İstanbul tarih boyunca siyasi, kültürel, sosyal ve ekonomik yönden özelliğini korumuş bir şehirdir. Her birinin ayrı ayrı özellikleri olan eserleri ile de ayrıcalıklıdır. İstanbulun bu özelliklerini yitirmeden günümüze ulaşmasında devleti yönetenler kadar belediye başkanlarının da büyük payı olmuştur. Osmanlı döneminden günümüze kadar geçen süreç içerisinde bu tarihi şehirde şehremini veya belediye başkanı olarak görev yapmış olanlardan bazıları onunla özdeşleşmiş, bazıları da hiçbir iz bırakmadan silinip gitmiştir. İstanbula ismini kazıyan bu başkanlardan bazılarının isimleri her zaman hatırlanmakta, hayırla yad edilmektedir.
İstanbulda iz bırakmış belediye başkanlarının başında Op.Dr.Cemil Topuzlu gelmektedir. Topuzlu, 1912-1914 ve 1919-1920 yıllarında iki kez bu görevi üstlenmiş, yapmış olduğu hizmetlerden ötürü İstanbulun tarihine geçmiştir. İstanbulda ilk kez geniş caddelerin açılmasına ön ayak olmuş, şehrin temizlenebilmesi için Avrupadan özel çöp arabaları getirtmiştir. Sütlüce Mezbahanesinin temelini atarken Eminönü Meydanını da düzenlemiştir. Op.Dr.Emin Erkul Seyitoğlu (1924-1928) ise şehir kanalizasyonunun yanı sıra Kayışdağı sularının Kadıköye ulaşmasını sağlamıştır. Dr.Lütfü Kırdar (1938-1949) olumlu veya olumsuz yönleri ile tartışılan bir belediye başkanı olmasına karşılık, İstanbulda iz bırakanlardan bir diğeridir. Prof.Henry Prostun bu tarihi şehir için hazırladığı imar planını uygulamış, Taksim Kışlası başta olmak üzere şehrin özelliğini yansıtan bazı yapıların, tarihi mezar taşlarını içeren Ayazpaşa Mezarlığını da ortadan kalkmasına neden olmuştur. Onun döneminde yapılan Atatürk Bulvarı, Taksim meydanı düzenlemeleri, Atatürk Köprüsü, Refik Saydam Caddesi (eski Tozkoparan), İnönü Stadyumu, Üsküdar İskele Meydanı bunların başında gelmektedir. Ne var ki tarihi bir geçmişi olan Taksim Topçu Kışlası Taksim Meydanı düzenlemelerine feda edilmemeli idi. Pekala kışlanın iç avlusu İnönü Gezisinin devamı olarak kullanılabilirdi. Ayrıca Sultanahmet Meydanında tarihi doku içerisine oturtulan ve çevre ile hiçbir bağlantısı olmayan Adliye Sarayı bu kışlanın içinde yer alabilirdi. Haşim İşcan Saraçhanebaşı düzenlemeleri ve kendi ismini taşıyan geçit ile İstanbula damgasını vuran belediye başkanları arasındadır. Öte yandan Bedrettin Dalan açtığı sahil yolları ve yaptığı düzenlemelerle İstanbulu denize kavuşturan bir belediye başkanı olmuştur. Haliçin temizlenmesi, zaman zaman tenkitlere uğramasına rağmen Tarlabaşı Caddesini açması ile unutulmayacak isimler arasına kendisini katmıştır.
İstanbul belediye başkanlarının belki de düşündüğü ancak uygulamaya koyamadığı bir projeyi dile getirmek isterim. Yaşamımın büyük bir bölümünü geçirdiğim ve halen de kopamadığım Sultanahmet ile belediye başkanlarının yeterince ilgilendiklerini pek sanmıyorum.
Tarihi Yarımada olarak isimlendirilen Sultanahmet, Ayasofya, Sultanahmet Camisi, Hagia Eireni, Firuz Ağa Camisi, Sokollu Mehmet Paşa Camisi, Bizans Büyük Saray kalıntıları ve mozaikleri, Milleion Taşı, Bazilica Sarnıcı (Yerebatan), Binbirdirek Sarnıcı (Floksenus), Alman Çeşmesi, Dikilitaşlar gibi eserlerle yerli ve yabancı turistlerin, İstanbulu sevenlerin her zaman hayranlıkla izlediği bir yöredir. Sultanahmet bu yönden dünyanın en önemli meydanlarından birisidir. Ne var ki, Ramazan aylarında burada yapılan trajikomik, çirkinlikler örneği gösteriler bir kenara bırakılacak olursa gerçekten Sultanahmetin kendine özgü bir konumu vardır. Hepsinden önce Bizans Hipodromunun ayrı bir önemi bulunmaktadır.
Roma İmparatoru Septimus Severusun 196dan sonra yapımını başlattığı Hipodrom I.Constantinus döneminde (324-337) tamamlanmış ve Bizansın sosyal, siyasal ve töresel yaşamında önemli bir merkez konumuna gelmiştir. Romadaki Circus Maximus örnek alınarak yapılan Hipodromda Bizans döneminde araba yarışları düzenlenmiş, kathisma denilen imparator locasında imparatorlar halka seslenmiş, çeşitli isyanlar yine burada meydana gelmiştir. Bizans döneminde Hipodromun bulunduğu alan her geçen gün biraz daha önem kazanmış, yapılar yoğunlaşmış çevre çeşitli heykellerle süslenmiştir. Bu arada Hipodromdan Marmara Denizine kadar uzanan alanda da çeşitli yapılardan oluşan Büyük Saray yapılmıştır. Ayasofyadan Hipodroma, oradan da Büyük Saraya ulaşan dehlizler bulunmaktadır. Bu dehlizlerin ortaya çıkarılması konusuna da yeterince önem verilmemiştir.
Osmanlılar Hipodroma önem vermiş, buraya At Meydanı ismini yakıştırmışlardır. Osmanlı döneminde de burada yine ayaklanmalar olmuştur. Bunun yanı sıra Hipodrom görkemli Osmanlı törenlerine, şölenlerine, sünnet düğünlerine ve çeşitli eğlencelere tanıklık etmiştir. Bütün bu olayları Derviş Abdinin Surnamesi ile Nasuh-el Matrakinin Hünername isimli eserindeki minyatürlerde görmekteyiz.
XIX.yüzyılda Sultanahmet konakların yer aldığı bir semt olmuş, 1863te Sergi-i Umumi-i Osmani burada açılmış, 1898de Alman İmparatoru II.Wilhelm İstanbulu ziyareti anısına bir çeşme yaptırmıştır.
Ne yazık ki günümüzde Sultanahmet Meydanındaki Hipodrom ile Avrupadaki meydanlar, özellikle Roma Meydanı kadar ilgilenildiğini söyleyemeyiz. Örneğin Hipodromun alt yapısı, Marmara Üniversitesi tarafındaki duvarları, zeminde mahzenleri olduğu gibi durmaktadır. Günümüzün teknik imkanları ile burada yapılacak çalışmalar ve düzenlemelerle Hipodrom tüm görkemi ile ortaya çıkarılabilir ve Türkiyenin turizm gelirlerine de çok büyük katkısı olabilir.
Bu işin üstesinden gelebilecek bir belediye başkanı, belki de İstanbul tarihine ismini altın harflerle yazdıracağı gibi, bu tarihi kent ile özdeşleşmiş olacaktır.
erdemyucel2002@hotmail.com