31
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Gerçek ve Cici Demokrasi (!)


Demokrasi hepimizin bildiği, sık sık kullandığımız bir sözcük olup halkın seçtikleri ile kendi kendine yönetmesi anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle; doğrudan doğruya halkın egemenliğine dayanan, temsili organ aracılığıyla gerçekleştirilen siyasal bir rejimdir. Halkın halk tarafından yönetilmesinin kökeni ise Antik Çağa kadar uzanmaktadır. Demokrasinin temel ilkesi halkın katılımıyla oluşan seçimdir. Avrupa’da XVII. yüzyılda pekiştirilen demokrasi, ancak XIX. yüzyılda gerçekleştirilebilmiştir. Demokrasi ile seçim birbirlerinin ayrılmaz parçası olmuş, özgürlükçü rejim ile demokrasi özleştirilmiştir. Böylece ılımlı, totaliter, rekabetçi ve teknokratik demokrasiler bazen birbirleri ile kaynaştırılmış, bazen de birbirlerinden ayrılmışlardır.

Türkiye’de demokrasi düşüncesinin II. Dünya Savaşından sonra 1946’da çok partili sisteme geçişle başladığı ileri sürülürse de gerçekte demokrasinin ilk adımları kişilerin hak ve özgürlüklerinin gündeme getirildiği 1807’de Tanzimat Fermanı ile başlamış, bu durun sultanın iktidarını sınırlayan 1876 Birinci Meşrutiyet ve 1880 İkinci Meşrutiyet ile sürdürülmüştür. Büyük Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ve 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla ulusun egemenliği ilkesi o günlerde yönetenler tarafından cahil bırakılmış halka benimsetilmeye çalışılmıştır. CHP, Demokrat Parti ve ihtilal dönemlerinden sonra demokrasimiz, çeşitli iç ve dış etkenler, bağnaz kesimlere verilen tavizlerle zaman zaman yaralar almıştır.

Demokrasimiz bazen dikta, bazen gerçeğe yakın ve bazen de cici demokrasi olarak tanımlanmıştır. Bizim en büyük yanlışımız ise gerçek demokrasi ile cici demokrasiyi birbirinden ayıramayıp, birbirine karıştırmak olmuştur. En çok oyu alan partinin her şeyi yapmaya muktedir olabileceği gibi yanlış düşüncelere sahip olan siyasilerimiz olmuştur. Onlar Avrupa siyasi tarihi kadar yakın tarihimizi yeterince bilmiş olsalar demokrasiyi zedeleyen davranışlarda bulunmazlardı. Öyle olunca da gerçek demokrasi kavramı ile cici demokrasi kavramı birbirine karıştırılmazdı. Türkiye bugün demokrasi yolunda zor bir dönemeci geçmeye çalışmaktadır.

Demokrasi adına asıl sorun da burada düğümlenmektedir. Çözülmesi gereken de budur. Demokrasiyi oluşturan, anayasal sistemler, kurumlar zedelenmemeli, oy çokluğuna ulaşan hiçbir parti veya lideri biraz önce belirttiğim gibi ben her şeye kaadirim düşüncesine kapılmamalıdır. Böyle olunca da gerçek demokrasinin yerini cici demokrasinin alması işten bile değildir. Bu arada gerçek demokrasinin ana kaynağını da muhalefet ile özgür basın oluşturmaktadır. Totaliter demokrasinin uygulandığı ülkelerde yönetenlerin ilk yaptıkları iş basını ele geçirmek olmuştur. Örneğin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetle Birliğinde, Nazi Almanya’sında, Mussolini İtalya’sında, Franco İspanyası’nda ve Tito Yugoslavya’sında özgür basının varlığından söz edilebilir miydi?

Günümüz Türkiye’sinde böyle bir durum söz konusu değildir. Ancak özgür olması gereken basının ikiye ayrıldığı, verdikleri haberlerin birbirini tutmadığı, taraf oldukları, siyasi partilerden yana görüşler ortaya atarak halkı yanılttıkları da görülmektedir.

