Günlerdir basınımız Deniz Feneri skandalı ile çalkalanıyor. Bu konuyu bir kez daha sütunumuza taşımanın anlamı yok; bilen biliyor... Benim üzerinde durmak istediğim; belirli bir kesim kendi arasında konuyu tartışıyor, ilgili haberleri basından izliyorlar. Ne yazık ki, Deniz Feneri skandalının detaylarına inemeyip, olup bitenden haberi olmayanlar da bu ülkede yaşıyorlar. Ayrıca bu skandala at gözlüğü ile bakanlar, kulüp tutar gibi taraf tutanlar olayın vahametinin bilincinde bile değiller. Bunu Kenthaber’e gelen okuyucu yorumlarında kolayca görüyoruz...
Almanya’da on yıl önce faaliyete geçen, Deniz Feneri ile ilgili olarak Frankfurt Bölge Mahkemesinde açılan dava, savcının iddianamesi ve tutuklamalar olmamış olsaydı bu sömürü düzenini, soygunu öğrenemeyecektik... Almanya’da yaşayan saf insanlarımızın Allah adına, öbür dünyada (!) rahata ermek amacıyla sömürülmesini içeren çark dönüp gidecekti. Başbakan’ın Almanya’yı ziyaretinde bir vatandaş şikâyette bulunmuşsa da Başbakan’dan “Bana mı sorup para yatırdın” yanıtını almıştı… Bu dava açılmamış olsaydı, Almanya’da toplanan paralar yine kuryeler aracılığı ile Türkiye’ye aktarılacak ve bazı yerlerde belki de siyasi amaçlı kullanılacaktı. Ama olmadı; Alman Savcı bizim savcıların yapamadığını yaptı ve çarkın dişleri arasına çomak sokuverdi.
Bu durumda Türk hükümetinin ne yapması gerekiyordu?
Adalet Bakanlığı ve savcılarımız konuyu araştırmak, Almanya’daki soygunun Türkiye’deki uzantılarını bulmak zorundadır. Ne gariptir ki, Türk savcılarından henüz ses seda çıkmıyor. Ergenekon davasında gösterdiği hassasiyeti henüz göstermiyorlar.
Yasaların kendilerine verdiği hakkı veya özgür iradelerini neden ortaya koymuyorlar? Hukukçular ise ortada delil varsa Türkiye’deki savcılarda soruşturma başlatabilir diyor…
Bu sömürü olayı bazı basın organlarında yer alınca, Başbakan bir anda ortaya çıkarak savunmaya girişiyor ve hedefi değiştirerek Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan’a ve silahşor tabir ettiği bazı gazetecilere yükleniyor. Aydın Doğan’ın Hilton Otelinde yapmak istediği tadilat ile önündeki arazı konusunda isteklerini yerine getirmediğinden ötürü gazetelerinin kendisine kampanya başlattığını ileri sürüyor. Bunun yanı sıra da konu üzerinde duran Deniz Baykal’ı iftira kampanyası başlatmakla suçluyor. AKP’ ye payanda olmakla suçlanan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli yazılı bir açıklama yaparak “Erdoğan’ın tavrı, suçluluk psikolojisinin tezahürüdür” diyerek Deniz Feneri Derneği iddianamesinin Türkiye ayağıyla ilgili olarak savcıları göreve çağırıyor. Bundan sonra peşkes çekildi, utanç verici, vahim durum, kurul araştırsın, kontrolünü kaybetti, suçüstü telaşı, nelere göz yumdu gibi ara başlıklarla açıklama yapıyor.
Deniz Baykal’ın açıklamaları daha da vahim; “AKP siyasetinin arkasında haram para yatıyor” dedikten sonra “Yardım topluyoruz diye Almanya’daki vatandaşlarımızdan para almışlar, din, iman, insanlık demişler para almışlar. Parayı Türkiye’ye getirmişler. Para ile AKP siyasetini finanse etmişler. Karanlık kaynaklar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı...”diye sözlerine devam etmiş...
