15
Haziran
2025
Pazar
ANASAYFA

Ben onu çok sevdim!

Birbirinin tekrarı, aşklı meşkli televizyon dizilerine ilgi duymadığımı, izlemediğimi defalarca yazmıştım. Yalnızca tarihi gerçekleri kısmen de olsa yansıtan, belgesel niteliğindekileri seyretmeyi severim. Ancak onlar da başladıklarından bir iki bölüm sonra gerçeklerden uzaklaşıp, bazılarına hoş görünmek için olayları çarpıtmaya başlayınca onlara da güle güle diyorum!..

Muhteşem Yüzyıl’dan sonra “Ben onu çok sevdim” dizisi başladığında Türkiye’nin bir dönemine damgasını vuran Demokrat Parti’nin yükseliş ve çöküşünü objektif olarak yansıtacağını sanmış ve dizinin birkaç bölümünü izlemeye koyulmuştum. İsminden de anladığım kadarıyla dizide Adnan Menderes’in opera sanatçısı Ayhan Aydan ile olan aşkının ağırlık kazanacağını sanmıştım. Demokrat Parti yıkılışından sonra Yassıada duruşmalarında hâkim Salim Başol karşısında tanık Ayhan Aydan’nın Menderes’i göstererek “Ben bu adamı çok sevmiştim” diyebilme cesaretini gösteren ender kişilerden birisi olarak ona saygı duyarım. Ancak bu aşkı ona mutluluk getirmemiş, sonu adeta bir drama dönüşmüştü. Eşi Ferit Alnar’dan boşanmış, annesinin devrin Başbakanı ile olan aşkını hazmedemeyen oğlu İngiltere’de intihar etmişti.

Demokrat Parti’nin 1950’de iktidara gelişi, 27 Mayıs darbesiyle yok oluşu benim lise ve üniversite yıllarıma rastlar. O günlerde siyaseti yakından izlerdim. Arkadaşlarımızdan bir kısmı Demokrat Parti’yi bir kısmı da CHP’yi tutardı. Bazılarımız Ulus, Zafer, Son Havadis gibi gazeteler ile Akis ve Kim dergilerini okur, aramızda kavgasız patırtısız olayları tartışırdık. Seçim sırasında da her partinin mitingini izlemeyi severdik. Osman Bölükbaşı’nın mitinglerini ise hiç kaçırmazdık. Kısacası körü körüne taraf tutmazdık.

Meğer ne kadar güzel günlermiş… Bugünleri gördükten sonra o günlerin değerini çok daha iyi anlıyorum.

DP’li arkadaşlar tuttukları partinin çöküşe geçtiğini görüyorlar, körü körüne onları savunmuyorlardı. Nihayet 27 Mayıs öncesi iktidara tepki olayları birbirini izlemeye başladı. Bizler de İstanbul’da Beyazıt’ta olup bitenleri çıplak gözle izleme olanağını bulduk. Atlı polislerin acımasızsa öğrencilerin üzerine saldırdığını, Turan Emeksiz’in yerden seken kaza kurşunu ile ve bir başka gencin tanktan düşerek öldüğünü gördük. Ne gariptir ki, darbe sonrasında kıyma makinelerinde öğrenciler kıyıldı gibi gerçek dışı sözler halkı galeyana getiriyordu. Nitekim dizide bu durum açıkça belirtilmiştir.

ATV’de yayınlanan Pano Filmin hazırladığı dizinin yönetmeni Mehmet Baha Erin, senaristi de Seda Altaylı’dır. Dizi aynı ismi taşıyan İsa Yılmaz’ın Paradoks yayınlarından çıkan romanından uyarlanmıştır. Ancak İsa Yılmaz’ın romanının değiştirildiğini ve bir takım yanlışlıkların yapıldığı konusunda yapımcılara ihtar çektiğini öğreniyoruz.

Dizinin büyük bir bölümü 27 Mayıs darbesini yermek, kişileri küçülterek bazılarına hoş görünmek amacıyla çekildiği gün gibi açıktır. O günlerin gerçeklerinden uzaklaşılarak Adnan Menderes ve arkadaşlarını yüceltirken aynı hassasiyeti askerlere göstermekten uzak kalınmıştır. Özellikle toplumun desteğini kazanan, geliyorum diyen darbenin gerçek nedenleri üzerinde durulmamıştır. Araya Türkçe ezandan Arapça ezana geçiş sıkıştırılmış, Demokrasiye taban tabana zıt olan Tahkikat Komisyonundan, Türkiye’nin önde gelen gazetecilerinin hapsedilmelerinden, o zamanki deyimi ile Ankara Hilton koğuşundan (O günlerde gazetecilerin bir arada tutuldukları koğuşa bu isim verilmiştir.) İsmet İnönü’ye yapılan taşlı saldırılardan, yolunun kesilmesinden hiç söz edilmiyor.

