18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Başbuğ, Üstün Hizmet Madalyasını Hak Etmedi mi?

Türk ordusuna uzun yıllar emek vermiş Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, 30 Ağustos’ta görev süresini tamamlayarak emekliye ayrıldı. Döneminde yaşananlar, gerilimli günler, yerli yersiz ithamlar ileride çok daha geniş ve objektif olarak yazılacaktır. Gerçekten İlker Başbuğ Türkiye’nin hem karmaşık, hem de zor günlerinde görev yapmıştır. Siyasetçiler ile asker arasındaki tartışmalarda hukukun üstünlüğünü ve demokrasi inancını benimsediği açıkça görülmüştür. Askere yapılan saldırılardan rahatsız olduğunu sırası geldiğinde üzülerek belirtmiş, her zaman demokrasiye bağlı bir davranış sergilemiştir. Bu yüzden de pek çok kişiye yaranamamış, kısacası talihsiz bir dönemde askerin başında bulunmuştur.

Orgeneral Işık Koşaner’e görevi devrederken, önceki Genelkurmay Başkanlarına olduğu gibi Devlet Üstün Hizmet Madalya’sının kendisine verileceği sanılıyordu. Oysa beklenen olmadı; İlker Başbuğ’a Devlet Üstün Hizmet Madalyası verilmedi… Bu madalya önceki Genelkurmay Başkanlarının yanı sıra Dr. Gazi Yaşargil’e, 2003 yılında Eurovizyon birincisi Sertap Erener’e, atlet Süreyya Ayhan’a, UEFA Şampiyonu Galatasaray’a, 2001 Avrupa Şampiyonasında ikinci olan Türk Milli Basketbol Takımına, 2003 Dünya Kupasında üçüncü olan Türk Milli Futbol Takımına verilmişti.

Devlet Üstün Hizmet Madalyası kimlere verilir?

Devlet Üstün Hizmet madalyası yurtiçi ve yurtdışında herhangi bir alanda feragat, fedakârlık ve kendi çabasıyla yaptığı çalışmalarda ülke ve dünya çapında emsallerine göre üstün başarı göstererek devleti yücelten, milli menfaatlere önemli katkısı bulunanlara verilir. Bu madalyayı hak edenler, ilgili bakanın teklifi, Bakanlar Kurulunun onayından sonra Cumhurbaşkanı tarafından tevcih edilir.

Madalya’nın Orgeneral Başbuğ’a verilmeyişinin nedeni çoğu kişinin aklına çeşit çeşit sorular getirdi; görev süresinde madalya almayı hak edecek çalışmalar yapmadı mı, yapamadı mı? Yoksa görevi süresince hükümetin hoşuna gitmeyen davranışlarda mı bulundu?

Halk arasında geçerli olan bir sözcük ile belki de ne İsa’ya ne de Musa’ya mı yaranabildi?

Madalya çok da önemli miydi?

Kanımca toplumun gönlündeki madalya, bir maden ile onun beratından çok daha önemli olmalıdır. Başbuğ, asıl bu madalyayı hak etmiş miydi? Bence etmiştir…

Kendisinden önceki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın hükümete muhtıra niteliğindeki Genelkurmay internet sitesindeki yazısının ardından, bunu ben yazdım demiş, emekliye ayrılırken, kendisine hem Üstün Hizmet Madalyası, hem de zırhlı bir Audi verilmişti. Başbakanla e-muhtıra sonrası Dolmabahçe Sarayında yapılan gizli görüşme bu madalyayı almasına etkili oldu mu bilinmez. Taraflar o görüşmede konuşulanlar bizimle birlikte mezara kadar gider demişlerdi. Sonra da Başbakan, O ne konuştuğumuzu açıklarsa ben de açıklarım şeklinde, adeta aba altından sopa göstermişti.

İlker Başbuğ’un en başta gelen talihsizliği, bir zamanlar askerin karşısında hazır olda duranların orduyu basın veya sözle yıpratma kampanyasına girişmeleriydi. Kaynağı nereden geldiği belli olmayan bir takım basın organlarının, özellikle Taraf Gazetesinin bitip tükenmeyen kini ve saldırılarına karşı durmaya çalışmıştı… Başbuğ, hukuk ve demokrasiden ayrılmamaya özen göstererek, adeta savunmaya geçerek onlara yanıt vermeye çalışmıştı. Anlayan anlasın diyerek, askere yapılan asimetrik savaştan söz etmişti…

Döneminde çeşitli suçlamalarla, darbe planları yapmakla itham edilen general ve subaylar gözaltına aklınmış, sorgulanmış, mahkemeye sevk edilmiş ve bazıları hapsedilmişlerdi. Bunların içlerinde yüksek rütbeli generaller de vardı. Bazıları orduevinden gözaltına alınmıştı. Ne olduğu tam anlaşılamayan suikast iddialarıyla askerin en gizli bilgilerinin saklandığı Özel Harp Dairesinde araştırmalar yapılmış ve büyük olasılıkla çok gizli belgeler gizliliğini yitirerek deşifre edilmiştir. Yüksek Askeri Şura toplantısından önce terfi edecek komutanların bazılarına suç duyurusunda bulunulmuş, bu yüzden terfi edemeyerek emekliye ayrılmak zorunda kalmışlardır.