Bugün tarafsız bir basından söz edilebilir mi?

Sabah, Star, Vakit, Yeni Şafak, Zaman, Türkiye gibi gazeteler hükümetten yana yayın yaparak, bazı olaylar siyasi iktidarın görüşü doğrultusunda halka vermektedir. Geride ne kaldı? Cumhuriyet, Milliyet, Vatan, Radikal ve son olaylardan sonra yön değiştiren Hürriyet...

Her iki tarafı oluşturan gazetelerin köşe yazarları özgür biçimde yazılarını yazabiliyorlar mı?

Olayları yorumlayabiliyorlar mı?

Hiç sanmıyorum...

Bakın; şimdiye kadar yandaş yazarlardan biri olarak tanınan Nazlı Ilıcak, ilk kez Deniz Feneri ve Dişli yolsuzluğu ile kendisinden beklenmeyecek bir yazı yazınca gazetedeki yeri değiştirildi. Şimdi O da tepki olarak yazmıyor !.. Demek ki, gün geliyor, bir gazetecinin şimdiye kadar yazdığı yandaş yazılar dikkate alınmadan bir yazısı hoşa gitmezse güle güle bile deniliyor.

Bazı gazeteciler yazdıklarının karşılığında aldıkları az veya çok maaş, patronun isteği doğrultusundaki hizmetlerinin karşılığıdır. Bugün gazeteciler, ortada kalmış, onlarca işsiz basın mensubunun olduğunun bilincindeler. Çalışıp çalışmayacakları patronun iki dudağı arasındadır. Önceki yazımda Emin Çölaşan gibi bir yazarın, hükümetin isteği ile nasıl bir anda kapı önüne konulduğundan söz etmiştim. Bununla beraber, bazen beklenmedik yazarlardan beklenmedik çıkışların yapıldığı oluyorlarsa da, sanırım onların biraz tuzu kuru... Örneğin Sabah’ta Nazlı Ilıcak ile Hıncal Uluç, Yeni Şafak’ta Ahmet Taşgetiren gibi... Bu arada Mehmet Barlas gibi her iki tarafı idare etmeye, dengeyi sağlamaya çalışan köşe yazarları da bulunmaktadır.

Türkiye basınını son günlerde uğraştıran, köşe yazarlarının çala kalem yazdıkları, ne dibe oturduğu söylenen ekonomi, ne ABD’de başlayan ve tüm dünyaya yayılan ekonomik finansal kriz, ne borsalardaki şoklar, ne ABD’nin dördüncü büyük yatırım bankası Lehman Brothers’ın iflası, ne Karadeniz’de, Kafkaslarda gelişen olaylar, Irak ve Afganistan ile Pakistan’daki değişimdir. Her şeye pembe gözlüklerle bakan ve bunu halka yansıtmamaya çalışan, bize kriz yansımaz diyen AKP yönetimi Almanya’da patlak veren Deniz Feneri skandalını ana sorunumuz olarak kabul etmiş ve bunun kavgasını vermektedir. Başbakan, çeşitli parti ilçe teşkilatlarında, kongrelerinde Türkiye’nin içerisinde bulunduğu siyasi ve ekonomik durumu aydınlatmak yerine Aydın Doğan ve Deniz Baykal ile başlattığı kavgasını sürdürmektedir. Bu arada İmam-Hatip liselerinde öğretilen hitabet sanatının tüm öğelerini kullanarak halkı etkilemeye çalışmaktadır.

Bu ortamda Başbakan, kendisine muhalif Aydın Doğan’ın medya grubuna yine ağır bir dille yükleniyor. Bu arada yandaş tabir edilen yayın organlar da O’na methiyeler düzmekten geri durmuyor!.. Allah’tan Türkiye’de bağımsız gazete ve TV’ler var da millet gerçekleri onlardan öğreniyor.

