19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Bodrum Olayı Müzelerde Sonun Başlangıcı mı?


Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde bin bir türlü sorun yaşanıyor; köşemde onlara güncelliğini yitirmeden yer vermek istiyorum. Bu nedenle ara sıra da olsa değindiğim Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ilgili konulara artık pek girmek istemiyorum. Gelin görün ki, olaylar, gaflar birbirini tutmayan sözler, televizyonlarda peş peşe izlediklerim karşısında yazmadan da edemiyorum. Uşak Müzesinde sergilenen Karun Hazinesi’nin en önemli parçasının yerinde yeller esiyor... Kahramanmaraş Müzesi’ndeki sikkelerin sahte olduğu söyleniyor. Bilen de, bilmeyen de ortaya bir şeyler atıyor. Basında sansasyon yaratmak isteyen bir gazeteci Topkapı Sarayı’ndaki Kaşıkçı Elması’nın sahte olduğunu ileri sürüyor, Topkapı Sarayı’nda devir teslim işlemleri sırasında bazı eserlerin yerinde olmadığını müfettişlerin raporlarında yazdıklarını müzeci dostlarımdan öğreniyorum. Müze uzmanları eserlerin yerinde olduğunu, yalnızca etiketlerinin düştüğünü söylüyor. Birkaç gün öncesi katıldığım Haber Türk programında bu konu gündeme gelmişti.

Kısacası derdine deva bulunmaz bir hastalığa mustarip olmuş bir bakanlık... Bu nedenle kendi kendime yazmama sözü vermeme rağmen, olmuyor, gel de yazma...

II. Dünya Savaşının dönüm noktası olan Normandiya Çıkarması sonun başlangıcı olarak isimlendirilmişti. Sonradan bu sözcük sona yaklaşan her olay için kullanılır oldu. Bu kez de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kaosa düştüğü şu günlerde kendi kendimize sormadan edemiyoruz. Acaba müzelerde de sonun başlangıcı mı?

Bu kez de Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde yeni bir suçlama veya karalama ortaya atıldı. Bilen bilmeyen, anlayan anlamayan yine konuşuyor. Bir reklâm filminde olduğu gibi; ağzı olan konuşuyor...

Ortaya atılan yeni iddia Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin zindan girişindeki “Tanrının Bulunmadığı Yer” anlamına gelen Latince kitabenin sahte olduğu, müzenin 61 yaş emekliliğine kurban edilen eski müdürü Oğuz Alpözen’in bu yazıyı yazdırdığı iddia ediliyor.

Konuya girmeden bu zindanın bulunduğu kuleden söz etmek istiyorum. Saint Jean Şövalyeleri 1406–1407 yıllarında Bodrum Kalesi’nin yapımına başlamış ve yapım çalışmaları 1522 yılına kadar sürmüştür. Bodrum Kalesi’ne değişik dönemlerde ayrı ayrı kuleler yapılmıştır. Bunlar İngiliz Kulesi (Aslanlı Kule), Fransız Kulesi (Gergef Kulesi), İtalyan Kulesi (Kabartmalı Kule), Alman Kulesi (Sağlam Kule) ve İspanyol Kulesi’dir (Yılanlı Kule). Yılanlı Kule ile Alman Kulesi arasındaki iç hendekte, kalın sur duvarı altında, çoğu kişinin pek bilmediği bunların dışında iki kule daha bulunmaktadır. Bunlar Gatineau ve Caretto kuleleridir. Gatineau Kulesi kale kumandanlarından Jacques Gatineau tarafından 1512–1514 yıllarında yaptırılmıştır. Yapımından sonra kulenin top mazgalları kapatılmış, havalandırma bacaları tıkanmış ve 1513–1522 tarihleri arasında zindana (işkence odasına) dönüştürülmüştür. Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos kuşatmasından sonra 20 Aralık 1522’de yapılan anlaşma ile Rodos Kalesi, İstanköy Adası ve 12 adanın tamamı Osmanlılara bırakılmıştır. Bunun üzerine Bodrum Kalesi de 5 Ocak 1523’de savaşsız Osmanlılara verilmiştir. Şövalyeler kaleyi teslim etmeden önce buradaki zindanı 3 m. kalınlığında bir taş duvarla örmüş ve belki de şimdiye kadar yaptıkları ayıbı gizlemek istemişlerdir.

Gatineau Kulesi’nin dış kapısı üzerinde Jacques Gatineau’nun ve Magnus Magister Emery d’Amboise’nin armaları bulunmaktadır. Kuleden 23 basamakla inilen iç kapı üzerinde Tanrının bulunmadığı yer anlamına gelen Latince “Inde Deus Abest” yazılıdır. Şövalyeler kaleden çekilirken ileride kendilerini suçlayacak bu belgenin farkında olmamışlardır.