Deniz Feneri davası Almanya’da sürüyor, olaya adı karışanlar tutuklanmış, İstanbul’da bir basın toplantısı yapmak isteyen Deniz Feneri Derneği Genel Başkanı, sorularla bunalınca Bursa’ya gitmem lazım diyerek salondan savuşup gidiyor... Televizyonda M. Ali Birant Almanya’da derneğin sahip olduğu mülkler ile bir de gemiyi gösteriyor... Kuşkusuz, hamiyetli, merhametli, ancak ne olup bittiğini bilmeyen biraz saf halkın paraları ile...Öte yanda Adalet bakanı Mehmet Ali Şahin “ Bu davayla ilgili Alman Bakanlığından, Bakanlığıma her hangi bir müracaat dosyası gelmedi” diyor!..
Bu olaya son derece sinirlenen, kontrolünü kaybedecek kadar basına çatmaya başlayan Başbakan, konuyu, Almanya’daki vatandaşlarımızın soyulmasından Aydın Doğan’a yöneltiyor. Benim arkamda silahşor medyam yok diyerek basına yöneliyor. Deniz Feneri ile ilgili haberler basında geniş biçimde yer alırken, yandaş tabir edilen basın da olayı örtbas etmeye, iddianamesinin bazı bölümlerini çıkarmaya çalışıyor. Örneğin Alman Savcısının, para aktarma ve naylon makbuz temin etmekte kullanıldığını saptadığı Kanal 7’nin programında suçlular veya zanlılar adeta sütten çıkmış ak kaşık... Deniz Feneri’nin, İstanbul’un Süleymaniye semtindeki 80 haneli Süleymaniye Mahallesi Muhtarlığına 140 ton hayali yardımı, sahte faturalarla yapıldığı saptanmış. İddianamede faturaların aynı daktilodan çıktığı, 66 kamyonluk yükün 17 günde teslim edildiği de yazılı... Ne var ki, Süleymaniye Mahallesi muhtarının bundan haberi bile yok...
Basın susturulmak mı isteniyor? Demokratik ülkelerde basın özgürlüğü ön planda gelir. Bağımsız basın, özgün basın, fikir özgürlüğü bir bütündür.
İlginç bir tartışma...
Bir yanda merhamet ve dini duyguları sömürülen insanlar, diğer yanda çıkar ilişkileri, aracılar ve bunlardan cukkalarını (!) dolduranlar...
Karşılıklı ithamlar, tehditler ve şantajlar...
Oysa ortada Alman Savcısının ortaya koyduğu iddianamenin iki ana maddesinde, iki önemli nokta var. Bunlardan biri AKP hükümetinin Deniz Feneri davası ile yakından ilgilendiği, bunu iç politikaya taşıdığı, diğeri de Alman Savcısının yolsuzluklara belgelerle tespit etmiş olmasıdır. Bu arada Türk hükümetinin Alman savcılığına baskısından söz ediliyor. Bu iddia ne derece doğrudur bilemeyiz. Ama Alman yargısının hiçbir zaman baskıya boyun eğmeyeceği de bilinmelidir.
Kısacası çok çirkin bir durum...
Birçokları düşünüyor, Dişli olayından sonra Deniz Feneri soruşturması sonun başlangıcı mı?
Şaban Dişli, Gaziantep Belediyesi arsa vurgunundan sonra yerel belediyelerin verdiği imar kararları birer birer gözden geçirilmelidir. Bu dönemde yeni özel yapılanmalardan belediye başkanlarının katlar alıp almadığı da araştırılmalıdır.
Nedense iktidarlar tenkit edilmeyi pek sevmezler. Özellikle AKP yönetiminin tenkide hiç tahammülü yoktur. Oysa susturulmuş, üzerinde baskı kurulmuş basın yalnızca diktatörlüğün egemen olduğu geri kalmış ülkelerde görülür.
