19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Engizisyon (Enkizisyon) Mahkemeleri

Gün oluyor, günlük siyasi olaylardan, desteksiz atılan sözlerden sıkıldığımda tarihe sarılıyorum. Okuyucularımın bazıları da tarihte yaşanmış olaylara köşemde yer vermemi istiyorlar. Tarihi olayların yeri geldikçe günümüze ışık tuttuğunu haklı olarak söylüyorlar. Bu kez onların isteklerinden yola çıkarak Orta Çağda başlayan ve 1834 yılına kadar süren, birçok insanın yaşamını karartmış Engizisyon Mahkemelerinden söz edeceğim. Özenle belirtmek isterim ki, tarihte yaşanmış o günlerin yargısından kimse anlam çıkarmasın.

Engizisyon, Latince bir sözcük olup Inquiro’dan türetilmiştir. Bir bakıma soruşturma, araştırma anlamını taşıyan bir sözcüktür. Katolik kilisesine bağımlı, yanlı bir sistemdir. Engizisyon Mahkemeleri Hıristiyanlıktan sapanlara, mezhep ayrımcılarına, kilise otoritesini reddedenlere, dini öğretilere karşı olanların cezalandırılması için kurulmuştur. Asıl amacının büyücülüğe, cadılığa karşı olduğu ileri sürülmüşse de gerçekte kilise ile siyasi otoriteye itaat etmeyenleri cezalandırmayı ön plana almıştır. Büyük olasılıkla kuruluş amacının aydınları saf dışı bırakmak kadar, ilmin ortaya koyduğu yeniliklerin otoritelerce kabul edilmeyişinin de rolü olmuştur.

Katolik Kilisesine bağlı olan bu yargılama sisteminde verilen kararların daha çok siyasi ve dini görüşleri tarihteki örneklerden anlaşılmaktadır. Tarihte dört büyük Engizisyon sisteminden söz edilmiştir. Bunlar Orta Çağ Engizisyonu, İspanyol Engizisyonu, Roma Engizisyonu ve Hırvat Engizisyonudur. Engizisyon mahkemelerinin ortak özelliği ise zulmü ve işkenceyi benimsemiş olmalarıdır. İnsanlar çeşitli işkence aletleriyle cezalandırılmış, ölenler olmuştur. Nitekim İspanya’daki küçük bir Engizisyon Mahkemesinin yirmi sekiz bin kişiyi ölüme mahkûm ettiği kaynaklara geçmiştir. Bu mahkemeler bir bakıma dini ve siyasi bir yargılamadan öteye gidememiş, adalet anlayışı, iktidardakilerin isteği doğrultusunda büyük zarar görmüştür. Kilisenin ve siyasi otoritelerin kendileri için tehlikeli gördüklerini de saf dışı bırakmak ve ortadan kaldırmak anlayışının öne çıkarmayı hedeflediği bugün artık anlaşılmaktadır. XV. yüzyılda tüm şiddetiyle Avrupa’nın belirli kesimlerinde etkili olarak büyücü olduklarına inandıklarını vahşi yöntemlerle cezalandırmışlardır. Bu mahkemelerin uyguladığı bir yöntem de işkencelerle suçlu olduklarına inandıklarına zorla işlemedikleri suçları itiraf ettirmişlerdir.

Ne gariptir ki, Engizisyon Mahkemelerinde tarihe mal olmuş pek çok insan yargılanmıştır. Onların başında Fransız halk kahramanı Jean d’Arc, İtalyan bilim adamı Galileo Galiler, John Perk, Jean hos, Giralama Savanarolu gibi isimler gelmektedir. Ancak onları yargılayanlar unutulup gitmiştir… Yargılananların isimleri, yaptıkları işlerden bugün bile söz edilirken diğerlerinin atları sanları bile bilinmez.

Tarihin cilvesi…

Katolik Kilise, Ortaçağ Avrupa’sında kralların da üzerinde en büyük siyasi güç olarak kabul edilmişti. Aynı dönemlerde Katharosçular ile Valdesçiler gibi dinsel ağırlıklı topluluklar ortaya çıkınca bunların bertaraf edilmesi Katoliklerce uygun görülmüş, otoritelerinin sarsılmaması için çareyi Engizisyon Mahkemelerini kurmakta bulmuşlardır. Bunda bir bakıma kilisenin ve bazı devlet yöneticilerinin varlığının tehlikeye düşmesinin de etkili olduğu sanılmaktadır. Her şeyden önce yönetilenler uyandırılmayacak, kendi güçleri tehlikeye sokulmasının önüne geçilmiş olacaktır. Bu arada kilise aforoz uygulamasına girişirken, Roma-Germen İmparatorluğu da soruşturma ve cezalandırma yöntemlerine girişmiştir. Başlangıçta yerel piskoposun yetkileriyle kilise yargılaması yapılıyor, pişmanlık duymayanlar tövbe ettikten sonra yeniden aynı davranışlarda bulunurlarsa cezalandırılmak üzere sivil makamlara teslim ediliyorlardı.

Papa IX. Gregorius, yönetenlerin kilise üzerine çıkmasını önlemek amacıyla 1231’de Engizisyonu papalığa bağlamak zorunda kalmıştır. Engizisyonun görev alanı, vaftiz edilmiş Hıristiyanların kilise öğretilerini ısrarla inkâr etmeleriyle sınırlıydı. Sonradan Engizisyonun kapsamı genişletilmiş, şeytana tapmak, zina yapmak ve yakın akrabalarla cinsel ilişkiye girmek de mahkemelerin görevlerinin arasına sokulmuştur. Müslümanlar ve Yahudiler Hıristiyan inancına karşı geldiklerinde Engizisyona çıkarılmışlardır.

