2
Mayıs
2025
Cuma
ANASAYFA

Ezilen, Hor Görülen Kadınlar


İtalyan opera sanatçısı Giuseppina Pasqualino di Marineo’nun (Pippa Baca), Gebze’de cinsel bir saldırı sonunda öldürülmesi basınımızı günlerce meşgul etti.

Bizleri de üzdü...

Sanat dünyasında önemli bir yeri olan Pippa Bacca 8 Mart 2008’de gelinlik benzeri giysisi ile Milano’dan otostop yaparak yola çıkmıştı. Gelinlikli sanatçının yolculuğu Tel Aviv’de sona erecek ve birlikte yola çıkarak, İstanbul’da yollarını ayırdığı nişanlısı ile buluşacaktı. Sanatçının amacı yeryüzünde barışın olabileceğini tüm dünyaya göstermek, savaş mağduru ülkelerin insanların dramına dikkati çekmek istiyordu.

Ne yazık ki, sanatçı emeline ulaşamadı, yaşamı Gebze, Tavşanlı’da, insan görünümündeki sabıkalı bir yaratığın, cinsel sapık bir manyağın elinde sona erdi.

Cinsel bunalım içerisindeki bir yaratık ne anlardı, dünya barışından, savaş mağdurlarından... Onun tek arzusu ağına düşürdüğü bir kadın ile iki üç dakika sürecek cinsel arzularını tatmin etmekti... Canavarın cinsel tatminden, karşılıklı ilişkiden, fanteziden ne haberi olabilirdi?

Onun için kadın yalnızca kullanılabilen bir araç değil miydi?

Bu olay, bireysel bir sapık olayı olarak düşünülmemelidir. Ne yazık ki, ne kadar inkar edersek edelim, Türkiye’nin bazı kesimlerinde büyük bir cinsel bunalım fırtınası esmekte olduğunun su yüzüne çıkmış bir örneğidir.

Acaba olayın kurbanı tanınmış bir sanatçı olmasaydı basınımızda böylesine yankı uyandırabilir miydi?

Suçlu yalnızca bu saldırgan sapık mı? Bu menfur olayı önleyemeyen hükümet de en az onun kadar suçludur. Gelinlik benzeri bir elbiseyle dünya barışına mesaj vermek amacıyla yola çıkan bu sanatçının Türkiye’de başına neler gelebileceğini düşünülmeliydi? En azından uzaktan da olsa emniyet tarafından korunabilirdi. Siyasilerimizden tutun da adı sanatçıya çıkmış olanlar, iş adamları koruma ordusu ile etrafta boy göstermiyorlar mı? Korumaları onların etrafında kuş uçurtmuyor. O halde Pippa Baca da korunabilirdi. Ama korunmadı, başına gelecekler yöneticilerin aklından bile geçmedi ...

Türkiye, Katolik rahip Andrea Santoro, Alman Tılman Geske ve Hrant Dink’in korunamadığından öldürülmelerinde olduğu gibi bir kez daha dünyaya rezil oldu.

Basınımızın kıyı kucak köşelerinde, Internet sayfalarında aile içi tacizlerin, ensest ilişkilerin, tacizlerin, aile içi tecavüzlerin, töre cinayetlerinin, küçük çocuklara karşı cinsel davranışların, şiddetin zaman zaman yer aldığını görmüyor muyuz?

Bazıları ne kadar inkar ederse etsin Türkiye’de kadının ikinci sınıf bir vatandaş konumuna itildiğini ve bu itilişin her geçen gün çok daha fazla ivme kazandığını görmüyor muyuz? Argo edebiyatında (!) bile kadını aşağılayan küfürler, atasözleri yok mu?

Toplumun eğitimsiz ve kırsal kesimlerinde kadının ne dereceye kadar adam yerine konulduğunu çoğumuz bilir, ancak nedense su yüzüne çıkarıp, birtakım önlemler almaktan kaçınırız. Acaba genlerimize işlemiş erkek hegemonyasından mı?

Günümüzde hala aile içerisinde dövülen, aşağılanan kadınlardan söz ediyoruz. Kabul etsek de etmesek de istatistikler kadına yönelik şiddetin en yüksek olduğu ülkelerin başında Türkiye’nin geldiğini gösteriyor. Türkiye’de her üç kadından birinin şiddet gördüğü iddia ediliyor.

Cumhuriyet devrimlerinden sonra kadın ve erkeği eşit duruma sokan yasa ve uygulamalara rağmen bazı kadınların kendi istekleri ile erkeğe boyun eğmesinin, esir olmalarının nedenini bir türlü anlayabilmiş değilim. Kutsal diye tanımlanan evlilik müessesesinde kadını günlük işlerini yapmakla yükümlü, canları çektiğinde de onların duygularını hiçe sayarak kendilerini tatmin eden kocalar yok mu?