Bodrum Kalesi’ni bugünkü konumuna ulaştıran Müze Müdürü Oğuz Alpözen, müzesinde her yıl yeni bir bölüm açarak, bilimsel kongrelerde tanıtıp yayınlamakla bilimsel çevrelerde ün yapmış bir müzecidir. Müzede yapmış olduğu yeni düzenlemelerin başında Karyalı Prenses, Tunç Çağı Batıkları, MS. VII. Yüzyıl Doğu Roma Gemisi, Cam Batığı, Türk Hamamı, Komutan Kulesi’nin düzenlenerek çağdaş müzeciliğin ön gördüğü şekilde ziyarete açılması gelmektedir. Kültür Bakanlığı’nın her yıl düzenlediği kazı çalışmaları, müzecilik sempozyumlarında müzeciler her yıl ondan yeni bir çalışma bekler olmuştur. Çağdaş müzeciliğin ön gördüğü koşulların başında da müzelerin halk üzerindeki eğitimi ve yeni düzenlemeler gelmektedir. Oğuz Alpözen de bunu en iyi biçimde başaran, diğerlerine örnek bir müzecidir.

Oğuz Alpözen, Bordum Kalesi’nde Gatineau Kulesi ve çevresindeki iç hendek düzenlemesini yaparken bu kez “Zindan” ı ortaya çıkarmıştır. Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü, İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü’nün katkıları ile kulenin restorasyonu yapılmış ve dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar tarafından da “Zindan” 1994’de ziyarete açılmıştır. Bu bölüm müzenin en çok ilgi çeken bölümlerinden birisidir. Kültür Bakanlığı da açılışından bu yana zindanı 14 yıl boyunca İnternet sitesinde “Tanrının bulunmadığı yer olarak” yayınlamıştır. Buradaki Latince yazının yanına da İngilizce ve Türkçe karşılığı yazılmıştır.

Buraya kadar hiçbir sorun yok... Sonun başlangıcı dedik ya; Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün’den müze müdürlüğüne gelen bir yazıda zindan girişinde bulunan tabelanın kaldırılması ve Latince yazının da tarihi arkeolojik değeri olmadığı gerekçesi ile kazınması istenmiştir.

Müzeler tarihinde ilk defa meydana gelen bir olaya da sırası gelmişken değinmek isterim. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne bu yazıyı yazan Genel Müdür, İç Hizmetler Yönetmeliği uyarınca arkeolog, sanat tarihçi veya filolog olması gerekirken kaymakamlıktan bu göreve atanmıştır. Müzecilik bir bilim dalıdır ve bu tür göreve geleceklerin de bu eğitimi almaları gerekmektedir. Aynı zamanda Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana da teamül bu yönde olmuştur. Bir arkeolog yasalar ve yönetmelikler uyarınca kaymakamlık yapamayacağına göre bir kaymakamın da genel müdür veya müze müdürü olması biraz tuhaf kaçmaktadır.

Bodrum Sualtı Arkeoloji müzesinin yeni müdürü Yaşar Yılmaz’ı şimdiden bir sıkıntı almış olmalıdır. Müzesindeki bir yazıtı kazıtırsa sonraki yıllarda bunun hesabının nasıl verecektir?

Basından öğrendiğimiz kadarıyla müfettiş raporunda (Müfettişler arkeolog veya müze-bilim eğitimi almamışlardır) bu kitabenin arkeolojik değerinin, tarihi mekânda bulunmasının anlamı olmadığını belirtmişlerdir. Bunun üzerine Müze Müdürü hemen saç levhayı kaldırmış ve sıra Latince yazının kazınmasına veya üzerinin örtülmesine gelmiştir.

Bodrum’daki bu olayı yazılı ve görsel basın gündeme taşıyınca Kültür Bakanı Atilla Koç, düzenlediği basın toplantısında Genel Müdürü ile birlikte yazının sahte olduğunu dönemin Müze Müdürü Oğuz Alpözen, tarafından yazdırıldığını söylemiştir. Bunun yanı sıra yazıda tercüme hatası olduğunu “Tanrı Buradan Uzak” anlamına gelebileceğini de söylemiştir. Ardından da bu tarihe ihanet olacaktır, yazı kalacaktır gibisinden konuşmuştur. Bu arada yazıda tahrifat yapanlar hakkında soruşturma başlatacağını belirtmiştir. Behçet Dinçer isimli bir müze görevlisinin bu yazıyı ben yazdım gibi bir itirafı olduğu da ortada dolaşmaktadır. Müzeler Genel Müdürü, yazıyı Oğuz Alpözen’in talimatıyla müze görevlisi teknisyene yazdırıldığını tekrarlamıştır. Ayrıca ziyaretçilerin bu konuda tepkisi olduğunu da dile getirmiştir.

