19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Bilirkişilik!

İstanbul’daki dere yataklarının çevresi geçen yıl sel felaketine uğramış, maddi zararın yanı sıra can kaybına da neden olmuştu… Her geçen gün, biraz daha artan nüfus patlaması, çarpık yapılanma, dere yataklarının kaçak veya yasal (!) iskâna açılmasıyla bu felaket yaşanmıştı.

Sırası geldikçe yinelediğim, siyasilerin çok sık kullandığı bir sözcük vardır; “ Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür!..” Kısacası, bizler başımıza gelenleri toplum olarak çok çabuk unuturuz… Bu kez de öyle oldu; sele kapılan bir tekstil şirketinin kapalı kasalı servis aracının içerisinde sıkışıp kalan sekiz kadın işçi yaşamlarını yitirmişlerdi. Bu acı olayın ardından Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, Trafik Yasasına göre kullanılması yasak kapalı kasa minibüsle servis yapılamayacağı gerekçesiyle, olaya neden olanların “Taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olmak” suçundan 3 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmasını istemişti. Bunun üzerine Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava görülmeye başlamış, ölen kadınlardan bazılarının varisleri “Biz firmayla anlaştık, şikâyetçi değiliz” diyerek avukatlarıyla birlikte davadan çekilmişlerdir.

Bu arada mahkemenin öngördüğü bilirkişi raporunda servisin insan taşımaya uygun olmadığı, ölen kadınların kusursuz olduğu belirtilmiştir. Ne var ki, şirket sahipleri yasal haklarını kullanarak bilirkişi raporuna itiraz etmiş ve yeni bir bilirkişiye başvurulmuştur. Bu kez akademisyenlerden kurulu yeni bilirkişi raporunda servisin camlı veya camsız oluşunun olayı etkilemediği, şirketin sel felaketine karşı önlem almasının mümkün olamayacağı ve kazanın oluşunda asli ve tek etken meydana gelen doğal afettir denilmiştir.

Kısacası suçlu olarak insan taşımada gerekli önlemleri almayanlar yerine doğal afet olarak sel suçlanmıştır!... Bu arada sel yataklarının önlerini kapatanlara, akış güzergâhlarını daraltan, çevresini yapılanmaya açanlara ise hiç değinilmemişti…

Türkiye’de insan yaşamının ne kadar ucuz olduğunun, sorumsuzluğun çoğu kez suçluluk getirmediğine tipik bir örnek… Başka bir deyişle paranın her şeye hâkim olabileceği bir ortam!..

Aynı olayda birbirleriyle çelişkili iki bilirkişi raporu hukukçuların tartışacağı bir konu olmalıdır. Nitekim basına yansıyan, bununla ilgili hukukçuların görüşleri de birbirleri ile örtüşmüyor. Bizim söyleyeceğimiz bir tek söz var; o da insanın yaşamı böylesine ucuz olmamalı…

Yeri gelmişken bilirkişilik kavramı üzerinde durmak istiyorum. Bilirkişilik biraz da karar verme aşamasında zorlanan hakimi kurtaran bir konudur!..

Bilirkişiye, hâkimin aldığı eğitimin dışında kalan konularda başvurulur. Ayrı bir uzmanlık alanıdır. Hâkimin bilmediği, uzmanlık alanı kapsamına girmeyen konularda, bilirkişi raporlarına dayanması doğaldır. Ancak günümüzde bilirkişiliğin bir mesleğe dönüşmesine de şaşmamak elden gelmiyor!... Emekli olan bir uzman veya işiz kalan, belirli eğitim almış kişiler için bilirkişilik ideal bir meslek olmuştur. Adli mercilerde bir yakını olan veya tanıdık bulanlar kendilerini bilirkişiler listesine attılar mı, artık işlerini yoluna koymuş sayılırlar. Çoğu kez hâkimler bilirkişi raporlarına kurtarıcı olarak başvurduklarından, bu yeni ve henüz su yüzüne çıkmamış meslek dalı da geçerlik kazanıyor. Büyük olasılıkla dava konusu ne kadar önemliyse bilirkişi de o derece önem kazanıyor!..

Bununla beraber gerçek bilirkişilik uzmanlık alanıdır. Mahkemelerde uzmanlık gerektiren teknik bir konuyla karşılaşıldığında, hâkimin bilirkişiden görüş alması kadar doğal bir şey olamaz. Kuşkusuz, bu arada bilirkişinin de hemen her konuyu bilirim edasıyla rapor düzenlemesi de yanlıştır. Hâkimin de her konuyu bilirkişiye göndermesi ne derece doğrudur; o da tartışılacak başka bir konudur. Bazen mahkeme, ikiden fazla bilirkişiyi atarsa onlardan biri raporu hazırlar, diğerleri de dosyayı incelemeden raporun altını imzaladıkları, biz ona güveniyoruz dedikleri de adliyelerdeki söylentiler arasındadır.

