2
Mayıs
2025
Cuma
ANASAYFA

Ayasofya Yine Gündemde

 

Türkiye’de gündeme sürekli getirilen konuların başında Ayasofya gelmektedir. Siyasi ortamı dağıtmak, konuyu değiştirmek isteyen bazı siyasiler zorlandıklarında öncelikle Ayasofya’ya el atarlar. Bu arada da cami mi, müze mi konusunu tartışmaya dönüştürürler. Bu konuda arkeoloji, sanat tarihi ve tarih bilgileri de olmadığından ulu orta konuşur, yazıp çizerler. Bazıları olumlu, akılcı bir sonuç alamayacaklarını bildikleri halde TBMM’de hükümete gensorular verirler. Sonuç baştan bellidir; sıfıra sıfır elde var sıfır...

Basının bazı kesimi de onlardan aşağı kalmaz, akılları sıra konuyu işlediklerini sanıp havanda su döverler. Böylece güncel, siyasi ortamda evrim sürecini geçirmemiş bağnazların dikkatleri başka bir yöne çekilir. Kısacası istenilen de budur.

Bu tür yazar çizer takımının ve bazı siyasilerin tek dayanakları da Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya ile ilgili vakfiyesidir. Fatih Sultan Mehmet’in “Kenise-i Münakkaşa” diye sözünü ettiği vakfiyesinden Ayasofya’ya da büyük önem verdiği bilinmektedir.

İslamiyet’in önemli bir dayanışma kuruluşu olan vakıflar, vakfiyeler yüzyıllar boyunca yaşamıştır. Bunlarla insanlığa hizmet amaçlandığı gibi yapıların da yaşamaları sağlanmıştır. Ne var ki, bu vakfiyelerin çoğu günümüzde güncelliğini, işlerliğini yitirmiş, geçmişin tarih ve dini hukuk dosyaları içerisinde kalmıştır. Osmanlı kültür ve hukukunun ortaya koyduğu binlerce vakıftan, vakfiyeden söz edilmezken, sürekli Ayasofya vakfiyesine sarılanların davranışları kuşku ile karşılanmalıdır.

Ayasofya’yı geçtiğimiz günlerde Doğan Hızlan haklı olarak gündeme bir kez daha taşıdı. Gazetesinin manşetinden verdiği haberde “Ayasofya Niye Karanlık” diye ilgililere bir soru yöneltti. Sultanahmeti Süleymaniye, Nur-u Osmaniye camileri ile Topkapı Sarayı’nın geceleri aydınlatıldığını, onların yanı sıra Ayasofya’nın karanlıkta kaldığı gerçeğini dile getirdi.

İstanbul’un tarihi yarımadası olarak tanımlanan bölgede kültür varlıkları geceleri aydınlatılırken, evrensel boyutlardaki Ayasofya’nın karanlıklar içerisinde oluşu gerçekten üzüntü verici idi. Bu arada konuya değişik yönden bakanlar da vardı; acaba Ayasofya’nın karanlıklarda kalmasında müze oluşundan ötürü bir kasıt var mıydı? Sanıyorum müze müdürü bu konuda bakanlığa birçok yazı yazmış ve bir sonuç alamamıştır. Şimdi bunun sorumlusu Kültür ve Turizm Bakanlığı mı yoksa müze müdürü mü?

Basından öğrendiğimiz kadarıyla toplantılarda uyuması, Rus turistlerin gelmesine karşı tutumu, halıcıların, taksicilerin turistleri kazıkladığını söylemesi ile gündeme gelen Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç bu konuda uyandı ve “Ayrıcalığa karşıyım. Bir eşitsizlik varsa giderilecektir” demekten kendisini alamadı. Bakanın ardından müsteşarı Prof.Dr.Mustafa İsen’in “yeni bir aydınlatma projemiz var, sponsor arıyoruz. Bugünden itibaren ışıklandırma kontrol edilecek. Ayasofya için enerji tasarrufu söz konusu olamaz” sözleri bize pek inandırıcı gelmedi. Önce bu konuda ödenek sağlanacak, projesi çizilecek, uygulamaya geçilecek ve Ayasofya pırıl pırıl olacak...

Madalyonun bir de başka yüzü var; Kültür ve Turizm Bakanlığı müzeleri sözcüğün tam anlamıyla bir kaos yaşamaktadır. Bakanlığın yönetimindeki müzeler her yönü ile çökmüştür. Müzelerde ne müdür, ne uzman ne de yardımcı hizmetler personeli kalmıştır. Bunun sorumluları ne bugünkü bakan, ne de müsteşardır. Bu çöküş 1990’lı yıllarda başlamış, müzeler yavaş yavaş erimiş ve kopma noktasına gelmiştir. Herhangi bir müzeye yeni bir atama yapılacağında yetenekli eleman bulunamamaktadır. Müzelere de uygulanan 61 yaş emekliliği son uzman kadrolarını da silip süpürmüş, müzeleri korumasız bırakmıştır. Bundan da özel müzeler ile özel üniversiteler yararlanmış, deneyimli, bilgilerini evrensel boyutlarda kanıtlamış olanlara kapılarını açmışlardır.

