20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Beni Okumayın!..

     Toplum olarak bizlere ne oldu? Anlayabilmek hiç de mümkün değil...Şaşkınlık, eblehlik sanki bir karabasan gibi üzerimize çöküverdi. İçeride ve dışarıda gelişen siyasi olaylarla hiç ilgilenmiyoruz. Kültürel ve sanatsal olaylara pek azımızın dışında yanına bile yaklaşmıyoruz.
 
     Sabahları Semra Hanım’la, Nazime Hanım’la kalkıyor, akşamları da Sinem, Şale, Ahmet ve Ata ile yatıyoruz.Tanıdık veya yarı tanıdık çevreme bakıyorum, hemen herkes televizyonlarının başında, akşamları toplanmış, kaynana adayı hanımların kişilikleri gelişmemiş oğullarına şunu alacaksın, bunu almayacaksın diye emirler yağdırmasını bekliyorlar. Öte yandan aşığım, seviyorum diyen çocuklar salya sümük ağlıyorlar. Ardından da tehditler başlıyor; hımmm o kızı almak istersen ben de eve ayrıldığım eşimi getiririm. Bu kez, aman babam eve gelmesin ne istersen yaparım diyerek damat adayı anasının ellerine sarılıyor; gözyaşları içerisinde şapur şupur... Benden uzak olsun, Mısır’a sultan olsun vecizeleri! Ekranlarda çınlarken insan elinde olmadan düşünüyor; hanım doğruyu söylesene, oğlumu evlendirmeden altınları alıp evden sıvışacağım...
 
     Televizyonların bir başka kanalında ise, sözüm ona  ünlüleri, gerçekte ünlülükten nasibini alamamışları ıssız bir çiftlik evinde toplayıp kavga ettiriyorlar. Hem de ne kavga; benim aslan gibi kocam var, senden ne haber... Diğeri de ondan aşağı kalır mı; hadi oradan benim nur topu gibi iki evladım var senden ne haber...
 
     Sıkılıyorsunuz bir diğer kanala geçiyorsunuz; orada da şarkılı türkülü beceri yarışması var. Müzik otoritelerinin karşısına, her gece magazin programlarında ekrana getirilen mutlu azınlığın! devam ettiği mekanları hayal eden, sıra bir gün bize de gelir, parsayı toplarız diyen şarkıcı adayları sıralanıyor. Ezberledikleri veya ellerine yazdıkları şarkı sözleri ile yarışmaya çalışıyorlar. Jüri üyeleri olmadı deyince ağlamalar zırlamalar; oldu deyince sevinç çığlıkları ekranlarda yankılanıyor. Elemeler bitip, ilk aşamayı geçen adaylar biraz eğitiliyor sonra da toplumun karşısına çıkarılıyorlar. Gerçekten içlerinde yetenekli, eğitimli olanlar varsa da bu kez sms mesajları ile gelen oylar onların yazgılarını belirliyor. Eğitimliler elenirken, eğitimsizler yollarına devam ediyor. Aklı başında, işini bilen jüri üyeleri sms oyları karşısında saçlarını başlarını yoluyor, içlerinden bazıları jüriyi terk ediyor... Öte yandan şarkıcı-dansöz kavgası sürüyor. Biri ben bitirdim, hayatımda yoksun; diğeri haber bültenlerinde ben bitirmeden bu iş bitmez diyor. Yarışma programlarındaki cehalet örneklerinden hiç söz etmek istemiyorum. Onlar başlı başına traji-komik olaylar... Başçavuşu teğmenin üstünde sanan üniversite mezunu mu ararsın, Balkan Devletlerini Rusya’da sananları mı?.. Ne ararsanız hepsi seçilmiş sanki bir araya getirilmiş. Belki de cehalet örnekleri nasıl verilir diye düşünülmüş, böylesine programlar düzenlenmiş.
 
     Türkiye Cumhuriyeti’nin insanları böyle mi olmalı? Aydınlanma felsefesinden geçmiş olanlardan, orta kültürlü insanlar da bunlara karşı ama, gelin görün ki her akşam bu kültürel cehaletleri ayrı ayrı kanallardan izliyorlar. Acaba birileri gündemi değiştirelim, ekranlar aracılığı ile toplumu uyutalım, onlar da başka şeyler düşünmesinler demek mi isteniyor? İşte onu bir türlü çözemiyorum.
 
     Bütün bunlar olup biterken sayıları bir kaçı aşmayan bazı televizyonlar toplumu bilgilendirmeye yönelmiş. Rus İhtilalinin, I-II.Dünya Savaşlarının bilinmeyen yönlerini, toplumsal patlamaları, doğanın gizemlerini, hayvanlar alemini, uzayı, teknolojiyi ekranlara getirerek, konularının uzmanlarına tanıklıklar, yorumlar yaptırıyor. Ne yazık ki  bunları çok az insan izliyor, basın da bu konularla ilgilenmiyor. Belki de hakları da yok değil; aylarca insanları bir arada yaşatarak, kameralarla günün yirmi dört saati izletecek, onları psikolojik bozukluğa itecek, birbirine düşürecek ve daha çok reyting alacaklar. Bu insanlar kapalı kapılar ardında her türlü iletişimden uzak ne yaparlar; psikolojik ve cinsel bunalım içerisinde ya kavga ederler, ya da birbirlerine aşık olduklarını sanırlar.
 
     Türkiye acayip bir ülke oldu. Öylesine ucuz kahramanlar yaratıyoruz ki ona da şaşmamak elde değil. Eskiler bunlara kazib şöhretler derdi. Bunlar kısa zamanda ortaya çıkar, parlar ve sonra da kaybolurlar. Bu nedenle de Semra Hanım’ı, Sinem’i, Ata’yı bir anda yaratıverdik. Kısa süre sonra onları sunucu, manken veya televizyon yıldızı olarak görürsek hiç şaşmayalım, kimseye de kızmayalım.
 
     Günlük gazete köşe yazarlığından, internetteki bu köşeye atladığımdan benden kültürel yazı bekleyenleri yanılttığımı gelen maillerden ve dost sohbetlerindeki konuşmalardan anlıyorum. Nette onların istediği türdeki yazılarımı yüzü aşkın kişi okurken, gelinim, damadım, kaynanam türündekilerin ise yedi binden fazla kişinin okumasına  ben de şaşıyorum. O zaman benim gelinli kaynanalı yazılarımı okumayın ki yeniden kültürel, sosyal ve siyasi yazılarıma döneyim. Gerçekleri yazarak ayağına bastığım bazı kişilere tazminat ödeyip, yine basın savcılarının karşısına çıkıp, Asliye Ceza Mahkemeleri’nin koridorlarında bekleyeyim.
 
     Kısacası okumayın beni... Johann Goethe’nin dediği gibi “İnsan daima kendini aşmak zorundadır, aksi halde güçsüz bir varlıktır”.
 
 
 
erdemyucel2002@hotmail.com
 
Yayın Tarihi : 5 Aralık 2004 Pazar 20:51:39
Güncelleme :8 Haziran 2005 Çarşamba 15:55:57


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?