27 Mayıs darbesinin asıl nüvesini ve vurucu gücünü General Sıtkı Ulay komutasındaki Kara Harp Okulu yapmıştır. Ne gariptir ki, dizide Harp Okulu öğrencileri okullarında yakalanan DP ileri gelenlerini yuhalayan, onlara saldıran guruplar olarak gösteriliyor. Demokrat Parti ileri gelenleri tutuklanarak önce Harp Okulu’na getirilmişlerdi. Öğrencilerin tepkileri olmuştur ama ileri gidilmesine askeri disiplinleri izin vermemiştir. Dizide ise bunun tam aksi gösteriliyor.

Dizide gösterildiği gibi askerin birbirleriyle mücadele eden iki grup olarak gösterilmesi de yanlıştır. Özellikle 3.Ordu komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala’nın her an darbecilerin üzerine yürüyeceği imajı yaratılmak istenmiştir. Oysa gerçekte Ragıp Gümüşpala’nın böyle bir niyeti olmadığı gibi yalnızca bir veya iki gün asıl komutanın kim olduğunu öğrenebilmek için sessiz kalmış ve sonra da darbecileri desteklemiştir. Gümüşpala’nın yeğeni merhume Dr. Nezahat Gümüşpala’yı tanırdım ve o günleri, ağabeyinin tutumunu kendisi bana anlatmıştı. Dizinin en büyük yanlışlıklarından bir diğeri de kendisine Genelkurmay Başkanlığı verilmesi gibi rüşvet (!) üzerine darbecileri desteklemiş olarak gösterilmiş olmasıdır.

Bilerek veya kasten yapılan yanlışlar bunlarla da sınırlı kalmıyor. İçişleri Bakanı Namık Gedik’in intiharı kuşkulu ve biraz da kışkırtıcı olarak gösteriyor. Sanki öldürüldü de intihar etti diye üzeri kapatıldı denilmek isteniyor. Oysa o günlerde Harp Okulu öğrencisi olan kuzenim Ekmel Ergüvenç (Merhum Yarbay) olayı bana şöyle anlatmıştı: “Bir arkadaşımla beraber onun kaldığı odada görevliydik. Bunalım geçiren Namık Gedik çığlık atarak bir anda yatağından kalkarak kendisini pencereden aşağı attı. Her şey birkaç saniye içerisinde olmuş ve hiç müdahale edememiştik.

Şimdi bakıyorum o günleri yaşamamış yeni yetme yazarlar intihar değil öldürüldü hezeyanlarını yazıyorlar.

Dizinin bir başka çirkin yanı da Cemal Gürsel ile ilgiliydi. Orgeneral Cemal Gürsel baskıcı hükümete uyarı mektubu yazmış, ardından da zorunlu izne çıkarılmıştı. Gürsel’in darbenin hazırlanmasıyla bir ilgisi yoktu. İzmir’deki evinde bahçesiyle uğraşırken darbe olmuştu. Yine o günlerde darbenin başı kim olacağı tam netlik kazanamamıştı. Dizide bu soru gündeme getirilmiş; utanmadan; Hitler’e rahmet okutacak biri gelecek denilmişti. Oysa Cemal Gürsel orduda sevilen, sayılan babacan kişilikli bir generaldi. Herkes tarafından sevildiğinden ve rütbesinden ötürü Milli Birlik Komitesinin başına getirilmiş ve sonra da halk tarafından Cumhurbaşkanı seçilmişti. Hitler ile hiçbir şekilde mukayese yapılamaz. Dizinin en büyük garabeti de Hitler’e benzetilmesi olmuştur.

Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’un enterne edilmesinde asker karşı karşıya gelmemiştir. Bu da dizinin yanlışıdır. Harp Okulu öğrencileri Ankara Radyosu ile Emniyet Genel Müdürlüğü’nü ele geçirirken ufak çapta bir çatışma olmuş, birkaç tabanca patlamıştı. Hepsi o kadar…

Dizideki tiplere gelince Mehmet Aslantuğ Adnan Menderes’i, Şemsi İnkaya İsmet İnönü’yü, Birce Akalay Ayhan Aydan’ı ve Celal Bayar’ı oynayan oyuncular tipleme olarak yerli yerine oturmuştur. Ancak son derece zarif ve kibar bir insan olan Fatin Rüştü Zorlu’yu yansıtan Kerem Alışık’ın ne tipi, ne davranışları ve ne de sözleriyle ona benzememesi bir yana komik bir imaj yaratmıştır. Kaş yaparken göz çıkarılmış; başarılı dış politikasıyla saygınlık kazanan ve yabancı ülkelerle dostluk kuran Fatin Rüştü Zorlu evli bir kadınla ilişki kuran bir zampara (!) olarak gösterilmiştir.

Subay elbiseleri giydirilen oyuncuların hiç birisi Türk subayını yansıtmamaktadır. Özellikle darbenin başı olarak gösterilen Korgeneral Cemal Madanoğlu da yerine hiç oturmamıştır. Oysa darbenin asıl başı Albay Talat Aydemir’di. Kendisi o sırada yurt dışında olduğundan Milli Birlik Komitesine girememiş, sonra da iki kez darbe girişiminde bulunmuş ve idam edilmiştir.

Bu tarihi olayda gerçeği kabul etmek gerekir; Adnan Menderes hükümeti 1957 yılından sonra hukuku, adaleti hiçe sayan, kendilerini yasaların üzerinde gören bir hükümetti. ABD’ye yanaşmış, Marshal yardımından nemalanarak ülkeyi bağımlı duruma düşürmüştü. Yassıada duruşmalarını yansıtan dizide Adnan Menderes dik durarak kahramanlaştırılmak istenmiştir. Gerçek hiç de öyle değildir. O günlerin radyolarında akşamları saat 8’de duruşmaları yansıtan Yassıada saati vardı ve mahkemenin belirli bölümleri canlı olarak halka duyurulurdu. Menderes orada hiç de dik durmamış zavallı aciz durumda, adeta yalvarırcasına kendisini savunmaya çalışmıştı. Duruşmalarda hiç taviz vermeyen asıl dik duran kişi ise Celal Bayar’dı.

Yassıada Mahkemesinin yanlışları var mıydı?

Vardı tabi; bebek, köpek, kasadan çıkan don gibi davalar yerine Kore’ye gönderilen asker ve ABD’den alınan yardımların ne şekilde kullanıldığı dava konusu yapılmış olsaydı bugünkü polemikler, yanlış anlamalar olmazdı. Ancak o dönemde de batılılar egemen olduğundan onları gücendirmek istenmemiştir.

Yassıada’da Demokrat Partililere eziyet yapılıp yapılmadığı konusuna gelinecek olursa, yapıldığını söyleyebiliriz. Yeri gelmişken bu gerçeği de belirtmekte yarar vardır. Ancak bunun nedeni Ada komutanı Yarbay Tarık Güryay’da aranmalıdır. (Dizide Albay olarak gösteriliyor) Ne yazık ki, bazılarının kaprisleri, uygunsuz davranışları bir döneme kötü bir damga vurmaya yetiyor. Ayrıca Savcı Egesel ile hakim Salim Başol’un taraflı ve hakarete varan davranışları da sonradan çok tenkit edilmiştir. O günleri yaşamamış olanlar ne hâkimin ne de savcının ismini bilirler. Ancak Adnan Menderes’i hatırlarlar. Zaman böyle bir şeydir; yaşamında olumlu bir iz bırakamazsan sonra seni hiç kimse hatırlamaz. Tarihteki engizisyon mahkemelerinin hakimlerine bakın; ben dahil o mahkemelerin hakimlerinin isimlerini bilmeyiz!..

Bir başka nokta da haşin ve gaddar bir binbaşı olarak geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Orgeneral Teoman Koman gösteriliyor. Oysa Teoman Koman ordu içerisinde saygın ve sevecen bir komutan olarak tanınırdı. Yassıada’da binbaşı olarak değil üsteğmen olarak görev yapmıştır.