Engizisyonun yargılama sisteminin çok ayrıntılı olduğu dikkati çekmektedir. Çoğunlukla suçlu olduğu düşünülenlere itirafta bulunmaları veya günah çıkarmaları için belirli bir süre tanınmıştır. Buna yanaşmayanlar Engizitör denilen görevlilerin önüne çıkarılarak sorguya çekilir ve tanıkların verdikleri bilgiler doğrultusunda yargılanmışlardır. XIII. Yüzyıldan sonra Engizisyon Mahkemelerinde bir garabet başlamış, suçlu sayılan, kim olduğunu bilmediği, aleyhindeki tanıklara karşı savunmalarını yapmaktan uzak kalmışlardır. Başlangıçta suçu kabul ettirmek için işkenceye yer verilmemişti. Ancak Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nda Roma hukukunun yeniden gündeme sokulmasıyla işkence Papa IV. Inncentius’un izniyle yapılmaya başlanmıştır.

Ortaçağ Engizisyon Mahkemelerinin tutanaklarının büyük bir kısmı günümüze ulaşamayıp kaybolmuş veya kaybettirilmiştir. Bu yüzden mahkemelerin verdiği cezalar konusunda yeterli bir bilgiye ulaşmak oldukça zordur. Bununla beraber birçok insanın direğe bağlanarak yakıldığı, mallarına el konulduğu, ömür boyu hapsedildikleri de bilinmektedir.

Yeni Çağ ve sonrasında Engizisyon Mahkemelerinin hukuksuz olduğu anlaşılınca Katolik kilisesinin içinden ve dışından tenkitler çoğalmaya başlamıştı. Bunun sonucu olarak Papa V.Clemans Engizitörler ile normal yargıçların birlikte görev yapmalarını istedi, ardından 1312’de Viyana konsili de bunu kural olarak kabul etmek zorunda kalmıştır.

Günümüz insanları Engizisyon denilen yargı sisteminin altında ezilmediklerinden (!) mutlu sayılmalıdır. Bazen geçiş dönemlerinde Engizisyon hâkimlerini aratmayacak kararlarla da karşılaşılmıştır. Örneğin Yassıada Mahkemesi’nde hâkim Salim Başol, Demokrat Parti’nin önde gelenlerinden birine “Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor” gibisinden yanıt vermiştir. Bir başka mahkemede avukatlara mahkeme başkanı “Safsata dinleyecek vaktimiz yok” demişti. Gerçekte bu konular uzun uzun anlatılabilir.

Nereden aklıma takıldıysa Levent Kırca’nın “Olacak o kadar” parodisinin tekerlemesiyle son vermek istiyorum: “Niyetimiz kimseyi kırmak değildir. Şuradakini buraya koymak değildir. Arada bir zülf-i yâre dokunduk, tam yerine rast geldi, manzara koyduk…”
 

erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 9 Ağustos 2013 Cuma 11:31:59


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
K. Mükremin BARUT IP: 78.163.222.xxx Tarih : 12.08.2013 15:15:02

BİRİNCİ PERDE : Silivri mahkemelerinde birinci perde indi. Ulusalcılar ve asker hayranları fena halde koptular. Boşuna kendilerini üzmesinler. Silivri bir tiyatro idi. Hem de kötü bir tiyatro. Emin olun işin sonunda neredeyse içeride kimse kalmayacak. Daha Yargıtay var. Sonrasında Anayasa Mahkemesi ve daha sonrada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. Bu nedenle birinci perde indi diyorum.

Esas itibarıyla hiç bir ulusalcı aydın ya da yazar DGM uzantısı olan bu Özel Yetkili Mahkemelerle uğraşmıyor. İşin temelinde Ergenekon listelerine dahil edilme korkusu yatıyor.

Gelelim bu mahkemelerin tiyatro oluşuna: Bu mahkemeler nedense bir türlü Sivas'ın ötesine geçmedi. Ergenekon listesindeki bir çok subay Doğu ve Güney Doğu Anadolu'da faili meçhul pek çok cinayete ya daoğrudan karışmış ya da azmettirmişlerdir. Yani yasal sınırlar dışına çıkıp suç işlemişlerdir.

Şimdi bu son cümle üzerine birçok kişi yine zıplayacaktır. Kürt köyleri korucu olmayı red ettiklerinde, doğrudan PKK işbirlikçisi olarak değerlendirilmiş ve bu köyler yakılmıştır. Sayıları 3400 civarındadır.  Yine PKK ile işbirliği içinde olduğu sanılan ve fakat yasal yoldan ıspatlanamayan pek çok sivil Kürt faili meçhul cinayetlere kurban gitmiştir. Sayılarının 17000 civarında olduğu söylenmektedir.

İşte bu nedenle Kürtler için Silivri; AKP ile Derin Devlet taşeronu kimi güçlerin oynadığı bir tiyatro olmanın ötesine geçemeyecektir. Derin devletin tetikçileri yargılanmış fakat baş aktörlere dokunulmamıştır.

Bunun nedeni çok açıktır. AKP statüka'ya kafa tutarak, asker vesayetine karşı durarak iktidar olmuş, kendi statükosunu yarattıktan sonra işler değişmiştir. Yukarıda, tepede olanlar asla birbirleriyle tepişmezler. Var olan statülerinin onlara dayattığı rol; gücü elde tutmak, tutamadığı yerde paylaşmaktır.  AKP de işi yukarı tırmadırmayarak Ergenekon'da ipleri elinde tutanlara bu mesajı vermiştir. Saygılarımla. K. Mükremin BARUT