Köşe yazarları nedeniyle sürekli aldığım gazetelerden birisi de Vatan Gazetesidir. Bu gazeteyi verdiği haberlerden ötürü değil, Can Ataklı, Mengi’ler, Zülfi Livaneli ve Mustafa Mutlu’nun köşelerini okumak için alırım. Haberleri bir gece önce internetten zaten öğreniyorum. Benim için önemli olan gazetenin verdiği haberler değil, köşe yazarlarının yorumlarıdır.
Basınımızın hükümetle iş yapan, çıkarı olan patronlardan oluştuğunu, iktidarın işine gelmeyecek yazılar yazan köşe yazarlarının defterlerinin dürüldüğünü bilmeyenimiz yoktur. Kısacası, klavyesi ve öz güveninden başka bir şeyi olmayanların gün geçtikçe basında azaldığını, yerlerini yağdanlıklara bıraktığını üzülerek izliyoruz. Son olarak Can Ataklı da onlara katıldı.
Kovuldu mu? Yoksa kovulacağını hissedip, patrona zarar gelmesin diye kendiliğinden mi ayrıldı bilemeyiz. Yazılarına bir süre ara vermişti; Sonunda 19 Temmuz tarihli Vatan Gazetesi’ndeki köşesinde “Veda zamanı” başlıklı yazısıyla ayrıldığını açıkladı.
Günümüzün basını benim yazmaya başladığım yıllardan çok farklı, ileriye değil geriye yol alan bir gemi gibi… Epey yıllar öncesi Sakallı Celal’in dediği gibi “Doğuya giden bir geminin güvertesinde batıya koşan insanlara benziyoruz”. Güvertede batıya doğru koşarak batıya gittiğimizi sanıyoruz!..
Can Ataklı’nın, büyük olasılıkla diğer gazeteciler gibi tepeden gelen emir veya tehditlerle gazeteden uzaklaştırılacağı zaten bekleniyordu.
Olmaz ki, böylesine iktidar eleştirilmez ki, böylesine gerçekler söylenmez ki?
Olmaz ki, her gün aydın kanalların televizyonlarında böylesine uyarılar, toplumu uyandırıcı tenkitler yapılmaz ki?..
Sonunda ne oldu Çölaşan’lar, Coşkun’lar, Dündar’lar, Doğru’lar gibi onun da defteri dürüldü…
Anlaşılan iktidar dikensiz gül bahçesi gibi bir basın istiyor. Bazıları yandaş mandaş, doğruları gizliyor, istediği gibi yazamıyor dese de patron-iktidar çıkar ilişkileri olduğu sürece bu böyle sürecek…
Can Ataklı veda yazısında açıkça kimseyi suçlamıyor, ancak öylesine güzel noktalara değinerek gerçeklere parmak basıyor ki… Kuşkusuz anlayana, okuyup da düşünmesini bilenlere…
Ataklı, hayatın gerçeklerinden ömür biter, yol bitmez diyor. Doğru söze diyecek bir şey yok.
“Şimdi Vatan’daki yolumdan ayrılma ve önümdeki sonsuz yollara düşme zamanım geldi.
Bu bir veda yazısıdır.
2006’nın aralık ayında başladığım bu yolculuğu 2013’ün Temmuzunda bitiriyorum” diyor. Ardından da ekliyor:
“Başta gazetenin sahibi Demirören ailesi olmak üzere Vatan’ı Vatan yapan sevgili arkadaşlarımla dün dostça el sıkıştık, arayacağım yeni yollarda yürümek için vedalaştık.
Bu veda elbette benim için bir üzüntü kaynağı.
Ancak kimseye kırgınlığım, öfkem, yok.
Ülkenin içinde bulunduğu koşulları aklı başında olan herkes biliyor.”
Kuşkusuz bir yazarın gazetesinden ayrılması, düşüncelerinden, ilkelerinden kopması anlamına gelmiyor. Yalnızca bazı güçler karşısında patronun çaresizliğini dile getiriyor. Ben kendi yaşamımda rahmetli Reşad Ekrem Koçu’nun desteği ile ilk kez 1970’li yıllarda Tercüman’da yola çıkmış, mideden bağımlı olmadığımdan pek çok gazeteyi kendim değiştirmiş ve hiçbir ödün vermeden yazılarımı yazmaya devam ettim. Kısacası sağda da solda da yazmış, hiçbir yazımdan ötürü orada şöyle, burada böyle yazdın diyenler çıkmamıştır.
Ataklı yazısında siyasete gireceğinin sinyallerini veriyor. CHP’liler İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olması için öneri getirmişler. Kendisine; AKP’nin Refah Partisiyle başlayan serüveninde 20 yıldır İstanbul Büyükşehir Belediyesini elinde tuttuğunu, şu anda da çok güçlü olduğunu, CHP’nin tek başına seçimi kazanmasının zor göründüğünü, ancak bütün muhalefeti toplayabilecek bir adayın ortaya çıkması halinde bu engelin aşılabileceğini söylemişler.
Can Ataklı’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmasının son derece yerinde olacağını düşünüyorum. Ancak bugün AKP dışındaki bir adayın İstanbul’dan kazanabilmesini biraz zor, hatta hayal olarak görürüm. Bugün artık eski İstanbul halkı bu şehirde yaşamıyor. Çakma İstanbullulardan oluşan, çoğu gündemi izlemeyen, okumayan, yazmayan, varoşlarda kümelenmiş, büyük göçle gelmiş insanlar… Toplumun İstanbul gibi bir şehirde Devlet Tiyatroları, opera, bale ve klasik batı müziği gibi sanatsal olayların icra edilmediği bir yer olmasına isyan etmiyorsa, benim buna söyleyecek hiçbir sözüm yok…
Can Ataklı veya bir başka kişi CHP, TİP’den, MHP’den aday olacak ve bu şehri kazanmayı gerçekten istiyorlarsa önce yapacakları şey, iktidar dışındaki partilerin birleşerek tek adayı desteklemeleridir. Onun dışında her şey hayalden öteye gidemez. Ataklı da haklı olarak; “Bana, dürüstlüğüme, namusuma, ahlak ve vicdanıma, adaletli davranacağıma, kimseyle kin ve nefret gütmeyeceğime inanan, güvenen, İstanbul’da iktidarın karşısına aday olarak çıkmama gönül rahatlığı içinde evet diyenlerin desteğini rica ediyorum” diyor.
Doğru söze ne denir dense bu sözün altındaki gerçeği oy verecek kaç kişi anlayabilir?
Günümüzde bir gazetecinin gazetesinden kovulması veya patronu tarafından kovulacağını hissettirmesi artık onur olmuştur.
erdemyucel2002@hotmail.com
Canlı yayında soğuk terler dökerek genel yayın yönetmenine "ŞANTAJ YAPTI" diyen birisi için neden değişik bahaneler arıyorsunuz?