“Ben Onu Çok Sevdim” dizisi bir bakıma birilerine yaranmak, 27 Mayıs darbesini kötülenmek için çekilmiştir. Çoğu bölümler gerçekleri yansıtmamaktadır. Bunun için de Şevket Süreyya Aydemir’in “Menderes’in Dıramı”, Şevket Süreyya Aydemir’in “İhtilalın Mantığı ve 27 Mayıs İhtilali”, İhsan Sabri Çağlayangil’in “Anılarım”, Metin Toker’in “Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları”, “DP’nin Altın Yılları 1950-1954”, Metin Toker’in “Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları 1957-1960” Samet Ağaoğlu’nun “Demokrat Partinin Doğuş ve Yükseliş Sebenleri”, Orhan Erkanlı’nın “Anılar… Sorunlar…Sorumlular…” isimli kitapları ile o yıllarda yayınlanan Akis, Kim dergileri ile Ulus, Zafer gibi gazetelerinin koleksiyonları karıştırılmış olsaydı çok daha gerçekçi olabilirdi.

Bütün bunlara rağmen Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan asılmaya layık olacak davranışlarda bulunmamışlardır. Tarih kısa süre sonra onların hakkını kabul etmiştir.

Bazılarının bilerek gözden kaçırdığı bir noktayı da belirtmekte yarar vardır; İsmet Paşa verilen kararlarda etkili olamamış, bütün gücüyle idamları önlemeye çalışmıştır. Ancak ne O, ne de Cemal Gürsel infazları önleyememiştir. Talat Aydemir’in başında bulunduğu cunta bu konuda etkili olmuştur.

erdemyucel2002@hotmail.com   
 

Yayın Tarihi : 4 Ocak 2014 Cumartesi 11:25:49


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 88.253.193.xxx Tarih : 8.01.2014 00:35:14

 Sayın Dr. S.A., siyasete elbette ilgi gösterebilirsiniz; fakat, Cumhuriyet yazarı şair Ataol Behramoğlu'nun adına destan yazdığı Mustafa Suphi'yi "mel'ûn olarak anmanızdan da anlaşıldığı gibi fazla duygusal yaklaşımınız ve tek gözlükten bakmanız sizi fazla angaje ve naiv kılıyor. Çocuk yaştaki gözlemleriniz size isabetli yorumlar vermekten alakoyuyor. Ben yukardaki üç yorumumda maddî ve objektik gerçeklerden bahsettim. Ben siyasal bilgiler öğrenimi yapmış bir yazar olarak önyargısız ve objektif olmak için elbette yabancı kaynaklara da bakacağım. Artık içinde yaşadığımız yurt dışında dünya vatandaşıyız ve enternasyonal kurumlara bağlıyız. Her şeyden önce hümanist olacağız İnsan sevgisi olmayanın kendi yurttaşına da hayrı olmaz. Bütün Dünyayı tanımamız gerekiyor. Yoksa, insanın hayâl âleminde süper güçlere meydan okumanın dayanılmaz hafifliği, 27.Mayıs Amerikaya karşı yapıldı gibi hiç tutulur tarafı olmayan çocukca tahminlere götürür insanı. Ama , evet, Amerika Menderesin: "Sen vermezsen ben de Rusya'dan kredi alırım!" demesini affetmediği için bu darbenin yapılmasını kolaylaştırmıştır. Zaten daha sonraki tüm askerî darbeler de (Latin Amerikadan Endonezyaya kadar) anti sosyalistti ve Amerikanın doğrudan talebi ya da teşviki ile yapıldı. Sovyet tehdidi karşısında da farklı bir şey olamazdı. Ama yat Amerika kalk Amerika. Ne yazık ki Doktorum dünyayı sadece Türkiye ve Amerika zannettiğiniz için kendi ülkenizin gerçeklerinden de uzaktasınız.  Çocukluk anılarını araştırma zannedip onlardan siyasî analizler yapmağa çalışmak gerçekten pek çok zordur.  

Yukarda hikâye ettiğim gibi 27.Mayıs darbesinde ben Polatlı Topçu okulunda öğrenci idim. Anlattığınız hadiseyi, Ankarayı ziyaretinde buna tanık olmuş teğmenimiz nakletti. Çok heyecan duymuş: "üstümde üniforma olmasa, polisle kavgaya ben de katılırdım. demişti. O zaman için Menderes böyle bir tepkiyi hak etmişti ama maalesef tabiî senatörlükten başlayarak işin cıcığı çıktı. 