Bilirkişiler arasında görevini kötüye kullanalar var mı bilemeyiz ama onların raporları doğrultusunda karar verilmiş olanlar yargıyı yanıltmış olmuyor mu? Bununla beraber gerçekten konusunun uzmanı olan, adil biçimde rapor yazanlar yok mu derseniz; onlar da var…

Geçtiğimiz günlerde Aydın Ayaydın bu konu üzerine eğilerek ilginç bir noktaya değinmişti. Ayaydın’ın bu tespiti ne derece doğru bilemem ama yine de sizlerle paylaşmak isterim; “Bilirkişiler, davaya bakan hâkimlerden çok daha fazla kazanmaya başladı. Hatta öyle noktaya geldi ki, bilirkişilik bir meslek halini aldı. Bilirkişiler oturdukları evin altında bir büro tutuyor ve yanına rapor hazırlayacak beş-on eleman da alıyor. Sonra gelen dosyalar üniversite mezunu bile olmayan bu elemanlar tarafından yazılıp sözde bilirkişiye imzalattırılıp mahkemedeki dosyasına konuluyor. Mahkeme hâkimi de o bilirkişi raporunu hazırlayan ve konu ile ilgisi bulunmayan sözde uzmanın hazırladığı raporu dikkate alıp kararlar veriyor.”

Yukarıda da belirttiğim gibi bilirkişilik, gerçek uzmanlık alanıdır. Raporu verenin çok dikkatli olması, hukukçu gibi düşünmesi gerekir. İstanbul, Edirne ve Kırklareli mahkemelerinde eski eserlerle ilgili konularda bilirkişilik yaptığımı ve çoğundan da ücret almadığımı yeri gelmişken söylemek isterim. Bilirkişiliği de hiçbir zaman meslek olarak görmedim.
 

erdemyucel2002@hotmail.com
 

Yayın Tarihi : 10 Şubat 2011 Perşembe 13:33:50


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 78.176.228.xxx Tarih : 12.02.2011 16:43:40

Sayın Dr. S.'nin daha sonra vereceğini beyan ettiği yorumlarını da merak etmekle birlikde ileri sürdüğü (eskiden "muhakkiklik" tabir edilen incelemeci, soruşturmacı olarak hareket edenlerin işlevleri konusunda ben de peşinen bazı naçiz görüşlerimi sunayım. Toplumsal olaylarda çoğu kez birbirinden farklı ihtisas konularını bir arada kapsayan (gene eski dille "tedahül" denilen) birbirine karışmışlık yaşanır. Özellikle yüksek öğrenim almış olanların genel konularda asgarî bir bilgisi olmalıdır. Ve nitekim bazı fakülte ve yüksek okullarda farklı branşların öğrenimi zorunluluk olur. Mesela, ben SBF Kamu İdaresi Şubesinde iken (bir idarecinin karşılaşabileceği sağlık konuları hakkında belirli bir akademik hazırlığı olması bakımından "Hijyen" dersleri almıştım. Kezai Hukuk fark derslerin verirken "Adlî Tıp" okumak ve sınavını verme yükümlülüğü ile karşılaştım. Mütekabile bir doktor da bu konuların idarî ve adlî mevzuatı hakkında bilgi sahib olması gerekmektedir. Bu bakımdan böyle konularda bir doktorun muhakkikliği bence de daha muteber olur. Nitekim Millet Meclisinde olsun, Bakanlıklar gibi çeşitli idarî kademelerde olsun yasama (kanun yapma) ya da (karar, tüzük, genelgei tebliğ, sirküler gibi) ilişkini mevzuat oluşturulurken konu ile ilgili çeşitli meslek ve ihtisas erbabı bir araya gelir, yasal metinler toplu görüşlerin kaynaşması ile gerçekleşir. Bir çok teknik yüksek öğrenim dallarında İdare Hukuku, İş Hukuku gibi hukuk dallarının da öğretiminin yapıldığını biliyoruz.  Muhakkikliği salt hukukçulara bırakırsak o tahkikattan hiç hayır gelmez. Çoğu kez, tahkikat ya da bilirkişilik çeşitli ihtisasa erbabının oluşturduğu ekip hâlinde yapılır. 


Dr. S. IP: 78.161.234.xxx Tarih : 12.02.2011 00:52:59

Adalet mekanizmasını ilgilendiren veya ilgilendirmesini gerektiren dava konularında, bir tıp mensubu, "incelemeci-soruşturmacı " olarak görevlendirilmektedir. Bir hekim, icra etmesi gereken mesleğinin yanısıra bir hukukçu olmak zorunda mıdır ? Tıbbiyede hukuk eğitimi de veriliyor ! Her kesim kendi mesleğini icra etsin ! (Zamanımın darlığı nedeniyle bu konuya daha sonraki yorumlarımda yer vereceğim)


Mehmet E. IP: 84.62.37.xxx Tarih : 10.02.2011 18:10:44

Hocam ellerine saglik!Bu güzel yazin umarim sayin Savcilarimiza ve Hakimlerimize karar vermeden önce dikkate alirlar insallah.Bosu bosuna garibanlarin basi agrimasin.Ne yazik,ki Napolyon,un dedigi gibi para para para, Bu yasadigimiz dünyada para Tövbe tövbe Allah,i ikinci siraya geriletmistir.