Ne tuhaftır ki, 14 yıl boyunca kimse tepki göstermeyecek ve bu tepki şimdi gelecek, Bakanlığa ihbar edilecek!.. Öte yanda müzede 17 yıl teknik ressam olarak çalışan Behçet Dinçer 1999 yılında Bakanlık müfettişine verdiği ifadede “zindana ilk girenlerden olduğunu ve yazının o zaman var olduğunu ve kendisinin temizlediğini” söylemektedir. Bugün ise 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’na bağlı olduğundan “O yazıyı yazdım veya yazmadım diyemem” demekle yetinmektedir.

Bu konuda kendisine soru yöneltilen Oğuz Alpözen: “Duvar yıkılıp içeri müze uzmanları ile girildiğinde Latince yazının bulunduğunu ve bunun talimatımla temizlenerek ortaya çıkarıldığını, sert cisimle kazılmasının söz konusu olmadığını, yazının üzerinden kırmızı kök boya ile geçildi. Yazının ne anlama geldiğini sonradan Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü olan, konunun Türkiye’deki tek uzmanlarından Prof. Dr. Ender Varinlioğlu’na sordum ve 23 Haziran 1993’deki cevabında; Burada Tanrı Yoktur yazılı olduğu belirtilmiştir” demektedir.

Kendilerini konunun uzmanı sanan bazı gazeteciler de Latin alfabesindeki U harfi vardır ama V şeklinde kullanılır gibi sözler söylemektedirler. Oysa XV. Yüzyıl kitabelerinde U ile çoğu kez V aynı anlamda kullanılmıştır. Bazı yerlerde U bazı yerlerde de V şeklinde yazılmıştır. Epigrafi ayrı bir bilim dalıdır, bu bilim dalının dışında olanların beyanda bulunmaları bence çok tuhaftır. Türkiye’de konunun uzmanları vardır. Onlar da Orta Ortaçağdan beri U ile V harfinin birlikte kullanıldığını söylemektedir.

Bu sözcük üzerinde böylesine durulmasının ve bir bardak suda fırtına koparılmasını anlamak mümkün değildir. Tanrı burada yoktur veya Tanrı buradan uzaktadır sözleri birbirine yakındır. Çoğu kez yabancı dildeki bu sözcükte aynen değil mealen açıklanmış olabilir. Bu sözcük zindanda çekilen eziyeti veya işkenceyi tanımlamak için yazılmıştır. Bazılarının iddia ettiği gibi din ile bağlantısı yoktur. Ortaçağ’daki Tanrı sözünü günümüz inançları ile bağdaştırmanın da hiçbir anlamı yoktur.

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ndeki bu olay, bence bir ibrettir. Bununla beraber geçmişte de buna benzer olaylar yaşanmıştır. Bodrum Kalesi iç avludaki kalenin yapımı sırasında buraya eklenen şapel gotik üslupta bir yapıdır. Kalenin yönetimi Osmanlılara geçtikten sonra cami olarak kullanılmıştır. Kalenin müzeye dönüştürülmesi sırasında önce Tunç Devri eserlerini içeren bölüme dönüştürülmüş, sonra da Doğu Roma Batığı buraya yerleştirilmiştir. Bir dönemde ise yeniden cami yapılma çabaları olmuş, bu nedenle müze müdürünün başı yine derde girmişti. Efes Müzesi’nde teşhirde bulunan dünya arkeoloji literatüründe önemli bir yeri olan erkek cinsellik organını gösteren Priapos heykelinin teşhirden kaldırılması istenmişti. Elde olmadan insanın aklına değişik değişik şeyler geliyor; örneğin Efes Müzesi’nin sembolü olan Ana Tanrıça heykelinin göğsünde sıralanmış yuvarlakların bereketi simgeleyen erkek yumurtaları olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Ayrıca müzelerimizde çıplak olarak tasvir edilmiş, cinsel organları meydanda mitolojik heykellerin, yalnızca erkek organlarını yansıtan Roma dönemi falloslarının teşhirden kaldırılması veya üzerlerinin örtülmesi de acaba düşünülecek mi? Üzerlerinde cinsel temaları işleyen Helenistik Dönemin (M.Ö300-M.S20) kırmızı ve siyah figürlü vazoları ne olacak? Bunların çoğu müzelerimizde sergilenmektedir. Kaldı ki, arkeolojide erotizm konusunda yayınlanmış yığınla yerli ve yabancı bilimsel yayın da bulunmaktadır.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ulusal yerel ve etnoğrafik müze kavramları içerisinde bazı müzeleri başından atmak için çareler ararken, Bodrum Müzesi’nde benzeri görülen, Tanrı vardı yoktu gibi Ortaçağ kitabeleri ile uğraşılması çok komiktir.

Bodrum Müzesi’ndeki şövalye armaları ve Oğuz Alpözen’in bunlara yapmış olduğu eklerle ilgili görüşlerimi bir başka yazımda dile getireceğim.



erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 16 Haziran 2006 Cuma 22:11:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?