18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Gelinim Olur Musun'da Sona Doğru

     Otuz yılı aşkın gazetecilik yaşamımda magazin türü konularla ilgilenmedim. Bu tür konuların yazılı ve görsel basında yer almasına, büyük gazetelerin en önemli yeri olan ikinci sayfalarını da magazine ayırmalarına hep karşı çıkmışımdır. Buna karşılık biraz  gazetecilik, biraz da toplumda çok ses getirdiğinden ötürü, bu köşemde yazdığım “Gelinim Olur Musun?”  yazımın rekor düzeyde okunmasına da şaşırdığımı söylemeden geçemeyeceğim. Oysa ben o yazımda toplumun bazı kesimlerinin iç ve dış siyasi olaylarla, toplumsal sorunlarla ilgilenmeyip, magazine yönelmesinin çarpıklığını dile getirmek istemiştim. Bildiğim kadarı ile toplumumuz bu kadar eğitimsiz ve kültürden yoksun değildir. Bu nedenle de toplumun eğitimden yoksun, kültürden uzak bazı kesiminin neden böylesine laf olsun torba dolsun, sade suya tirit programlarla uğraştığını bir kez daha irdelemek istiyorum.
 
     Bilindiği gibi aylardır bir evde toplanmış kaynana, damat ve gelin adayları, yarışma adı altında,  kıyasıya bir mücadele içerisindeler. Onların en mahrem konuşmaları, birbirlerinin yüzüne gülüp arkadan atıp tutmalarını üzülerek değil de biraz iğrenerek izliyorum. Bunların özel konuşmalarının hiç birisinde ne AB, ne Felluce, ne yeniden ABD başkanlığına seçilen Busch, ne Chirac’ın “Hepimiz Bizans’ın çocuklarıyız” sözü, ne Yaser Arafat’ın ölümünün Filistin’de doğuracağı sonuçlar tartışılıyor. Bu arada denilebilir ki, onların dış dünya ile bağlantıları kesik, hiçbir şeyden haberleri yok... İsmet İnönü’nün tarihe geçmiş bir sözü vardır; “Haydi canım sende”. Orada toplanmış bu insanların dedikodudan öte hiç mi birbirleriyle paylaşacak  bilgi birikimleri yok?..
 
     Kaynanaların kaynanası denilen kadın, karşısındaki genç kızları, aralarında düzen kurmakla suçlarken “içlerinde akrepler, tilkiler, kafalarında çakallar dolaşıyor” diye hakaretlerini peş peşe diğer kaynana adaylarına söylerken kendisi sanki sütten çıkmış ak kaşık... Bir de laf ebesi ki sormayın gitsin; telefonla programa katılanlara konuşma fırsatını bile vermiyor. Kuşkusuz iyi bir sunucu olduğunu kanıtlamış Ebru Akel’in  de Onun oyununa gelmesine şaşmamak elde değil...  Evlendirmeyi düşündüğü oğlunu öylesine şaşkına çevirmiş, ruhsal bozukluğa itmiş ve öylesine depresyona sokmuş ki, zavallı çocuk sinir krizleri geçiriyor, ağlıyor, tepiniyor. Ana oğul birbirlerinin ellerini öpüp duruyor. Öte yanda biri olmazsa diğeri deyip kendi kafasındaki tilkilerden aldığı direktiflerle evlenme ümidi orada suya düşmüş diğer kızlara da yavaş yavaş yelken açıyor.
 