Dünyada oldugu gibi Türkiye,de paranin acamiyacagi kapi hemen hemen kalmamistir.Para hükmettigi yerlerde islerin yüzde doksani oldu bilmek lazim.Bunun yaninda iki kisi tarafindan yazilan raporlar birbirine uymadiginin sebepleri bencillikten kaynaklandigini tahmin etmekteyim.Cünkü hic birimiz yogurdum eksi diye satmiyoruz.

Tipki iki din adaminin Kuran-i okuyup tefsir ederler ama kendi kendileri ile anlasamadan ayrilirlar.Görüldügü gibi günden güne sevgi saygi hürmet gitgide kaybolmaktadir.Ve dalga dalga büyüyüp tüm yurdu kaplamistir.Yani iki medeni insan gibi bir konuyu tartisip medenice ayrilmamisiz.Arkasindan hemen yapistiririz nasil alt ettim diye.

Uzun lafin kisasi bir cok memlekette oldugu gibi paranin girdigi yerde isin %90 ni olmus demek.Geri kalan %10 nu ise isi daha zor cünkü mutlaka olayi kamu oyuna aciklanmistir,Onun isi daha zor herkes tarafindan bilindigi icin.Asayis gücleri tarafindan yakalanan suclular kamaraya kendilerini tanitmamak icin yüzlerini kapatmak zorunda kalmaktadirlar.Dirisini para ile satan;Ölüsünden,de servet sahibi olma pesindedir saygilarimla.


Teoman Törün IP: 88.243.238.xxx Tarih : 11.02.2011 10:03:24

Bilirkişilik gerçekden enterasan bir konu. Çoğu defa, bazı Mahkemelerin de belirli odaklardan etkilendikleri durumda, kararlarına dayanak teşkil edecek raporu verebilecek bilirkişileri  seçtikleri hâller olabiliyor. Yargıçlar,bazı hâllerde de (daha çok teknik değil de özel mevzuatla ilgili konularda) bilirkişinin (ya da bilirkişilerin) raporuna itibar etmeyip kendi takdir yetkilerini kullanabiliyorlar. Mesela idarî davalar ya da gümrük, kambiyo gibi konular, zatenbu görevler kendilerine verildiği için ihtisaslaşmış olan mahkemelerde rüyet edildiği için bilirkişiye de gerek kalmadığı hâlde gene bilirkişiye başvuruluyor ama yargıç rapora isterse uyuyor, istemezse uymuyor.  Her hâü kârda bilirkişilik bir kazanç kapısı... Hele Aydın Ayaydın'ın tesbiti veçhile "bilirkişilik" (zamanın trendine uyarak) ekonomik bir sektör olarak gelişip "bilirkişilik büroları açılınca artık "belirli konu" nun uzmanlığı değil, mücerret "bilirkişilik uzmanlığı" ortaya çıkıyor.  


Yılmaz Ergüvenç IP: 85.96.76.xxx Tarih : 11.02.2011 12:39:34

Çok ilginç bir konuya değinmişsiniz. Başbakan Adnan Menderes'in giriştiği İstanbul yıkımlarında kamulaştırılan emlâk için açılan tezyid-i bedel (bedel arttırımı) davalarında, bilirkişi raporlarında belirlenen fâhiş kamulaştırma bedelleri, Hazineyi büyük oranlarda zarara uğratmış, bu arada birçok kimseye haksız kazançlar sağlamıştı. Özellikle tezyid-i bedel avukatı olarak isim yapmış olanlar kısa zamanda hiç yoktan büyük servet sahibi olmuşlar, bu gibi davalarda emlak sahibi kadar avukatlar da aslan payını almışlar, tayin edilen belli isimlerdeki bilirkişi grubunu da normal ücretleri dışında 'görmüş'lerdi. Bu nedenle istimlâk davalarına seçilecek bilirkişilerin mühendis ve mimar odalarının ve diğer ilgili meslek odalarının her yıl gösterdiği adaylar arasından mahkemelerce seçilme zorunluluğunu getiren bir yasa çıkarılmıştı. Bu yasa adlî mercilerde hâlâ, şimdi vefat etmiş bulunan zengin ve meşhur avukatın adı ile anılır. Boğaziçi Köprüsü istimlâklerinde ben de Mimarlar Odasını temsilen bilirkişilik  yaptığım, 100'ü aşkın rapor düzenlediğim için bu gibi konuların iç yüzünü biliyorum.