18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Bu Kadınlara Günah Değil mi?

     Tarih boyunca kadının toplumdaki yerini önceki yazımda kısaca dile getirmeye çalışmıştım. Orta Asya’daki ilk Türk devletlerinde, özellikle Göktürk, Hun ve Uygurlarda kadının büyük önemi vardı. Onların ardından Anadolu’da kadın da çok değerliydi. Ancak, Osmanlılarda bağnazlığın topluma etkili olduğu dönemlerde kadın, yavaş yavaş geriye itilmeye başlamış, yönetimden ve sosyal konumundan uzaklaştırılmıştı.
 
     Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte Atatürk Türk kadınına yeni haklar tanımıştır. Evinde oturan, kocasının eline bakan, adeta bir araç niteliğindeki kadına yeni olanaklar sağlanmış, aile hukukuna eşitlik prensibi getirilmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun başlangıç hükümlerinde kadın erkek  eşitliği prensibine yer verilmişti. Bu yasaya göre kadın, hak ve hürriyetine kavuşmuş, kocasının tek eşi olmuştur.Ayrıca kadına siyasi haklar verilmiş ve ilk defa 1930’da belediye seçimlerine katılmış, 1934’te de milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde etmiştir. Nitekim 5.Dönem TBMM’de 18 kadın milletvekilinin yer aldığını görüyoruz. Bunların yanı sıra eğitim ve kamu hizmetlerinde çalışma hakkı, mahkemelerde şahitlik yapabilme olanağını da elde etmiştir. Toplumsal yaşamda, bağnaz kuralların baskısı altında ezilen kadına laik düzende layık olduğu haklar verilmiştir. Çok kadınla evlenme yasağı topluma getirilirken, evlilik, boşanma, velayet, veraset gibi konularda kadın erkek eşitliği hukuki yönden sağlanmıştır. Nitekim 7.Şubat.1924’de kurulan Türk Kadınlar Birliği, kadınlara tanınan yeni haklar nedeniyle İstanbul’da büyük bir miting düzenlemiş ve sevinçlerini, şükranlarını dile getirmiştir.
     Kadın erkek eşitliği ve herkesin insan haklarından eşit olarak yararlanma ilkesi Birleşmiş Milletler Antlaşması (1945), İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950), Avrupa Sosyal Haklar Sözleşmesi (1961), Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslar arası Antlaşması (1966) ve Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmeleri ile kadın, tümüyle koruma altına alınmıştır.
 
     Türkiye’de kadın haklarını güvence altına almayı amaçlayan  dernekler ve bazı vakıflar da kurularak çalışmalarını sürdürmektedir; Kadın Araştırma Merkezi, Kadın Dayanışma Merkezi, Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı, Kadın İşgücünü Destekleme Derneği, Kadınlar Halk Fırkası, Kadınlığı Koruma ve Sosyal Yardım Cemiyeti... Bunların yanı sıra siyasi partiler de kadın kolları kurarak onlara siyaset yapabilme olanağını sağlamıştır. Bu arada kadın haklarını savunan, sorunlarını dile getiren “Kadın Dergisi”, “Akkadın”, “Kadın Gazetesi”, “Kadın ve Aile Dergisi”, “Kadınca”, “Kadınlar Dünyası” gibi özel dergiler de bu konuda yayınlarını sürdürmüştür.
 
     Ne yazık ki, toplumumuzun geri kalmış, yeterli eğitimden yoksun kesimlerinde, Türk kadını aydın düzeye  bir türlü ulaşamamıştır. Cumhuriyet Hükümeti’nin ve Atatürk’ün kendilerine verdiği hakları kullanamadıkları gibi, ellerinin tersiyle onları geriye itmeleri gerçekten çok üzücüdür. Dergâhların, dinden nasibini alamamış şeyh geçinenlerin ve cahil kocaların baskısıyla sıcak yaz günlerinde yerlere kadar uzanan giysileri, örtülü ve sıkma başları, seçim sonrasında pıtrak gibi ortaya çıkan  kara çarşaflılara günah değil mi? Eğitimsiz, öbür dünya korkusuyla baskı altındaki kadınlara acımamak elde değil. Bazı eğitimli geçinenlerin bunlara katılmalarına da  bir anlam veremiyorum. Anadolu’da, eşi tarlada çalışırken  kahvehanede okey oynayan erkekler yıllar yılı basınımızda yer alıyor. Kısacası ekonomik özgürlüğünü elde edememiş, eğitimsiz ve erkeğinin eline bakan kadınların bu durumu Türkiye’nin sosyo-ekonomik koşulları dikkate alındığında acaba normal mi karşılanmalı? Kadının duygularını hiçe sayan töreler, töre cinayetleri, kuma müessesesi bu düzensizliğin doğal bir sonucu değil mi? TBMM’den kırsal kesimlere, varoşlara kadar uzanan çok eşli evlilikler kadının hak ve  özgürlüğüne vurulmuş en ağır bir darbedir. Son günlerde hiç yoktan ortaya atılan zina sorunu da bu çarpıklığı düzelteceği yerde yangına körükle gitmiş ve Türk Ceza Kanunu’na ceza-i müeyyide olarak konulmaya çalışılmıştı. Bereket, toplumumuzun aydınlanma felsefesinden geçmiş kesimi ile AB karşı çıktı da bu sorun şimdilik askıya alındı. Yıllar öncesi mahalle bakkalımız, cahil bir adamın söylediği bir sözü hiç unutmam; “Önce düşün sonra söyle...” Çağımızda iki insanın gönül rızası ile birlikteliğinin suç sayılması, ilkel bir anlayıştan da öteye gidemez. Yalnızca boşanma nedeni olan bu davranışın çağdaş anlayışa uymadığını, AB’den aldığımız direktif sonucu gördük. İslâmcı devlet anlayışını  memleketimize getirmek isteyenler  pot üzerine pot kırmakta direniyorlar. İstanbul Atatürk Hava Limanı Dış Hatlar Terminali’nde Zeki Triko’nun kiraladığı reklam panosunda ünlü manken Adriana Karembau’nun bikinili reklam panosunun yerine türbanlı reklamın konulma nedenini ilgililer, Hacca giden yolcular ve uğurlayanların tepkisinden değiştirildiğini söylüyorlar. Bu konuda sanırım en güzel söz Yalçın Doğan’dan geldi; “Reklam üzerinden siyasal İslâm adımları!: Dün türban, bugün reklâm, yarın bilmem ne!...”
 
     Hukuk dilinde karı, görgüsüz kesimde ise  eksik etek, avrat, kaşık düşmanı gibi sözcüklerle aşağılanan,  köle gibi gören, sosyal yaşamda insan yerine koyulmayan, yaz sıcağında manto giydirilip, yüzünü gözü örtülen, üzerine kuma getirilen, devlet aracılığıyla namusu korunmaya çalışılan bu kadınlara günah değil mi? Bu kafa ile AB’ye girilir mi?, Başka bir deyişle onlar bizi kabul eder mi?. Bir yanda aydınlanma felsefesinden geçmiş veya ona yaklaşmış kesim, diğer yanda da tarikat telkinleri, ehil olmayan hocaların ve cahil kocaların  etkisi ile bağnazlığın kucağına düşmüş kadınlar... Günah değil mi bu kadınlara? Onlar da insan...
 
 
 
erdemyucel2002@hotmail.com
Yayın Tarihi : 7 Ekim 2004 Perşembe 15:22:24
Güncelleme :8 Haziran 2005 Çarşamba 16:09:27


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?