Yazılı ve görsel basının en önemli görevlerinin başında doğru habercilik olduğu hemen herkesin bildiği gerçekler arasındadır. Ne var ki, çoğu kez basının bazı kesimi bunun tam tersini yaparak doğru olmayan veya iyi araştırmadan haberler yaparak toplumu yanlış yönlendirmektedir. Bunun iki anlamı vardır; ya gündemi değiştirerek dikkati başka yöne çekmek ya da bilgisizlikle gazetecilik yaptıklarını sanmak... Her ikisi de doğru, etik bir davranış değildir. Nitekim geçtiğimiz günlerde bunun tipik bir örneği ile karşılaştık. İsmi vermek istemiyorum, amacım bir iki muhabirin yalan yanlış yazmasının, yönetimin de dikkatinden kaçmasından kaynaklanan haberden ötürü bir gazeteyi yermek değildir. Bu gazetenin manşetine taşıdığı özel haber başlığı altında “İbadete Açık Ayasofya” Ayasofya Müzesi’nin yavaş yavaş ibadete açıldığı, minareden ezan okunduğu ve çalışanlar için yapıldığı söylenen mescidin Ayasofya’nın halkla dolup taştığı yazılmış. Altına da foto muhabirinin çevreden topladığı birkaç genç ile çoluk çocuğu saf tutturarak çektiği resim konmuş.
Gerçekte bu haber toplumun bazı kesimlerinin dikkatini çekmek, belki de böyle bir girişimde bulunmayan hükümeti zor duruma düşürmek gibi düşünceden yola çıkılmış, gazetecilik adına baştan aşağı araştırılmamış, daha doğrusu gerçek dışı bir haberdir. Gazete bununla da yetinmemiş, yayın yönetmeni de köşesinde Ayasofya ciddi bir takıntı dedikten sonra 1500 yıllık bir kilise, 1000 yıllıkken, Fatih’in İstanbul’u almasıyla birlikle camiye çevrilmiş. 500 yıl cami kalmış . Sonra 1930’larda “Ne cami olsun, ne kilise” denilerek müzeye dönüştürülmüş diyor. Gazete yönetmeni ve köşe yazarı zahmet edip birkaç yere bakma gereğini bile duymamış, yalan yanlış tarihler ortaya koymuş. Oysa bugünkü Ayasofya 532-537 yıllarında, 5 yıl 10 ay ve 4 günde İmparator İustinianus (521-565) tarafından daha önce yapılmış olan iki Ayasofya’nın üzerine yapılmıştır. Tarih boyunca 916 yıl kilise, 481 yıl cami olarak işlevini sürdürmüş, Atatürk’ün isteği, Bakanlar Kurulunun kararı ile 1. Şubat 1935’de müze olarak ziyarete açılmıştır.
Ayasofya İstanbul’un en yaşlı yapılarından biri olduğu kadar, Bizans sanatı yönünden de evrensel boyutlarda bir yapıdır. Bizans ve Osmanlı kültürünün mimarisi, mozaikleri ve bezemesi ile bütünleştirmiş bir yapıdır. Zaman zaman ortaya atıldığı ve çatlak seslerin çıktığı gibi hiç kimsenin onu ne kilise ve ne de cami yapmaya gücü yetmeyecektir. Bu tür yazılar daha önce de yazılmıştır ve daha da yazılacaktır. Ancak şunu açıkça belirtmeliyim ki, bazı yazılarımda eleştirdiğim hükümetin Ayasofya’yı yavaş yavaş da olsa camiye çevirmek gibi bir çalışması da yoktur. Kuşkusuz, içten içe isteseler bile bunu yapamayacaklarını bilirler.
Şimdi gazetenin yanlış olarak çarpıttığı konuya gelmek ve gerçeği yazmak isterim. Bu arada da Ayasofya Müzesi Müdürü Jale Dedeoğlu gazetede çıkan yazı üzerine Anadolu Ajansı’na verdiği demeçte gerçeği yansıtmıştır. Ancak müdürün yazdıkları gerçek olmasına rağmen olay yaratacak nitelikte olmadığından basında, Kenthaber dışında pek yer bulmadı.
Ayasofya’da bir mescit var mı? Varsa bu mescit nasıl ve ne zaman kimin tarafından açıldı?