Deniz Feneri rezaletinde toplanan paraların AKP ile bağlantısı ne derece var? Henüz bilinmiyor... Başbakanın bu konudan rahatsız olduğu da konuşmalarında açıkça belli oluyor. Oysa Başbakan, Oktay Ekşi’nin dediği gibi “Benim adımı kullanarak birileri birtakım dolaplar çevirebilir. Hiçbirine müsamaha etmeyeceğim” diyebilirdi. Başka bir deyişle de adını kullananlar hakkında dava bile açabilirdi. Belki de önümüzdeki günlerde açacaktır. Açması da gerekir. Almanya’da ortaya çıkan üç kişinin bir devlet adamının başında olduğu partiyi lekelemeye de hakkı yoktur.
Ortada inanç hırsızlığı veya sömürüsü var mı?
Dindar insanların duyguları ile oynanmış mıdır?
Bu da araştırılmalıdır.
Dikkati çeken bir başka nokta ise AKP’ ye yöneltilen suçlamalara karşı hiçbir AKP milletvekili sesini çıkarmamıştır. Bu da gösteriyor ki, Türkiye siyasetinde bir devrim yapılmalı ve milletvekillerini parti genel başkanları değil de gerçekten halk seçmelidir.
Deniz Feneri olayının üzerinde durulacak bir diğer yanı da bu bağış (!) olayının nerelere gittiği konusunda toplumun ne derece bilinçli olduğudur. Türkiye’de yaşayan insanların işini bilenler veya bilmeyenle diye ikiyi ayrıldığı, gelişen olayların ne denli farkında olup olmadıklarıdır. Tarikat uzantılarının, din sömürücülerin ve adı ulemaya çıkanların telkinleriyle oyların verildiği de düşünülmelidir.
Bu insanlar bu kadar saf mı? Yoksa öbür dünya hayali içerisinde orada yer kapmak için mi bağış yapmışlar. O zaman onlara Şark kurnazları demek doğru olur mu?
Osmanlı dönenindeki dergâhlarının en görünür yerinde bir yazı vardı; “Bu da geçer yahu“... Gerçekten gün ola harman ola,bu da geçer yahu!..
Not; Bundan sonraki yazımda Başbakan ile Aydın Doğan arasında başlayan kavganın nedenleri üzerinde durmak istiyorum. Ancak bundan önce, iktidarın baskısı ile Hürriyet Gazetesinden kovulan Emin Çölaşan’ın Bilgi Yayınevi tarafından yayınlanan “Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi “ kitabını okumanızı öneririm.
erdemyucel2002@hotmail.com
Deniz Fenerleri ne kadar parlak olursa olsun, din feodalitesinin istismarının uyuşturduğu toplumlarda, kelle demokrasisinin bulandırdığı gözler açılmaz. İşte örneği; şeriat ülkesi Pakistanda, birbirine muhalif iki parti liderinin ittifakı bir demokratik çalımla asker diktatör şutlandı; yerine, suistimalleri ile aile servetini katlamakdan hapis cezası yiyen, kayınbiraderinin canına kıydırdığı yolunda sağlam kuşkular olan "Yüzde on Sahap (Sahip, Efendi) ile hakkında 9.8 milyon değerinde para akladığı Nawaz Sharif Sahap iktidar'a geldi. Bu ülkede içki yasaktır; ama kaçak içkiler varlıklıların evlerinde; gene şeriatla yönetilen ülkeler temsilciliklerinin kapalı seanslarında seller gibi akar. Kendini uyuşturma ihtiyacını duyan fukara genç "esrar"a yatar, komaya girer; "Yahu sen ne biçim Müslümansın?" sorusuna: "Benim Müslümanlığıma lâf söyleyemezsin. İslamda şarap günahdır; esrar değil" yanıtı alınır. Din afyonu, toplumu böylesine şizofreniye sürükler.
yok valla bu memleketin gözü açılmaz bu kaçıncı dolandırılışları..dolandırılmak kronik bir hal aldı yeni dolandırıcı bulur bunlar..
