AKP Adana Milletvekili Atilla Başoğlu, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un yanıtlaması için TBMM Başkanlığı’na bir soru önergesi vermiş. Basından öğrendiğimiz kadarıyla bu önergesinde milletvekili, Ayasofya’nın hangi gerekçe ile gülkurusu rengine boyandığını sormuş. Bunun yanı sıra Ortodoks kiliselerinin gülkurusu renklerini gösteren fotoğraflarını da önergesine eklemiş. Bakandan, bu rengin ne zaman ve hangi tasarrufla değiştirildiğinin yanıtlamasını istemiş. Bu arada hayali bir takım iddiaları da peş peşe sıralamış;
Rengin değiştirilmesinde her hangi bir dış finansman etkili olmuş mudur?
Renk tercihinde her hangi bir yazılı yahut sözlü yönlendirme olmuş mudur?
Gülkurusu rengin tercih edilmesinin sebepleri nelerdir?
Resimlerde görülebileceği gibi Ortodoks kiliselerinin diğerlerinden bu renkle ayırt edildiği doğru mudur?
Caminin atalarımızdan miras kalan sarı renge çevrilmesi düşünülmekte midir?
Kültür ve Turizm Bakanı bu soruların altından nasıl kalkar bilemem... Büyük olasılıkla Bakan, Bakanlığının bugünkü bürokratlarından bu soruların yanıtını isteyecek ve belki de şu anda görevde olan müze müdürüne soracak ve önergeyi yanıtlayacak. Danışacağı kişilerin bu sorulara doğru ve bilimsel yanıt verebileceğini hiç sanmıyorum. Aslında bu soruları yanıtlamak için öyle uzun boylu araştırma yapmaya da hiç gerek yok; her şey ortada... IV. Kültür Bakanlığı Kurtarma Kazıları Semineri (1993) ile VI. Müze Kurtarma Kazıları (1995) Seminerinde bu konu bilimsel tebliğ olarak Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne sunulmuş ve Bakanlık tarafından da yayınlanmıştır. Ayrıca o günlerde yayınlanmış gazete ve dergilerde konu tartışılmış, polemikten çok bilimsellik ağırlık kazanmıştır.
Önergeyi veren Milletvekili büyük olasılıkla bu yayınları bilmediğinden veya TBMM Kütüphanesinden arama zahmetinde bulunmadığından Kültür ve Turizm Bakanı’ndan bu konuda bilgi istiyor. Bakanı ve Milletvekilini zahmete sokmadan ben bilebildiğim kadarıyla bu soruların yanıtını vereyim. Ayasofya konusunu biraz bildiğimi sanıyorum. Ayasofya’yı içeren ulusal kongrelerde tebliğler vermiş, çeşitli bilimsel dergilerde makaleler ile üç kitap yazdığımı ve bunlardan bazılarının yedi ayrı dile çevrildiğini de özür dileyerek söylemek isterim. Ayrıca Osmanlı ve Bizans sanatı konusunda büyük bir otorite olan Prof. Dr. Semavi Eyice’nin öğrencisi olmaktan ve başım sıkıştığında ona her zaman danışmaktan büyük onur duyduğumu da sözlerime eklemek isterim.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bugünlerde işi gerçekten çok zor. Bir yandan müzelerde eserler sırra kadem basıyor, bir yanda gerçek sanılan eserlerin bazılarının sahte oldukları iddia ediliyor. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Bodrum Müzesi zindanındaki Latince kitabenin yeni mi, yoksa eski mi tartışması yapılıyor. Kültür varlıklarını korumakla yükümlü müzeler ulusal, yerel gibi kavramlarla birbirlerinden ayrılmaya çalışılıyor. Müzelerle ilgili Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü üst düzeyine, ulusal sayılan müzelere (!) de müze-bilim eğitimi almamış başkanlar atanıyor... Televizyonlar, basın bunu tartışıyor. Kısacası bir bardak suda fırtınalar kopuyor... Onun için de Adana milletvekilinin soru önergesine bu yazımda açıklık getirmek isterim.
Öncelikle şunu söylemek isterim; öküz altında buzağı aramanın bir anlamı yok. Ortodokslukla, dış mihraklarla Ayasofya’nın renginin ucundan kenarından bağlantısı bulunmuyor. Ortodoks kiliseleri derseniz; Ayasofya önce kilise olarak yapılmış, İstanbul’un fethinden sonra da camiye çevrilmiştir. Kısacası 916 yıl kilise, 481 yıl da cami olarak çeşitli toplumlara hizmet vermiş evrensel bir yapıdır. Büyük Atatürk’ün isteği doğrultusunda Bakanlar Kurulunun 14 Kasım 1934 gün, 94041 sayılı kararı ile müze olmuş, 1 Şubat 1935’de de ziyarete açılmıştır. Bu şekilde, istense de istenmese de müze işlevini sürdürecektir. Bütün bunlar belgeli olup bilimsel olarak da yayınlanmıştır.
Şimdi gelelim Ayasofya’nın gülkurusu (!) rengine; bunun ne dış mihraklarla ve ne de Ortodokslukla hiç bir ilgisi bulunmamaktadır.