Teoman Törün IP: 88.253.219.xxx Tarih : 6.01.2014 13:03:02

 Sayır Dr.S Ulusalcı sosyalist  çevrelerin gazına  da fazla gelmeyelim... Evet, Amerika bir süper devlet olarak tüm Dünyayı kontrol altına almak ister; icabında bir çok dalaverelerle kaynaklarını sömürme, iğtişaş yaratma, kapitalist düzenine ayak bağı olacak engelleri temizleme; kendine zenginlik sağlayacak silah ve başka savaş malzemesi ürünlerini satma; bunları kullandıracak kargaşa çıkartma gibi Neo-emperyalist ensstrümanlar kullanır. Ama hassaten Türkiyeyi bayrağına yıldız olarak ilâve etmesi gibi bir takıntısı yoktur.  Yalnız meselâ bizim PKK temizliğinde yardımcı oluyor gibi silah ve diğer savaş malzemesi satışı (aynı zamanda PKK'lıları da destekleme) oyunbazlıklarına gelirsek zaman geli alacaklarını tahsil için ülkemizi işgâle kalkabilir. Ona göre davranalım. Biz de emperyalist heveslere kapılmayalım. Zamanında biz de emperyalist devlettik. Biz de buz gibi, Romalılardan gelme: "böl ve yönet-divida e impera" düsturunu uyguladık Ör. Sünîi çoğunluklu Suriye bölgesine Şiî, Şiî çoğunluklu Irak bölgesine Sünnî aşiret büyüklerinin egemenliğini destekledik. 


Teoman Törün IP: 88.253.219.xxx Tarih : 6.01.2014 13:20:13

 Rüştü Erdelhun meselesine gelelim: 27 Mayıs darbesinin Amerikan Emperyalizmine karşı yapıldığı, her halde o günlerde henüz çocuk yaşta olduğunuz için size yanlış intikâl ettirilmiş, Sayın Dr. S. A. Merhum Alpaslan Türkeşin sesi ile yapılan darbe duyurusunda, tehalükle: "NATO'ya sadıkız, CENTO'ya sadıkız" kaydı vardı. Darbeden 1.5 yıl sonra gittiğim ABD'de darbeyi yapan Türk askerleri çok övülüyordu. Zaten darbe ABD'den istediği borcu koparamayan Mendres'in Rusyaya gitme projesi üzerine  ABD'ce en azından manen desteklenmişti. Genç subayların darbe isteği kendine iletilen Rüştü Erdelhun Paşa büyük bir olgunlukla onları sükûnete davet etti ama canlarını da yakmadı. Yassıada Mahkemelerinde ona verilen (müebbed hapse çevrilen) idam cezası havsala alır şey değildir.


Dr. S. A. IP: 95.15.214.xxx Tarih : 4.01.2014 18:11:27

Tarihsel gerçekler ışığında her ne kadar mübhem olsa dahi , "27 Mayıs darbesi" nin yerinde yapıldığı kanaatindeyim. Bu günümüzün siyasilerinin, o zamanlardakinden ne farkı vardır ki !.. Merhum Menderes'in, şu belirttiklerini hâlâ hatırlarım; "- ben, Türk ordusunun generalleri olmasa bile, ülkemizin güvenliğini assubaylarla sağlamasını bilirim !"
Muhterem Erdem Yücel; Bu konuyu muhteşem sunumunuzla açtığınızdan dolayı sizlere minnettarlığımı dile getiririm. Bu konu hakkında belirteceğim çokça görüşlerim olacaktır. (kısaca ve şimdilik bu kadar !)  


Dr. S.A. IP: 95.15.238.xxx Tarih : 9.01.2014 19:18:42

Muhterem Teoman Törün;
Yapmış olduğunuz muhteşem sunumlarınızı ve görüşlerinizi bugüne kadar takdîr ile, zevkle,merakla ve heyecanla izlediğim gibi, bundan sonra da herdâim izlemeye devam edeceğim. Hadd-i istiâbi halîmimin bana münhasır olduğunu kabul etmenizi diler, sizlerden özür dileyerek, en içten saygılarımı sunarım; bu arada sizlerle 'karşılıklı görüşmek umudunu' da hiçbir zaman kaybetmediğimi belirtim. (şimdilik el-vedâ !) 


