Rahmetli babaannemin bir sözü vardı; Bu gönlün yazı da var kışı da var!..
Gerçekten benim de bugün yazı yazmak içimden gelmiyor. Oysa gündemde öylesine çok yazılacak, yorumlanacak olaylar yaşanıyor ki…
İçimden gelip yazmış olsaydım, neler neler vardı. Gezi Parkı’na yapılan acımasız saldırıdan, önüne gelene sıkılan biber gazları mı, yaralananlara yardım ettikleri için gözaltına alınan doktorları mı, yurdun büyük kesimini ayağa kaldıran, sokağa döken tepkileri mi, yoksa batının topyekûn bize karşı yazdıkları mı, Taksim’e çıkan teröristtir diyen bakanı mı, pencerelerden tencere tava çalarak tepkilerini dile getiren kadınları mı? Yoksa özel yaşantıya karışılmasına tepki mi?
Bunlardan hiç birini yazmak içimden gelmiyor. Olanları birkaç televizyon ve gazete zaten yazıyor ve gösteriyor. O zaman yazacak başka bir şey bulmalı…
Yıllar öncesi yine böyle buhranlı bir günde Çetin Altan köşesinde tek bir cümle yazmıştı; Bugün yazmak istemiyorum!..
Yine yıllar öncesi bir gazetede köşe yazarlığına başladığımda ilkyazımda “Acaba Ne Yazayım” diye başlık atmış ve bir okuyucudan “Ne yazacağını bilmiyorsan orada ne işin var” diye bir mektup almıştım. Okuyucumun bu mektubu çok hoşuma gitmiş, saklamış, sonra da köşe yazılarımdan oluşan kitabıma “Acaba Ne Yazalım” ismini vermiştim.
Son yaşanan olaylarda dayak ön planda geldiğine göre, kaba güç gösterisi olan dayağa öncelik vermek gerekir diye düşünüyorum. Eskiler ne demişler; dayak Cennetten çıkmadır, hocanın vurduğu yerde gül biter…
Dayağın Cennetten çıkıp çıkmadığını, büyüklerin vurduğu yerde güllerin bitip bitmediğini bilmiyorum. Televizyonlarda Gezi Parkı direnişçilerinin ve onlara destek olanların üzerlerinde güllerin bitmediği de bir gerçek… ,
Sözlükler dayağı bir insan veya hayvanı dövmek eylemi olarak yorumluyor. Bunu yazarlarken de sanırım İnsan Haklarını, Hayvan Haklarını gözden kaçırmış olmalılar. Dayağın diğer isimleri arasında pataklama, kötek gibi sözcükler de bulunuyor. Mimaride de dayak diye bir tanımlama varsa da, o apayrı bir şey…
Türk toplumu dayak yemekten hiç hoşlanmaz. Ancak geçmiş tarihimize baktığımızda: Osmanlı’nın ilköğretim eğitim sisteminde, mahalle mekteplerinde çocukların dayakla karşılaştıklarını görürüz. Sıbyan mekteplerine götürülen çocukları babalar “hoca efendiye eti senin, kemiği benim” diye teslim ederlerdi. Böylece çocuklarının terbiyesi (!) adına dayağa daha baştan izin verirlerdi.
O günleri günümüze yansıtan Ercüment Ekrem Talu bakın neler diyor:
“O vakit ki mektep hocalarının içinde çocuğa kıymet veren, dayağın çocuğu değil terbiye etmek, bilakis daha ziyade arsız ve yüzsüz ettiğine inanan, ufacık bir varlığa karşı rıfk ile bilim ile şefkatle muamele etmenin şüphesiz daha faydalı olduğuna kanaat getiren büyük bir kısım vardı. Fakat herkes böylesine düşünemezdi. Bu baht işi idi.”
Hoca Efendi’nin yanında çocukların hepsine uzanacak kadar uzun bir sopa vardı. Hoca yaramazlık edeni, ders dinlemeyeni görünce yanındaki sopasını çocuğun başına indiriverirdi. Onun yanında daha ağır olan bir de falakaya yatırmak gibi ceza vardı.
Falaka yaklaşık bir buçuk metre uzunluğunda kalın bir sopadır. Sopanın bir ucundan diğer ucuna kadar çift düğümlü ipler yerleştirilmiştir. Ayrıca fındık ağacından veya kızılcıktan sopalar da onu tamamlamıştır. Hoca efendinin vereceği karara göre ağır suç (!) işlemiş çocuklar yere yatırılıp ayakları iplere geçirilir. İp sopanın iki yanından burularak çocuğun ayakları iyice sıkıştırılır. Sonra da sopanın bir ucunu mektebin kalfası, diğer ucunu da talebelerden biri tutar. Hoca efendi de sopalardan birini eline alarak suçun cinsine göre vurdukça vurur…
Buna da falakaya yatırmak denir…
O dönemlerde falakanın ne gibi sağlık sorunları oluşturacağını ne hoca efendi, ne kalfa ve ne de aileler bilirdi!.. Örneğin ayağa kan oturursa ne olur, ayakta açılan yara ne gibi tehlikeler yaratır?