Bu acı sonu, zaman zaman yazdığım gazete ve dergilerde, hazırladığım veya konuk olduğum televizyon ve radyo programlarında dile getirmiş, ilgilileri! gelecekte karşılaşacakları sorunlar konusunda uyarmaya çalışmıştım. Bu konuyu yeniden gündeme getirmemeye de kendimce karar vermiştim. Ama insanın elinde olmuyor. Yine de yazmadan duramadım; Ortada bir yığın bürokratik engeller var. Müzelerde boşalan yerler Döner Sermaye İşletme Müdürlüğü (DÖSİM) aracılığıyla alınan ücretli personel ile doldurulmaya çalışılıyor. Bakanın veya müsteşarın farkında olup olmadıklarını bilmiyorum; bu tür elemanlar 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olmadıklarından hiçbir sorumlulukları da bulunmamaktadır. Onlara bu durumda ne müzelik eser teslim edilir, ne müzelerin korunması istenir. Ayrıca imza atma yetkileri de yoktur.

Konuyu fazla dağıtmadan ben yine Ayasofya’ya dönmek istiyorum. Doğan Hızlan’ın haberi beni yıllar öncesine götürdü. 1982 yılının sonlarına doğru Ayasofya Müzesine müdür olarak atanmıştım. O günlerde de bazı camiler aydınlatılırken, Ayasofya bugün olduğu gibi yine kapkaranlıktı. Minarelerinde aydınlatma tesisatı da bulunmuyordu. Osmanlı dönemi eserlerinin üzerinde ise hiç durulmamıştı. Evrensel boyutlardaki bu anıtı görmek isteyen yerli ve yabacı turistler, gündüz saatlerinde bile karanlıklar içerisinde olan Ayasofya’yı ziyaret ediyorlardı. O günlerde Ayasofya’nın nasıl aydınlatılacağının çarelerini araştırdım. Önce genel müdürlüğün yardımı ile aydınlatma tesisatını basit de olsa yaptırdım. Bundan sonra resmi olarak başvurduğum elektrik idaresi, Ayasofya’yı aydınlatırız ama, faturalarını da müze olarak ödersiniz demişti. Öte yanda genel müdürlük, tesisatı yaptık ama aydınlatma giderlerini ödeyecek tahsisat yok, nasıl çözersen çöz dedi. O yıllarda bugün olduğu gibi sponsor, muponsor hak getire!.. Ayrıca devletin itibarı sarsılır diye de sponsora pek sıcak bakılmıyordu. Elektrik idaresi yetkililerine camilerin aydınlatılmasında faturaların nasıl ödendiğini sorduğumda aldığım cevap beni hem sevindirdi, hem de üzdü. Ayasofya’yı cami veya müze olarak kabul edecek ve ona göre işlem yapacaktım. Elektrik idaresi yetkilileri biz camileri ücretsiz aydınlatıyoruz, Ayasofya müze, onu camilerle eş tutamayız demişlerdi. Nerden aklıma geldi ise geldi, Ayasofya’nın eski faturalarının cami olarak kesilip, ödemelerin müze tarafından yapıldığını gördüm. Bu faturalara dayanarak, ikinci kez cami olarak başvuru yaptığımda, elektrik idaresi Ayasofya’nın aydınlatılmasını ücretsiz karşıladı.

Ayasofya'nın karanlıkta kalmasını içeren Doğan Hızlan'ın yazısının yayınlanmasının ardından Ayasofya'nın aydınlatıldığını görüyoruz. Bu nedenle de ilgililere bir soru yöneltmeye hakkımız var sanıyorum. Bir yanlışın veya ihmalin ya da vurdumduymazlığın düzeltilmesi için konunun büyük trajlı bir gazeteye manşet mi olması gerekiyordu?

Kültür ve Turizm Bakanlığı Maliye Bakanlığı’ndan gereken ödeneği ve personel kadrolarını neden alamaz? İşte Kültür Bakanlığı’ndaki kaosun çözümü burada aranmalıdır.

Albert Einstein’ın “Yaratıcılık, gösteriş yapmadan kişisel projenin gerçekleştirilerek halkın yararına sunulduğu zamandır” sözü hiçbir zaman unutulmamalıdır.





erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 16 Haziran 2005 Perşembe 16:29:38
Güncelleme :17 Haziran 2005 Cuma 13:21:37


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
ahmet doğhan IP: 81.214.146.xxx Tarih : 20.07.2005 15:32:42
Efendim,bazı yöneticiler hariçten gazel atmayı sever iş icraata gelince dar alanda kısa pas yapmayı severler.Bu yıl memur maaşımla tokat bursa çanakkale istanbul ankara tokat ailemle bir gezi yaptık 5kişilik bir aileyiz müze vb yerlere uygulanan giriş ücretleri hemen hemen harcama listemde ilk sırayı aldı.Sonrada iç turizm yavaş yada yok diye açıklama yapılıyor.kesilen bu harçlara rağmen hala birşeyler yolunda gitmiyorsa işletme hakkı özel kişilere verilsin