Sayin Erdem Hocam,Güzele güzel demekten baska diyeceyim yoktur ellerine saglik mükemmel bir yazi olmus,Umarim yetkililer göz önünde bulundurup tetbirlerini alirlar. Hocam affina siginarak Adalet Bakanligina cagrida bulunuyorsun,Konuyu arastirmak icin Adelet bakanligi HAL HAZIRDA SIMDIKI HÜKÜMETTEN DEGIL,mi. Kime inanacagimi bilmiyorum dün okudugum kadari ile Türkiyedeki Deniz Feneri,nin Avrupadaki Deniz Feneri ile baglantilari olmadigin beyan ediyorlardi. Sadece isim benzerligi oldugunu söyliyorlar. Bunun disinda herhangi bir is birligi olmadigini savunuyorlar. Türkiye Cumhuriyet Savcularindan ses seda yok,Haklidirlar Nasil ses seda ciksin cünkü Türkiyede Bagimsiz yargi yoktur. Bagimsiz yargi olsa acligindan Ekmek calan kimseye verilen cezaya bakin,Ögle anlasiliyorki Hukuk bugünkü sartlarla sadece Konusmak isteyen ve kendini savunmak isteyen kimselere ceza vermek icin vardir. Bakin Banka soyan Maliyeyi dolandiran Hayali ihracat yapan Halki kandirip Büyük holdinkler kuran simdide Her türlü felaketzadeler icin yardim amacli toplanan paralar hangi holdinklere aktarildigini bile soran yoktur. Sormak istedigin Deniz Fenerini savunan bir Hükümetten Kendimi nasil savunacagimi merak etmekteyim. Gerci hic bir Hükümetle uzaktan yakindan en ufak bir bagliligim yoktur.Olamazda cünkü hepside bildiklerini diktetörlükle hitap etmislerdir. Devlet Bahceliye gelince nasil bir siyaset ve politika yaptigini bir türlü anlamis degilim.Zaman geliyor iktidar gibi zaman geliyor mühalefet gibi zaman geliyor bagimsiz gibi Zaman geliyor kendisi gibi davraniyor bir türlü anlamis degilim. Belki kendisinin,de bir bildigi vardir. Sahsi düsüncem AKPden oy kapma politikasi,dir. Ama simdiki Hükümet o sansi verecegini sanmiyorum,Sebebi bu Hükümet bizden olmayani yasama sansi yok diyor.Örnek Basini göz önünde bulundurarak söylüyorum. Devleti soyan calan müslümanlara bakiyorum birde Müslümanim deyip Müslüman kardeslerini soyan Müslümanlara bakiyorum.Siz deyerli okurlar ne demek istedigimi cok iyi anlamissiniz,Bu durum tipki Hazreti Ali ile Müaviye ve oglu Yezit kavgasi ve savasi gibidir.Detaylarini yüzde 90 si bilmektesiniz. Bundan sonra insallik adina cesaret edip kimse bagis toplamiyacak herhalde.NOT Bugün 18 haberlerinde Mehmet Ali Birant söylesinde Avrupadaki halka seslenerek kimseye bagis yapilmamasini ve Holdiklere para yatirilmamasini tavsiyede bulunuyor.Haydi bu sorunun cevabini siz deyerli Müslümanlar arayip bulun bakalim. Emin Cölasan,in Hürriyet Gazetesinde yorumlarken assagi yukari tüm yorumlarini okurdum.Simdide kovulduk ey halkim unutma bizi kitabuni burada arastiracam bulursam mutlaka alacam ve okumak isterim.Keske kitabinin adini dogru söyliyenin 9 köyden kovarlar deseydi.daha cok yazilacak seyler var ama bayagi uzun oldu simdilik bu kadar saygilarimla.