Bütün bunlar Başbuğ’un sıkıntılı günleriydi… Başbakan ile YAŞ’ın sıkıntılı saatlerinde gece yarısı görüştü, sanırım elinden geldiğince terfi ve atamalar konusunda uğraştı, bazılarında başarılı, bazılarında da başarısız oldu… Buna rağmen terör örgütüyle yapılan mücadelede kısıtlı imkânlara rağmen başarısız olduğu da söylenemez... Siyasetçilerle olan ilişkilerini olması gereken düzeyde tuttu, her türlü suçlamaya karşı askerin moralini yüksek tutmaya çalıştı. Ayrılırken yaptığı veda konuşmasında duygulandı ve sonunda gözyaşlarına hakim olamadı.

Genelkurmay Başkanlığını 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 88. Yıldönümünde, orduya veda ederken önemli mesajlar veren, güzel ve anlamlı bir konuşma yaptı. Bu konuşmasının satır başları şöyleydi;

Türk Silahlı Kuvvetlerinin medyası yok...

Amaç orduya güveni zedelemek…

Özel mahkemeler yeniden ele alınmalı…

Yaşananlar tesadüf değil…

Tek tip askerliğe onay…

Türk Silahlı Kuvvetlerinin veremeyeceği hesap yoktur…

PKK’yı yok etme formülü…

Hukuk dışı saldırılar…

Adli yargıda sıkıntı var…

Vatan hizmetinde ayrıcalık yok…

Kışlaya siyaset girmeyecek…

Soruşturmalar artık sonuçlanmalı…

Demokratik haklar örgüt kazanımı oldu…

Son olarak da şu anlamlı sözü söyledi;

Silahlı Kuvvetlerin yaşadığı bu zor dönem bir tesadüf değil. Türk silahlı Kuvvetleri bu süreçten daha güçlü olarak çıkacaktır. Fırtınalı denizde gemlisini en az hasarla karaya yanaştıran kaptanların tarihi başka, gemisini terk edenlerin tarihi başka yazılır.”

Emekliliğine 25 gün kala YAŞ’ta patlak veren olaylarda istifa etmiş olsaydı, belki de tüm dünyada o güne kadar görülmemiş bir yankı uyandıracaktı… Ama yapamadı veya şartlar buna elvermedi. Ancak çabaları bazılarının hoşuna gitmemiş olacak ki, Üstün Hizmet Madalyası ile taltif edilmedi, kendisine devlet imkânlarıyla zırhlı araba alınmadı.

Acaba nerede yanlış yapmıştı?

Emekli olduğuna göre kendisine de çeşitli suçlamalarla dava açılması düşünülüyor muydu?

Kendi kendime bunu sorgulamaya çalışırken birden aklıma Kenthaber’de 25 Aralık 2008’de yayınlanan ve çoğu kişinin de bildiği “Sarı Öküzün Hikayesi” geldi. Bu yazımla ilgisi yok ama yine de köşe yazılarımın arşivinden bulup okursanız sizleri düşündürecektir…

Konuyla ilgisi var mı diye düşünmeyin yalnızca kıssadan hisse bir fıkra...

Hepsi o kadar!..


erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 5 Eylül 2010 Pazar 11:49:20


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
kalender IP: 212.23.105.xxx Tarih : 7.09.2010 19:36:39

mürekkep yalamis yazarlar sizlere sesleniyoruz milleti galyana getirmenin bir anlami yok zaten baska bir isede yaramazsiniz zaten emekli olan pasalara birsine verirsin neden verildi diye yazarsiniz birisine vermezsiniz neden verilmedi diye yazarsiniz sizler yazar dan baska herseye benziyorsunuz birakin halkn bildigi gibi degerlendirsin


Asistan IP: 88.231.68.xxx Tarih : 6.09.2010 23:19:30

12 Eylül'e çok az kalan bir süreçte, vatan hayını munafıklarla , ülkenin bütünlüğünü sağlamaya çalışan mukaddesatçılar, yorumlarıyla kendilerini - elbette ki - belli edeceklerdir. Allah, "uyguladıkları  politikalarıyla" barut fıçısına giden fitilleri engelleyip, yüce milletimizi ve ülkemizi havaya uçurmaktan korusun ! (Amin !)


İbrahim Öztepe IP: 78.160.22.xxx Tarih : 5.09.2010 13:28:15

Erdem Abiciğim güzel bir yazı  gündemin  bir yorumu. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yıpratılmaya çalışıldığı ve  toplumdaki itibarının zedelenmesi çabalarının en yoğun olduğu dönemde  yasanan olaylar üzerine başka ne yapılabilirdi ki itibarı korumaya çalıstı. Yaş sürecinde yasanan olaylarda tuzu biberi oldu .