Dr. S. A. IP: 95.15.238.xxx Tarih : 8.01.2014 19:43:14

Muhterem Törün;
Çocukluğumda şahit olduğum olaylar sonucunda bir fikre saplanmış kişi değilim. "68 Kuşağı" olarak gençlik yıllarımı da yaşadım ve bugünlerde de (veya olgunluk dönemimde) "faşist bir yönetime" şahit oluyorum ve de sizler de şahit oluyorsunuz. Bugün sahip olduğum fikirlerim çocukluk dönemlerinden kalma hayâller değidir ! Ben de, önceki yaptığım yorumumda belirttiğim Lefkoşeli Feyzullah'ın ve bunun haleflerinin 'başımıza çoraplar ördügünü' ifade etmek isterim; ve bunların da Amerikan emperyalizminin yandaşları olduğunu vurgularım. Yakın tarimizi inkâr eden, "Atatürk İlkelerini" yok sayan, açtığı özel okullarda ve barındırdığı özel yurtlarda çocuklarımızın beynini yıkayan bir düzen var iken, benim gibi, çocukluk hâyallerini kendi çocuklarına aşılamaya çabalayan gene benim gibi bir babaya yönelttğiniz suçlamalar karşısında büyük üzüntü duydum. Yaptığınız tarihî sunumlarda, keşke yorumlarınızı da getirebilseydiniz, günümüzün gençleri aydınlanmış olacaklardı ve Batı emperyalizminin anlamını daha iyi kavramış bulunacaklardı !.. İzlediğim yolumdan hiçbir zaman dönmeyeceğim ve Galileo'nin "-eppur si muove" iddiası gibi ve de bir sosyalist olarak şunları belirteceğim; "- dünya dönüyor; ama, amerikan emperyalizminin yayılımı amacıyla dönüyor !" [çocukluk hayâlleri bir insanı, dağaların tepelerinde kuş gibi uçurtabilir de, bu dağların yamaçlarında yılanlarlar gibi sürünmeye de mahkûm edebilir] 


erkan yüksel IP: 88.244.27.xxx Tarih : 4.01.2014 11:38:43

sanırım bu yazıya Can Yücel'in şu şiirini eklemek yerinde olacaktır:

Sen sağ ben selamet

Kurtarıcılar kurtara kurtara

Kurtardılar memleketi

memleket olmaktan


Teoman Törün IP: 88.253.86.xxx Tarih : 6.01.2014 12:41:50

 Rahmetli İnönü keskin zekâlı bir devlet adamı idi. İki rahmetten biri arasında kalınca, elbette duygusal değil mantıkî olanu seçti.  Yoksa, ense kökümüzdeki Sovyetlerin uydusu olarak şimdiye kadar hallaç pamuğu gibi atılmamız işten bile değilidi. 2. Cihan Harbi sürerken,  Almanlar ve Japonlarla yaptıkları "Saldırmazlık Paktları"na güvenen Sovyetler Polonyayı Almanlarla paylaştıkları gibi .Baltık ülklerine ve Finlandiyaya saldırmışlar; o sıralarda bizde 5 yıla çıkan askerlik mükellefiyeti aitında Douğu sınırlarımızda yedek subaylık yapan tanıdıklarımızdan öğrendiğime göre, önce tepelerinde vızır vızır dolaşan Rus keşif uçaklarının verdikleri bilgiler ışığında Türkiyeye de saldırmaya geçeceklerinin istihbaratı alındığı gün sürpriz Alman saldırısı ve Allah bizi kurtardı.  Suretâ adı Sovyet sosyalist Cumhuriyetleri Birliği olan bu oluşum eski Rus İmparatorluğundan başka bir şey değildi.(ki buna yayınlatmakta olduğun dizinin son bölümünde değineceğim) Sovyetlerin hiç bir yerinde Rusçadan başka dil konuşturulmazdı. Büyük ozanımız Nazım Hikmet en büyük hayâl kırıklığını Azerbaycanda, oranın bir yerlisi ile Türkçe konuşmaya kalkınca, "Burada Rusça konuşulur!" fırçasını yediğinde yaşamıştı. Ruslar, yanlış ve gereksiz sulama ile Asyanın göbeğinde koskoca Aral Gölünü kuruttular. Yazar komşumuz kuzenim Yılmaz Ergüvenç Bulgaristan ziyaretinde yemekte domates aramış, bulamayınca: "Bu kadar yeşillik ülkede domates yok mudur?" deyince: "âlâsı vardır ama, ürün alınır alınmaz Rusyadan Tarım görevlileri gelip, ihracatta kullanılmak üzere toplayıp gidiyorlar," cevabını almış. İnönü: "Büyük bir devletle ittifak yapmak vahşi hayvanla yatağa girmeye benzer!" derdi. Ama ne yapsın?!. Rus belâsı olunca ehven-i şer'i seçecekti. Atatürk de, İnönü de sınırlarını bilirlerdi. Kuru sıkı atan hayalperestlerden değilllerdi.