Ayasofya’da yeni açılmış bir mescit bulunmamaktadır. Bu gün mescit olarak kullanılan mekân Ayasofya’nın bir bölümü olmasına rağmen, müze ile bağlantısı bulunmamaktadır. Mescidin bulunduğu kısım, Ayasofya’ya Osmanlı döneminde yapılan eklerden Sultan Abdülmecit tarafından ikinci kez yaptırılmış olan Kasr-ı Hümayun denilen ve Hünkâr Mahfeline girişi sağlayan bölümdür. Bab-ı Hümayun Caddesi tarafından girişi olan bu bölüm Sultan Abdülmecit döneminde yapılmış, ve içerideki eski mahfil ile bağlantı sağlanmıştır. Ayasofya’nın onarımlarını yapan G.Fossati bu kasrı yeniden düzenlemiş, dışa açılan cephedeki taş kemerleri demir parmaklıkla büyük pencereler biçimine sokmuş, ortasına da mermer söveli bir kapı açtırmıştır. Bu girişin üzerine de Kazasker Mustafa İzzet Efendinin talik yazısı ile h.1265 (1848-1849) tarihli bir kitabe koydurmuştur. Bunun üzerine de Sultan Abdülmecit’in tuğrasını yerleştirmiştir. Bu girişten geniş bir hole girilmektedir. Sonraki yıllarda bu hol, küçük mekanlara bölünmüşse de bunlar ortadan kaldırılmış ve arkasındaki görkemli kapı ortaya çıkarılmıştır. Burada küçük bir kahve ocağı, XIX. yüzyıla ait çeşme bulunmaktadır. Ayrıca G.Fossati bu bölümü Neo-Rönesans üslubunda bezemelerle süslemiştir. Yan duvarlara bir İtalyan Ressam Mekke ve Medine resimlerini yapmışsa da bunlardan biri günümüze gelememiştir. Buradaki altın yaldız çerçeveli bir kapıdan bir rampaya oradan da hünkar mahfeline geçilmektedir. Rampa sonundaki kapı kapatıldığında bu giriş ile Ayasofya bağlantısı tamamen kesilmektedir.
Bu bölüm Feridun Dirimtekin’in müze müdürlüğü sırasında, 1950’lı yıllardan sonra müze müdürlük lojmanı olarak düzenlenmiştir. İstanbul Kültür Müdür Yardımcılığı görevini üstlendiğim 1980-1981 yılında bu mekan Kültür Bakanı Tevfik Koraltan’ın isteği, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün 14.07.1980 gün ve 5224 sayılı yazısı ile “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti devlet büyükleri ve İslam ülkeleri devlet başkanlarının” namaz kılmaları için ibadete açılması uygun görülmüştür. Bunun ardından da küçük bir onarım çalışmasından sonra Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün 05.08.1980 tarih ve 6126 ile 6158 sayılı yazıları ile 08.08.1980 günü mescit ibadete açılmıştır. Ancak o zamanki müzeciler ve teknik heyet bu karara ve Bakanlığın baskısıyla yazılan yazıya tepki göstermişlerse de devlet memuru olduklarından yapacak bir şeyleri olmamıştır. Buna da bir çare bulunmuş, Ayasofya’nın içerisine yönelik Sultan Abdülmecit hünkar kasrını taşıyan sütunların ağırlığı kaldıramayacağı önü sürülünce bakan çaresiz kalmıştır. Bununu üzerine hünkar mahfeli onarıma alınmış ve Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün 05.08.1980 günlü, 6159 sayılı yazısı ile açılan mescit ziyarete de kapatılmıştır. O sırada gözlemlerime göre ilk gün dışında mescide namaz kılmaya pek değil hiç gelen olmamıştır. Namaz kılmak isteyenler Sultanahmet Camisi’ni tercih etmişlerdir. Söylenildiği gibi bu mescit müzelerde çalışanlar için açılmamıştır.