Kuran’ın emri diye örtünen, çağdışı giysilerle dolaşan, öbür dünya uyutmacası ile aşağılanan, yaşamdan zevk alamayan kadınlarımızın sayısı acaba ne kadardır? Bunu hiç düşündünüz mü?

Merhum sanatçı Tanju Okan’ın “Kadınım” isimli romantik şarkısı acaba kadınları ezen, ikinci plana iten magandaları neden etkilemiyor?

“Eşyalar toplanmış seninle birlikte
 Anılar saçılmış odaya her yere
 Sevdiğim o koku yok artık bu evde
 Sen
 Kıyıda köşede gülüşün kaybolmuş
 Ne olur terk etme yalnızlık çok acı
 Bu renksiz dünyayı sevmiştik birlikte
 Sen kadınım...”

Günlük yaşamımızda öylesine olaylar ile karşılaşıyoruz ki, şaşmamak elde değil. Bunların çoğu küçük bireysel olaylar ama, olaya derinliğine baktığınız da farklı sonuçlar görüyorsunuz.

Erkeğin hegemonyasının toplumda her geçen biraz daha arttığını görüyoruz. Örneğin birkaç gün öncesi Zeytinburnu tramvay istasyonunda aşırı derece makyajlı, iki kardeş yanlarında içlerinden birinin eşi ile vagona girdi. Kadınlar son derece şık, ancak türbanlıydılar. Yanlarındaki erkek, kadınlara emretti: “Oturun, sıralanın şuraya...” Onlar da adamın gösterdiği yere yan yana oturdu. Oysa vagonda daha başka boş yerler vardı ama emir büyük yerden gelmişti. Bir başka gün tanıdığımız bir aile ile akşam yemeği yerken sohbet sırasında; lisedeki kızlarının yaz aylarında bir yerde çalışarak evin giderlerine yardımcı olması söylendiğinde, kızın cevabı ağzının içerisinde geveleyerek “orada çalışmama izin yok” oldu. Hiç birimiz tam olarak anlamadık. Ancak, kızın kardeşi hemen açıkladı; flörtü kıskandığından yaz aylarında çalışmasına izin vermiyor...

İşte size en basit iki olayda erkek hegemonyası ve ona boyun eğen kadınlar...

Kadın gelişmiş toplumlarda daima ön plana geçmiştir. Eski Türk toplumlarında da hakanın yanında daima kadın yer almıştır. Ancak gerçek İslamiyet’i anlayamayanlar, hurafelerle İslamiyet’i birbirine karıştıranlar kadını aşağıya çekmiş ve günümüzde de çekmektedir. Kuşkusuz buna mahalle ve cinsel baskıyı da eklememiz gerekir.

Fransız erkeğine,” kadının elini niye öpersiniz?” diye sormuşlar.

Aldıkları yanıt;

“Kadına saygı duyarım. Erkek ile bütünü tamamlar.”

Bu kez bir Alman erkeğine aynı soruyu yöneltmişler;

“Kadın kutsaldır.Hayatın devamını sağlar. Doğurur...”

Bu kez Türk erkeğine kadının elini neden öpersiniz diye sormuşlar.

Türk erkeği çekinmeden yanıtlamış;

“Bir yerden başlamak lazım!..”

Kuşkusuz, günah, zina diye erkeğe elini uzatmayan kadınlar bunun dışında...

Toplumumuzda feminist diye isimlendirilen, kadınlarımızı düştükleri kör kuyulardan çıkarmak isteyenler de olmuştur. Bunların başında da rahmetli Duygu Asena gelir. Ne yazık ki, ne Duygu Asena, ne de diğer aydın kadınlarımız, kadınların büyük çoğunluğuna, okuma özürlü oluşumuzdan ulaşamamıştır. Bunun nedeni okumayan, eğer okursa okuduğunu anlayamayan, batıl inançlarla boğuşmalarından kaynaklanmaktadır. Başta her dönemin siyasetçileri olmak üzere erkekler okumayan, düşünmeyen, böyle olunca da kendi fikirleri olmayan insanları tercih etmekte değil mi?

Bekir Coşkun’un deyişi ile “Göbeğini kaşıyan adamlar” daha makbul değil mi?

Napoleon Bonaparte’nin “Bir toplumun gelişmesini görmek için, önce o toplumun kadınlarına bakınız” sözü üzerinde birkaç dakikanızı ayırarak düşünmek istemez misiniz?

Yayın Tarihi : 22 Nisan 2008 Salı 20:12:21


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
kbra IP: 85.104.26.xxx Tarih : 5.11.2008 09:54:42

bu ülkede 10 tane benim gibi insan olsa zaten devletin başına geçer ele alırız erkeklere kendimizi ezdirmeyiz


TeomanTörün IP: 85.103.196.xxx Tarih : 23.04.2008 12:38:59

Fıkradaki Türk erkeği çok terbiyeli olanlardanmış. Çoğu asıl hedefden başlamaya kalkıyor.