanbul ve Çanakkale’yi Türk yönetimine bırakmışlardır. Kuşkusuz, burada Atatürk başta olmak üzere yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin uyguladığı basiretli tutumun, siyasetin büyük rolü olmuştur.
Dolmabahçe meydanında 4 Ekim l923 günü bir tören düzenlenmiş, işgal orduları Türk kıtasının sancağını selamlayarak gemilerine binip gitmişlerdir. Atatürk’ün önceki yıllarda söylediği gibi geldikleri gibi gitmişlerdir. Bu olay, Atatürk’ün ne kadar ileri görüşlü bir deha olduğunu bir kez daha göstermiştir. Türk ordusu İstanbul’a 6 Ekim l923’de kan dökülmeden girmiştir.
6 Ekim Türkler için çok önemli bir gün olmuştur. O gün bütün caddeler, sokaklar bayraklarla donanmış, halk kendi ordusunu büyük bir coşku içerisinde karşılamıştır. 5 Ekim günü Anadolu yakasına gelen Türk askeri 6 Ekim’de Sarayburnu’ndan şehre girerken evlerde hiç kimse kalmamış, herkes kahraman askeri bağrına basmak için yollara dökülmüştür.
Tanrı’nın Türklere bahşettiği iki büyük insandan, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetmiş, Atatürk de kenti ele geçiren batılı güçlerden kurtarmıştır. Fetih ve kurtuluş iki ayrı kavramdır; birbirlerine karıştırılmamalıdır.
Atatürk olmasaydı bugün İstanbul elimizden gitmişti ve belki de ismi Konstantinopolis’e dönüştürülmüştü. Atatürk’ü bilmeden, anlamadan O’na karşı olanlara Tanrı biraz akıl ve izan versin…
Tarihimizi ve özellikle yakın tarihimizi, çok iyi bilmeli ve her yıl 6 Ekim’i çok daha büyük coşku içerisinde kutlamalıyız.
"18 Mart", "23 Nisan", 19 Mayıs", "24 Temmuz", "30 Ağustos", "10 Eylül" tarihlerini milletine unutturmaya çabalayan malumlar, nasıl olacak da bu tarihi Türk gençliğine hatırlatma cesaretini gösterebilecekler !
Bir güzel tarih sayfasini acmissin gene,Ellerine saglik Hocam"Sahsen dünya milliyetciligini göz önünde bulundurursak,inanyorum,ki hic bir milliyetci yoktur.Milliyetciyim diyen kimseler,arastirilsa hepsi cikar icin milliyetciyim diye der dururlar.Ve o milliyetciyim semsiyesi altinda filizlenip büyümege calisirlar.Burda milliyetcilik bu kadar basit birsey olmadigini ve olmamasi gerektigini söylemek istiyorum.
Benim kendi düsencemde milliyetcik,te egoistlik olmaz,Sadece Vatan ve millet"e hizmet vardir.Türkiye,de ben milliyetciyim diyen devir kapanmistir.Dahi Mustafa Kemal Atatürk"ün döneminde milliyetcilik vardi.O dönemde Halk ac susuz silahsizim demeden,Kazmasini oragini cekicini bicagini varsa kilicini kapan Vatan ve Millet icin cepheye koşmustur.O sehitlerimiz gazilerimiz hakiki milliyetciydi.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti,Allah göstermesin bir savasa girse ben milliyetciyim diyenlerin cogu,baska ülkelere kacar.Atatürk"ün bir dahi olduguna inanmiyanlar kör oldugu gibi,hangi devirde yasadiklarinin farkindamidirlar.Eger hür ve egemen bir Türkiye,de yasiyorlarsa oda tanrinin bir lutfu dahi,Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaslarina borcludurlar.
6 ekim,de sirf istanbul kurtulmamistir,istanbulun kurtulusu demek tüm Türkiye kurtulmus demektir.Halen istanbulun konstantinopolis olma hayelinde yasayan devletler vardir.Acaba bugün bu güzel tarih sayfasini okudugumuz gibi ilerideki tarih yazarlari,Türkiye,de öz kizlarina tecavuz eden babalarini da yazacak,mi.Gecmisinden ders almayan,gelecegi mechuldur hüsrandir saygilarimla.