Teoman Törün IP: 88.253.200.xxx Tarih : 9.01.2014 11:20:05

 Sayın Dr. S.A. benim bazı maddî olaylarla ilgili yanlış bilgileri düzeltmeye çalışmamı siz büyütüp ideolojik dava haline getirdiniz. Lefkoşeli Feyzullah'ı (ki rahmet dileyelim) ben de günahım kadar sevmezdim ama 27.Mayıs'da yaptığı anons kişisel değildir; darbeyi yapan Millî Birlik Komitesi adınadır. Komite üyeleri sonradan aralarında bölünmüşlerdir; fakat içlerinden hiç kimse de "ne demek NATO'ya, CENTO'ya sadakat!" dememiştir. Ve lûtfen Sayın doktorum, Haber Türk gazetesİnin bugünkü tarihle (09.Ocak.2014) internet gazetesine bakın: "Menderesi NATO astırdı" başlıklı 16.Temmuz.2099 tarihli Halit Refiğ röportajını okuyun. Bir pasajını alayım: "Daha önce kulaktan kulağa yayılan yeni bir tezi, Halit Refiğ ve Üner Kırdar ile konuştuk. Bu da Menders ve iki bakanın Moskova ilişkilerinin NATO tarafından onaylanmaması..." Çok seri-ün infiâlsiniz.  Ben bır marazıma tam ters etki yapacak bir ilaç aldığımı söylediğimde, siz: "Aman Teoman Bey ne yapıyorsun?" deseniz ben benim bunu aşağılama olarak algılayıp küplere mi binmem lâzım? İşi ne kadar gereksiz büyütüyorsunuz.


Teoman Törün IP: 88.253.123.xxx Tarih : 5.01.2014 12:29:56

 Tümüyle yerinde tesbitler. 1960 devrimi sırasında ben Polatlı'da Topçu Okulunda yedek subay öğrencisi olduğum için tanıdığım Yarbay Tarık Güryay'ı, okulda görevli iken henüz teğmen olan Teoman Koman hakkındaki yanlışlıklara yakından tanığım. Dizide tip seçimindeki isabetsizliklere de katılıyorum. Zaten hiç aktörlük yeteneği olmamasına karşın annesi Çolpan İlhan'ın kaldıracı ve rahmertli babası Sadri Alışık'ın anısı hürmetine ayakta tutulmaya çalışılan Kerem Alışık'ın, Çanakkale Maiyet Memuru iken karşılaştığım Fatin Rüştü Zorlu ile zerrece alâkası yok. "Bebek", "Don" konularında, Adnan Mendres'in hâni inanmışların kâlbini sömürmekten öte, Hasan Celâl Güzel gibi onun gerçekten inanmış Müslümanlığını iddia edenlere karşı (var mı İslamiyette hele evli kadınla zina) bir yalanlama operasyonu yapılmış olabilir ama demagoji ile efsunlananlara işte bu da, matıkî düşünce de kâr etmiyor.  Rahmetli Mendres'in Mahkeme Heyeti önünde dik duruştan hiç eser yoktu. Ama gene Sayın yazar'ın belirttiği üzere, çağdaş hukuk bilminin reddettiği idam cezaları her şeyi berbat etti. 


Dr. S.A. IP: 95.15.214.xxx Tarih : 5.01.2014 18:19:26

27 Mayıs Darbesi, Amerikan emperyalizminin Türkiye üzerinde gerçekleştirmek istediği oyunlarını bertaraf etmek amacıyla yapılmıştır ki; bu da çok yerinde olmuştur. 50 li yıllarda Erdelhun Paşa, Ameriken emperyalizminin 'su götürmez' maşası idi; ve aynı zamanda Merhum Menderes'in de en güvendiği kişi idi !.. Bu vakitler Amerika, Türkiye'yi -çok yıldızlı bayraklarına- bir yıldız daha takmak gözüyle bakıyorlardı.. Rahmetli İnönü de, bu gelişmelerin dışındaydı ve kendisi daima iç ve dış siyasetin sömürüsü olarak kullanıldı; kendisi bile gelişen olaylardan habersiz idi.. Lâkin, Türk Ordusu içinde bir güç vardı ki, bu güçlerin amacı, Türkiye'yi emperyalistlerin uşağı yapmamak idi.. "27 Mayıs girişimi" ordu içinde uşaklık yapanlara karşı, gene ordu içindeki aydınların bir başkaldırısıdır. Kısaca bu devrim, basiretli ordu mensuplarının, kendilerini satan ordu mensuplarına karşı yapmış olduğu bir "devrimdir" ! İnönü bile belki bunu anlayamamıştır, hele Menderes dahi belki bunun farkına varmıştır ki, lâkin kendisi için "iş, işten çoktan geçmiştir !" (bir konu açıldı ya, herhalde devamının geleceği kanısındayım)


Teoman Törün IP: 88.253.111.xxx Tarih : 9.01.2014 19:29:47

 Değerli Doktorum, ben de sizin ülke sorunlarına gösterdiğiniz ciddî ilgiyi çok takdir ediyorum. Karşılıklı anlayışımızım baki kalması dileği ile mütekabilen saygılarımı sunarım.