Namık Kemal Zeybek’in Kültür Bakanlığı sırasında 10 Şubat 1991’de bakanın şifahi emirleri doğrultusunda bu bölüm yeniden ibadete açılmış, ancak gelenler Abdülmecit Hünkar Mahfeline geçemeyecek biçimde aradaki kapı kapatılmış, ana mekan ile bağlantı kesilmiştir. Bu arada Bakanın isteği doğrultusunda Ayasofya’nın dört minaresinden 31.01 l991 tarihinden itibaren de ezan okunmaya başlamıştır. Ne var ki bu durum bazı çelişkileri de beraberinde getirmiştir. Yerli ve yabancı Müslümanlar ezan okununca Ayasofya’ya namaz kılmak için gelmeye başlamış, kendilerine burası müze namaz kılınacak yer yan tarafta denilince de o halde neden ezan okunuyor diye şikayet etmeye başlamışlardır. Bunun üzerine Ayasofya’nın üç minaresindeki hoparlörler kaldırılmış, yalnızca Babüssade Caddesi üzerindeki minareden ezan okunmaya devam etmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı burada bir din görevlisine görev vermiş, müze yönetimi bu bölümün anahtarlarını demirbaş listesiyle birlikte imam Mahmut Topbaş’a teslim edilmiştir. Bu arada da Diyanette Ayasofya imam ve müezzin kadrosunun devam ettiği, bu kadronun Maliye Bakanlığı tarafından geri çekilmediği de ortaya çıkmıştır. O günden bu güne o mescit ibadete açıktır. Ancak cemaati de yoktur. Bazen hiç kimsenin gelmediği de olmuştur. Çoğu kez din işleri ile görevlilerin dışarıda hediyelik eşya sattıkları da gözlemlenmiştir.
Ayasofya yavaş yavaş ibadete açılıyor veya ibadete açık gibi haberlerin gerçeğini, Ayasofya içerisinde yaşamış bir kişi olarak aynen sizlere yansıtmaya çalıştım. Bu arada dönemin bakanı Namık Kemal Zeybek’in birkaç gün önce basına verdiği demeci de yadırgadığımı belirtmek isterim.
“Müzeyi cami yapmadım. Boş kalan yeri mescit yaptım, dört minareden ezan okunmasını da istedim.Yaparken de hiçbir şeyden çekinmedim. Yapılan şeyin doğru olduğunu hala savunuyorum.”
Bu arada pek çok kişinin düşünmediği bir noktayı da dile getirmek isterim. Ayasofya’nın müze oluşu Bakanlar Kurulu’nun kararı ile olmuştur. İbadete açılan bölüm Ayasofya’nın bir parçasıdır. Bakanlar Kurulu’nun verdiği bir kararı yine bakanlar kurulu kaldırabilir. Bir bakanın bu karara karşı davranışta bulunması hukuki yönden geçerli mi? Yoksa geçersiz mi? Biraz da hukuki yönden bunu tartışmaya açmalıyız.
Belki de sayın Zeybek o günlerdeki icraatı (!) ile bugün gündeme geleceğini düşünmemişti. Oysa o yıllarda Ayasofya müzesi yönetimi hünkar mahfelini, Osmanlı kültüründe hünkar mahfeli konulu bir bölüm olarak ziyarete açmak istiyordu.
Bilmek veya bilmemek birbirine zıt iki sözcük. Ancak akıl ve bilim onları birleştirmeli ve yüceltmelidir.
erdem@kenthaber.com
Yayın Tarihi :
5 Temmuz 2006 Çarşamba 16:24:48
Yorumlarınız
selim. IP: 81.215.67.xxx Tarih : 9.07.2006 00:27:30
Bilmek veya bilmemek birbirine zıt iki sözcük. Ancak akıl ve bilim onları birleştirmeli ve yüceltmelidir.Bu cümleniz çok hoşuma gitti,tüm yazılarınızı dikkatlice devamlı okuyorum,bu arada daha evvel evinizde meydanagelen,olayda tanıdıklarınızın olduğunu BİZİM buralarda teksas gibi her CUMARTESİ AKŞAMLARI, silahlar atılıyor,jandarmayı aradığımızda ilk sorulan DÜĞÜN VARMI??? Bu nademek silah atmak bukadar rahatmı,herkez düğün yapsın önüne gelen hasmını vursun ve düğünvardı desin. NERDE BU DEVLETİN VARSA KANUN UYGULAYICILARI,GÜVENLİĞİ;;HANGİ DEVİRDE VE YÜZYILDA YAŞIYORUZ.. Lütfen bununla ilgili gerekli kurumlara uyarıcı mahiyetinde bir sutun yapsanız. ŞİMDİDEN TEŞEKKÜRLER