     Gerçekte ortada bir aşk meşk yok. Bu evde  depresif, paranoyak davranışlar, psikolojik bozukluklar sık sık sergileniyor. Aşk aslında kutsal bir olgudur. Oradakilerin deyişiyle elektrik aldım, elektrik verdim sözleri hem çok basit, hem de aşkı tanımlamaktan çok uzak kalıyor. Aristo her ne kadar “Aşkın gözü kördür” derse de,  Benjamin Franklin’in “Evliliklerinde aşk olmayanlar, evliliklerini yürütemez” sözü üzerinde de durulmalıdır. Maurice Maeterlinck,  “İnsanları mutsuzluğa ve sıkıntıya sokan en büyük etken aşktır” sözü  gerçeği yansıtmaktadır. Bütün bu sözler bir yana, Platon (Eflatun), Edward Rand’ın, Jean Jacques Ruusseau’nun, Jean de La Fontaine’nin, Mark Twain’in, Voltaire’nin, Hacı Bektaş Veli’nin ve diğer pek çok düşünürün aşk konusunda açıklamaları vardır. Sayın sunucudan yarışmacılara sormasını istediğim bir soru var; acaba onlar bu isimleri hiç duydular mı?
 
     Sonunda elektrik alıp da, elektrik veremeyen! Bir damat adayı en doğru sözü söyleyerek olaya noktayı koydu. Dışarıda evlenilecek bir yığın kız var; biz  altınları alalım, bize verilecek evde yaşamın keyfini çıkaralım, arabamıza da kurulalım... Paramız olsaydı bizim burada ne işimiz vardı gibisinden sözler söyleyerek belki  diğerlerinin düşüncelerine de tercüman oldu.Bu arada seyirciden gelen telefon oyları önem kazanıyor. Telefonla bu oyları kimler veriyor, yarışmacıların yakınları dışarıda bu konuda kulis yaptıkları da açıktır. Oyları toplayanın bütün Türkiye’ye teşekkür etmesi bir başka komikliktir. Türkiye’nin büyük bir kesiminin hiçbir sorunu kalmamış da yarışmanın kaynanasını, gelin adayını seçmek için telefonlara yapışacak...
 
     Gelinim Olur Musun programına katılan yarışmacılarda amaç konulan ödüllere sahip olmak, televizyon kanalı da reklamlardan sebeplenmek, reyting yapmak. Kısaca işin özü bu,  gerisi hikaye... Bu arada öylesine traji komik olaylar oluyor ki katıla katıla gülmemek elde değil. Kaynanaların kaynanası her şeyi bilirim edası ile diğerlerine hükmederek “Benim kızım cevher, o ne derse o olur” diyerek ailelerin de  katıldığı canlı yayında, içerideki ve dışarıdakileri  Godot’u beklercesine kızını bekletti. Samuel Beckett’in ünlü tiyatro oyununda olduğu gibi Godot gelmedi ama onun yerine kızın edebi üslupta yazılmış mektubu geldi; “Anne sana bu programa katılma demiştim” diyerek belki de yayının en güzel bir mesajını verdi. Dışarıdaki bazı kişilerin çirkin iftiraları da bu arada programda yer aldı. Kişiliksiz biri filanca benden çocuk aldırdı, falanca sahnede şarkı söyledi, klipte oynadı derken, bir başkası da damat adaylarından birisinin isminin yüce bir lidere yakıştırıldığı gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulundu. Kısacası içerideki çirkinlikleri, dışarıdakiler de tamamladı.
 
     Televizyondaki sözüm ona bu yarışma programının sonu yaklaşırken, çirkinliklerin, dedikoduların, Oidipus kompleksinin daha da artacağı, kaynana adaylarının birbirlerini atlatacakları da görülüyor. Ancak bu programın yararlı bir de yanı oldu; toplumun ezeli sorunu gelin-kaynana mücadelesinde, aday kaynana tiplerini görenlerin gerçek kaynanaları ile daha yakınlaşacağı, neler varmış, meğer benimki melekmiş diyecekleri de gün gibi aşikâr...
Söylemesi bizden izlemesi sizden...
 
 
erdemyucel2002@hotmail.com
Yayın Tarihi : 19 Kasım 2004 Cuma 20:49:49
Güncelleme :6 Aralık 2004 Pazartesi 11:36:04


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?