Ayasofya İmparator Iustinianus (527–565) tarafından Trallesli Matematikçi Antemios ile Miletoslu Mimar İzidorus’a 532–537 yılları arasında yaptırılmış, bezemeleri iç süslemeleri çalışmalar bitiminden sonra da sürmüştür. Ayasofya’nın cephe görünümü ve rengine gelince, bu konudaki bilgiler Bizans tarihçileri ile gezginlerin yazdıklarından kaynaklanmaktadır. İstanbul’un fethinden sonra Tursun Bey Tarihi de bu konuda önemli bir Osmanlı kaynağıdır. Ayasofya’nın yapımı ile ilgili çizimlerde cephe tuğla hatıllı olarak gösterilmiştir. Ayasofya’yı inceleyen A.M. Scheider, E.H. Swift, E.A. Antoniades, Von Der Holtzinger, C.Gurlitt, G.T. Fossati, H.Prost gibi araştırmacılar tuğla hatıllı cephe olarak, orijinal çizimler yapmışlardır.
İstanbul’un fethinden sonra Ayasofya’ya Osmanlı yapıları eklenmişse de kaynaklarda renk konusuna değinen bilgilere rastlanmamıştır. Ancak tuğla hatıllı cephe, zamanla rutubet aldığından üzeri sıvanmıştır. Sıvanınca da üzerinin renklendirilip renklendirilmediği konusunda kaynaklarda bir bilgi bulunmamaktadır. Büyük olasılıkla da bu sıva İstanbul’un fethinden sonra Osmanlıların yaptığı onarımlar sırasında uygulanmıştır.
Ayasofya’nın ilk fotoğrafları Sultan Abdülmecit döneminde (1839–1861) çekilmiştir. Sultan Abdülmecit’in daveti üzerine İstanbul’a gelen İsviçreli Mimar G.T. Fossati Ayasofya’yı onarmış ve yapının tam bir rölövesini çıkarmış ve yirmi beş levhadan oluşan büyük bir albüm hazırlamıştır. Sonraki yıllarda da Fransız Mimarı H. Prost Ayasofya’nın plan ve kesitlerini çıkarmış ve Paris Salons d’Architecture’de 1911 yılında sergilemiştir. G.T Fossati’nin yapmış olduğu onarımlarda dış cephe boydan boya sarı-kırmızı şeritler halinde boyanmıştır. Eski Ayasofya kartpostallarında bu durum belirgin biçimde görülmektedir. Bütün bu çalışmalarda Ayasofya’nın rengine hiç değinilmemiştir. Bu da gösteriyor ki, Ayasofya uzun yıllar orijinal cephe görünümü olan tuğla hatılı korumuştur.
Cumhuriyet döneminde Ayasofya’nın müzeye çevrilme çalışmalarının yanı sıra acil onarımları da yapılmıştır. Bu arada da Galatasaray Kulübünü anımsatan sarı-kırmızı renklerin yerini soluk sarı renk almıştır. Bazılarının iddia ettiği sarı renk, Bizans rengi olmadığı gibi orijinal renk de değildir. Osmanlılar da onarımlar sırasında Ayasofya’yı sarı renge boyamamıştır. Dünyanın sayılı Bizans Sanat Tarihçilerinden Th.Whittemore Ayasofya üzerinde çalışmış ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’ne yazdığı 12 Kasım 1936 günlü mektubunda “Yapının tuğlalarının meydana çıktığı, açık havada bunların dağılmalarının önüne geçmek için üzerlerinin sıvanması son derece yerindedir, yoksa bunlar dağılır” demesi de konuya ışık tutmuştur.
Ayasofya’nın 1983–1988 onarımları Kültür Bakanlığı Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından, özellikle nem sorununun giderilmesi ve kubbe kurşunlarının değiştirilmesi için yapılmıştır. O yıllarda Ayasofya’nın kontrol mimarı da restorasyon konusunda Türkiye’nin yetiştirdiği ender mimarlarından Alpaslan Koyunlu idi. Ayasofya duvarlarında yapılan incelemede eski rengin ne olduğu konusunda bir ipucu elde edilememiş, yalnızca alt sıra duvarlarda rastlanılan mermer parçaları Bizans döneminde temeller üzerindeki başlangıç duvarlarının mermer kaplı olabileceği izlenimini vermiştir. Ayasofya’nın 1983-1988 yılı onarımlarında konuya ilgili öğretim üyelerine danışılmış, Anıtlar Yüksek Kurulu’nun kararı ile de orijinalinde tuğla hatıllı duvarlara benzerlik sağlanması için sıva tabakalarının üzerinin soluk gül rengine boyanması kararlaştırılmıştır.
Bu çalışmalar yapılırken Fatih Sultan Mehmet’in fetihten sonra yaptırmış olduğu ilk medresenin temel kalıntıları ortaya çıkarılmış, Osmanlı döneminde yapılmış Sultan I. Mahmut Kütüphanesi, Şadırvanı, Muvakkithanesi ve beş Osmanlı padişahının türbeleri onarılmış ve ziyarete açılmıştır. Günümüzde bunların kapalı olduğunu söylemekte de yarar vardır.
Ortodokslukla ve yabancı mihraklarla renk değişecek olsaydı Osmanlı yapıları üzerinde böylesine titizlikle durulup ziyarete açılır mıydı?
Ayasofya günümüze kadar bilen bilmeyen tarafından sürekli polemik konusu olmuş ve siyasi yatırım yapılmıştır. Bundan sora da olacaktır. Her şeyden önce akıl ve bilimin ön gördüğü koşullarda bu konu tartışılmalıdır. Gerekirse bu konuya yeniden döner, bilimsel kaynakların listesini de öğrenmek isteyenlere verebilirim.
erdemyucel2002@hotmail.com
Yayın Tarihi :
21 Haziran 2006 Çarşamba 20:14:43