Dr. S. A. IP: 95.15.214.xxx Tarih : 6.01.2014 23:11:37

Muhterem Teoman Törün;
Hâsseten bana tevcîhlerinizden dolayı sizlere olan saygımı yinelerim. Son dönemlerimi ifâ etttiğim mesleğimin gereği neticesinde ancak şimdi bilgisayaramı açmak imkânını bulabildim ve değerli sunumlarınızı okudum. Yaşımı da bu arada ortaya çıkarttığınıdan dolayı ayrıca tebriklerimi sunarım. Evet, ben, 27 Mayıs günü ortaokul sıralarında okuyan bir çocuktum; ama, o günün bütün olaylarına şahit olmuş bir çocuktum. Bu tarihi kitaplardan okumadım, bîzzât yaşadım. Elbette ki, bu süreci irdelemem ve gerçeklere varmam gerekli idi.. Sizlerin, yedek subay olduğunuz sıralarda, gelişmelerle ilgili anlattığınız anılarınıza karşın ben de birkaç anımı belirteyim. Evimiz, Ankara Cebeci semtinde (o vakitler Cebeci çayırı denen ve şimdiki zamanda "Cebeci Stadı" nın bulunduğu yerdir) Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakultesi'nin karşısındaydı. 29 Nisan 1960 tarihinin öğle saatlerine okuldan (Ankara Atatürk Erkek Lisesi) çıkıp evime giderken, duyduğum haykırışlar üzerine olay yerine uğramıştım. Mülkiye Mektebi'nin tüm pencerelerinden yüzlerce genç (veya abilerim) söyle sloganlar atıyorlardı; "- İsmet Paşa, çok yaşa !; olur mu böyle, ulur mu; kardeş, kardeşi vurur mu !" İkindi zamanı evime geldiğimde yoğun silah sesleri duymuştum. Aynı zamanda Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin cepheye bakan duvarlarından, kurşunların oluşturduğu tozları ve delikleri görmüştüm. Tekrar olay yerine gittiğimde şu manzara ile karşılaşmıştım: Atlı polisler Fakültenin merdivenlerinde cirit atıyorlar, yağdırdıkları mermilerle haklayamadıkları devrimcileri öldürmek için kin kusuyorlardı. Akşam vakitlerinde ise olaylar durulmuş ve devrimci gençler okullarından dışarıda kaldırımlarda bed-bîn ve yorgun oturuyorlardı.
Muhterem Törün, siz de veya arkadaşlarınız da belki bu oturanların içindeydiniz; kimbilir, ben de belki sizin yanınızda idim !.. Okuluma gitmek için uyandığım 27 Mayıs Cuma gününün saat 5.30 unda radyodan, Lefkoşalı Feyzullah'ın "darbe bildirgesini" dinlemiş bir kişiyim. Bu şahsa hiçbir zaman i' tibâr etmediğimden dolayı herhalde katı bir sosyalist olarak nitelendirilmeme de müsaâde edemem. Çok yakın bir tarihimiz olan "27 Mayıs" mübhemliğini sürdürmektedir; aynı şekilde 22 şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 olayları da.. Talât Aydemir kimdir, Fethi Gürcan kimdir, Cemal Madanoğlu kimdir ?..
Muhterem Törün; Bir tarihe çocukluk yaşında ve aklı, başında olarak şahit olmuş bir kişi, herhalde bu tarihe kayıtsız kalamaz ve de tarihin gerçeklerini araştırmak hakkına sahiptir. Batı kaynaklarından tercümeler yaparak tarihî sunumlar yapmak ne kadar kolay ise, araştırmalar sonucunda tarih yazmakta o kadar zordur. [ dün yaşadıklarımız bugün için anıdır, bu günkü anımız gelecek için tarihtir. eğer yaşadıklarımızı doğru olarak yazar isek, işte bu gelecek için gerçek bir tarih olur]