Hocam,yine elinize sağlık.Ama,bu skandallar ve karşılıklı tehditler sadece son birkaç yılın olayı değil.Çok partili döneme geçip liberal ekonomik düzene balıklama dalınca siyasi çıkarlar vatan millet sevgisinin üzerine çıktı.Her gelen iktidar bir öncekinin rezaletlerini akladı örttü.Çünkü benzerlerini kendi yapmak istediği için.Ben bu yaşımda yolsuzluktan yargılanıp aklanan üst düzey siyasetçi hiç görmedim ama iddialar ve dosyalar hep gündemde oldu.Ama yakın dönemde bir emekli amiral yolsuzluktan yargılandı ve son derece ağır bir cezaya çarptırıldı.Siyasi partilere yakın olanlar da bu pislikleri temizlemek yerine getirisinden faydalanmaya bakınca herkes bir yerinden pisliğe bulanmış oldu.Sonunda iş --sen beni görme ben de seni--- durumuna dönüştü.Böyle yolsuzlıkların kol gezdiği ülkede düzen ve kalkınma olmaz.Açlık ve sefalet başına vurduğu için bir ekmek çalan yıllarca içerde yatar,trilyonları çalan tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılır ki yurt dışına kaçsın.Ya da uydurma bir aklanma davasında yargılanır.Durum budur. Fransa halkı,krallarını keyfi yönetimi ve ülkesini düşünmediği için tahttan indirip idam ettiği dönemlerde ölen padişahın yerine gelene --padişahım çok yaşa--nidaları ile karşılık veriliyordu.Oysa ki o dönemde Anadolu da kaç okul, kaç hastane vardı?Her sorun birkaç akçelik ulufeden sonra ötelendiği için,rüşvetin tarifeye bağlanmasından ötürü bu sorunlar bu günlere geldi....
Sayın Yücel, son yolsuzluk olaylarına susarak tepkisiz kalmayı tercih eden halkımızı düşünmeye zorlayan gayretlerinizi, takdir etmemek imkansız. Yazınızda belirttiğiniz; "Dikkati çeken bir başka nokta ise AKP’ ye yöneltilen suçlamalara karşı hiçbir AKP milletvekili sesini çıkarmamıştır. Bu da gösteriyor ki, Türkiye siyasetinde bir devrim yapılmalı ve milletvekillerini parti genel başkanları değil de gerçekten halk seçmelidir." sözünüz, milletimizin çoğuna ninni gibi gelmiştir. Çünkü onlar burada sözünü ettiğiniz tercihi yapmamaya başlayalı 50 yıldan fazla zaman geçti. Bugün yetmişli yaşlardan geriye doğru dönersek, parti ambleminin altına "TERCİH" mühürü basılarak geçen bu süreçte ülkemizin daha çağdaş, daha demokratik, daha adil, daha zengin bir hale geldiğini söyleyebilecek kişinin çıkması imkansızdır. Sayın Çölaşan'ın kitabında bugün milletin gözü önünde sürdürülen iktidar - medya savaşının ipuçları altı çizilerek verilmiştir. Ben yine de Mustafa Kemal Atatürk'ün 80 yıl önce söylediği;"Dünyada her millet icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortak sayılır" sözünün kulağımıza küpe olması gerektiğine inanırım. Bunu anlamakta zorlananlara ise, Büyük önderimizin 1923 de söylediği; "Bizi yanlış yola sevkeden kötü yaradılışlılar, bilirsiniz ki, çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep dinî kural sözleriyle aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz.. . Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden kötülükler hep din perdesi arkasındaki dinsizlik ve kötülükten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar." sözlerini hatırlatmak isterim.
Erdem bey,gerçekten güzel yazmışsınız.AKP neden gündem deyiştirmeye çalışıyor?Savcıları neden göreve çağırmıyor?İster istemez aklımıza söylenenlerin doğru olduğu geliyor.Ayrıca bizim insanlarımızın gözünün açıldığınıda sanmıyorum.Malesef efsunlanmış gibiler.Körü körüne AKP'nin peşine takılmış gidiyorlar.Deniz feneri olayıda onların gözünü açmaz.Allah sonumuzu hayır etsin demekten başka şu anda yapacak birşey yok. saygılar..
HERKEZ YAPTIĞI İŞİN VE SAVUNDUĞU ŞEYLERİN FARKINDA OLSUN BU ÜLKENİN BAŞINA GELENLER VE GELMEK İSTEYENLER BU ÜLKE İÇİN NE YAPTIKLARINI DÜŞÜNSÜNLER VE VİCDANLARI RAHAT EDİYO İSE GECE RAHAT UYUYO BİLİYOSALAR EĞER NE MUTLU ONLARA BİDE ŞUNU SÖLEYECEĞİM DİN ÜZERİNDEN SİYASET YAPILMAZ