Yasadığım bir olayı aktarayım sizlere

Ordu ilinde  eski Hava Kuvvetleri Komutanı'nın  genclere havacılığı sevdirmek için  ordu sahilindeki parkta dikilmiş bir parasütci heykeli  ile ucak vardı .  Ben fotoğrafını çekerken yaklasan 3- 4 tane  ordulu lise öğrencisi  benim resim cektiğimi görünce serefsizin resmini cekiyor orduyu rezil etti diyerek küfürler savurdu .

İste gelinmek istenen nokta ve çok ta basarılı olundu. saygılarımla.


Dr. S. IP: 88.231.68.xxx Tarih : 6.09.2010 21:07:36

 9 AĞUSTOS 1919:  Bugünkü yönetimin aynen o zamanki benzeri olarak, Mustafa Kemal Atatürk'ün önceden almış olduğu tüm madalyaları ve nişanları Padişah Vahideddin tarafından gaspetilmişti.


K. Mükremin BARUT IP: 85.99.67.xxx Tarih : 5.09.2010 13:33:48

Başbuğ'un üstün hizmet madalyası alıp almaması sokaktaki kaç kişinin derdidir? 

Siz yetişkinler, değerli yazarlar böyle yaptığı sürce biz asla sivilleşemeyeceğiz. Neden Avrupa ve Dünya çapında başarılı, bilim insanlarımızın, sanatçılarımızın ve sporcularımızın sayısı az. ÇÜNKÜ BUNU DERT EDECEK insan ve yazarlar enerjilerini bu işe harcamıyorlar.

Başbuğ, basın toplantısında;  gömüden çıkan silahları eline alıp dalga geçercesine, "Bunla boru"  diye açıklamada bulunmuştu.

Biz; günde ortalama on kişinin öldürüldüğü 12 Eylül Darbesi öncesini detayları ile hatırlayan bir kuşağız. Rahmetli Uğur Mumcu, yurt dışından gelen kaçak silahların yarısının sol örgütlere, yarısının sağ örgütlere indirildiğini yazmıştı. Darbe olduğunda bir günde olaylar bitti. Aynı gün içinde sılahlar kayboldu.

5200 gencin öldürüldüğü yoğun çatışmalı dönemin sonrasında gelen darbede, durumun boyutu ile ilgili silah ele geçmedi, geçirilmedi. Ne tuhaftır ki; şimdilerde askeri bölgelerde yapılan kazılardan çıktılar. Tamamı seri numaraları silinmiş askeri silahlardı.

Bunları küçümseyen Başbuğ, mutlaka madalya haketmiştir diye düşünenler olabilir. Ben düşünmüyorum. Demokrasi böyle bir şey. 

Diyorsunuz ki; "Bu madalya önceki Genelkurmay Başkanlarının yanı sıra Dr. Gazi Yaşargil’e, 2003 yılında Eurovizyon birincisi Sertap Erener’e, atlet Süreyya Ayhan’a, UEFA Şampiyonu Galatasaray’a, 2001 Avrupa Şampiyonasında ikinci olan Türk Milli Basketbol Takımına, 2003 Dünya Kupasında üçüncü olan Türk Milli Futbol Takımına verilmişti."  ne güzel işte.

Keşke 12 Eylül öncesinde sokak ortasında öldürülen Cavit Orhan Tütengil'in gıyabında ailesine verilse. Keşke aynı dönem derin güçlerce öldürülen, Kemal Türkler'e verilse.

Keşke Orhan Hançerlioğlu'na yine gıyabında verilse. Yaşıyan bilim adamlarımız ve sanatçılarımıza verilse. Sporcularımıza verilse. İleri demokrasilerde, asker diğer devlet memurlardan daha farklı bir konumda değildir. Yani öğretmen gibi, polis gibidir. Tüm memurlar milli gelirden eşit derecede pay alırlar. Bizde ise askerin aldığı pay daha fazladır. Orada askerin ne yaptığı, ne söylediğinini kamuoyu gözünde pek de önemi yoktur. Bizde ise günlerce manşet olur.

Değerli üstadım, bir yazınız milli sporcumuz Veli Ballı'ya adasanız. Bir yazınızı ünlü matematikçimiz Cahit Arf'a ayırsanız. Bir yazınızı Gürer Aykal'a ve İdil Biret'e ayırsanız. Bir yazınızda ressam Fikret Mualla'dan bahsetseniz, inanın bana günlerce yazacak bir veriniz olur. Üstelik sonradan bu makaleleri kitaplaştırarak gelecek kuşaklara da değerli bir miras bırakmış olursunuz.

İşte o zaman; bu gün be gelecekte yetişecek olan gençlerimiz, yüzlerini nereye çevirecekleri, kendilerine nasıl bir istikamet çizecekleri konusunda irşad olurlar. Kendilerine rol model seçme konusunda zorlanmazlar.Saygılarımla.

K. Mükremin BARUT