Bu sırada falakaya yatırılan çocuğun feryatları dışarıdan duyulmasın diye de diğer çocuklara ilahiler okutulur. Sonunda hoca efendi insafa gelir, çocuğun arkadaşlarının onu sürükleye sürükleye çeşmeye götürüp elini ayağını yıkamasına izin verilir.
Sözü yine Ercüment Ekrem Talu’ya bırakalım;
“Falakanın altına yattıktan sonra eve gidip hastalanan, hatta bu yüzden ölen akranlarımı hatırlarım. Fakat bu suretle ölüme sebebiyet verip bir ceza görmüş herhangi bir hocadan bahsedildiğini hiç işitmedim.”
Çocuk her yaşta çocuktur, doğasında yaramazlık etmek vardır. Mahalle mekteplerinde eğitim gören de, Osmanlı Sarayının Enderun denilen okulunda ders gören şehzadeler, ileri düzeydeki ailelerin çocuklarına değil falaka bir fiske bile vurulamayacağına göre ona bir çare bulunmuştur. Ders gören o şanslı çocukların yanına halktan birinin gariban çocuğu oturtulur. Hoca kızdığında o asillere (!) değil de yanındaki garibana tokadı aşk eder. O garibanlara da tarihte “şamar oğlanı” ismi yakıştırılmıştır.
Sözün kısası bizim genlerimize dayak işlemiştir. Dayakla, güç gösterisiyle her şeyin düzeleceğine veya büyüklere biat edileceğine inanılmıştır. Ancak teknoloji gelişmiş, sopanın, falakanın yerini başka şeyler almıştır. Örneğin coplar, biber gazları ve tazyikli sular gibi…
İster kıssadan hisse, ister geçmiş anılardan alıntılar veya başka şey deyin; gerçekte canım ciddi bir konuyu yazmak istemiyor…
erdemyucel2002@hotmail.com
önde giden bir koyun yardan asagi atlamis öbür koyunlar arkasindan atlamis Simdi bu gezi meselesinden bana bikkinlik geldi millete yazanlara vs. de bikkinlik geldi kanisindayim
dayak meselesine girisiniz bu koyunlara benzemedigimizin bir ilk adimi atan yaziniza tesekkür ederim bu yazinizin bir baska yazar aydinlar basinca vs. örnek almasini cok isterim
ilk okul animida yazmak geldi icimden bizim zamanimizda ilkokulda birden bese Kadar ayni ögretmen okuturdu eti benim kemigi seninle okula baslardik kulaktan kulaga söylemlere göre hangi ögretminin talebesi oldun sorusu kulaga gelirdi kimi vah vah kimi cok sanslisin kimi yandin vs. (burada ögretmenlere sagisizlik islemek niyetinde degilim) ben ve benim sinif arkadaslari ögretmenimizin hakini yemiyeyim ama yandik yandik sinfindandik tabi bir gün ögretmen bana güzel bir sopa gerek dedi bende bos zamanlarda evdeki hayvanlari meralara otlatmaya götürürdüm otlatirkan catak fundalik yerlere bakar yilandan vs. korunmak icin kendimize bu yerlerde sopalik agaclari keserdik ve yapardik (amanin simdi yesile düsman demeyin basima is acmayin) bu ögertmenin sopa isteyisi akima geldi bir sopalik buldum bunu bir güzel soydum bunu bir güzel ates yakarak yamukluklarini dogruladim birde menevisledim mum gibi oldumu oldu ve ben bunu ögretmene hediye ettim bundaki amacim yamuk sopayi dümdüz yapabilcegimi yakarak menevisleme sanatini yapabildigimi ispat etmek ve ögretmenime sayginligimi istegini yerine getirme gururunu yasamak icin yapmistim hatta sinifta kenarda o sopab ir hayli Durdu her bakista bende ne güzel yapmisim gurum oldu bir gün sinifta bir Problem oldu ögretmenin gözleri ters Döndü kaptimi sopayi eline gecin simdi siraya vurdugu yerde gülmü bitti ne bitti ben bu hataya düsmekten bittimmi bittim her sinif arkadaslarin sopayi yedikten sonra bana bakislarindan utandim
beni icin o günden beri dayak gel dayak git dayak ye dayak at banami desem miletimize mi desem kene gibi yapisti filimlere bile konu oldu dayak yemeden atmadan duramiyanlarla dolduk (dayaksizda örnek memleketlerde gördüm aradaki fark iyilikce onlarda cok cok iyi biz dayak attigimizla dayak yedigimizle ayni yerde saymaya devam etmisik vede ediyoruz edelim bakalim nereye Kadar DAYAKLA GÜZELIKLERE GIDILECEKSE HAY BEN BÖYLE GÜZELLILERE ama güzelliklerle güzelliklere gidilecekse ben böyle güzeliklere dünden raziyim