Başbakan, “Biz 16.5 milyon insanın oyunu almış bir partiyiz. Hiçbir zaman yanlışın yanında yer almadık, almayacağız. Yanlış yapan elbette cezasını çeker, bedelini öder” dedikten sonra Aydın Doğan’ın beş gazetesi ile üç televizyonunun iftira kampanyası yürüttüğünü de sözlerine ekledi. Buna karşılık DOĞAN Medya Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan da iki haftadır AKP’nin kongrelerinde kendisini suçlayan Başbakan’a yazılı bir açıklama ile yanıt verdi:

Kanuni haklar dışında bir şey isteyen namerttir...

Suçlamalar TC Başbakanı sıfatına yakışmıyor...

Doğan Grubu kâğıt davasını kazandı...

Olcay Baykal’ın malvarlığı haberleri ile Başkan Güzelbey’in yanıtları da yayınlandı...

Başbakan’ın bir grubu hedef alması hukuka aykırı..

Doğan Grubu sizin siyasi muhatabınız değil...

Başbakan’dan eşitlik hassasiyeti istiyoruz...

Karşılıklı bu sözler hükümet-medya savaşına önümüzdeki günlerde yeni boyutlar kazandıracağa benziyor.

Bununla beraber Başbakan’ın bu sözleri çoğu kişinin yüreğine su serpmiştir. Biraz masum, biraz hayırsever ve biraz da dini inançları olan ve paralarını Deniz Feneri’ne kaptıranlar mutlu olmalıdır. Bu sözlerden sonra Frankfurt’taki Alman Mahkemesi kararından ve bu davada dolandırıcılık suçunu kabul ederek bağış yapanlardan pişkince, utanmadan af dileyen suçluların sözlerinden sonra Türk savcıları da gönül rahatlığı içerisinde bu soygunun üzerine eğilir ve Türkiye uzantılarının nereye kadar ulaştığını ortaya çıkarırlar.


NOT:
Bu yazımla yorumlarını zevkle okuduğum Mehmet Ersindigil dostumun haklı serzenişine de yanıt verdiğimi sanırım. Sevgi ve saygılarımla... 



erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 17 Eylül 2008 Çarşamba 16:03:17


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Gökhan IP: 88.241.226.xxx Tarih : 17.09.2008 18:46:03

Sayın Yücel,demokrasi insanlığın pembe düşü diyorum ben.Aslında sadece düş.İspatı dünyanın her ülkesinde var.Burada tek tek açıklamayayım.Demokrasi sadece seçimle birilerini yönetime getirmek değil.Siz de bunu çok iyi biliyorsunuz.Son zamanlarda sık tekrarladığım birşey var.Çok uzun süredir dünyanın hiç bir yerinde gerçek,yani kitaplardaki demokrasi uygulanmıyor.Bunun yerine siyasi iktidarı elinde bulunduran partinin görüşleri çe çıkarları ile melezleştirilmiş bir yönetim mevcuttur.Yani demokrasi ile yönetildiği iddia edilen ülkelerde halk a verilen hak ve özgürlük göstermeliktir.Bu yüzden bazılarında arada bir insanlar ayaklanıyor.Yakın geçmişte Fransa ya bakınız. Antik çağda ise aklıma gelen kısa bilgiyi nakledeyim.Yunan iç savaşları sonunda Atinayı ele geçiren Sparta ve müttefikleri Atina da yönetime demokratları getirir ve bu yönetimin sürekliliğini denetlemek için bir garnizon bırakır.Tıpkı Irak a bırakılan müttefik güçler gibi.Verdiğiniz bilgiler için tekrar teşekkürler.Saygılar.


mehmet ersindigil IP: 84.62.40.xxx Tarih : 17.09.2008 18:29:44

Cok Cok Tesekkür ederim Sayin Hocam,Bu güzel yazin beni mest ettigi gibi tüm okuyanlarin,da zevkle okuyacaklarini sanmaktayim.Cok güzel bir baslik,ta kullanmissiniz.Evet aynen buyurdugunuz gibi,Gercek ve cici demokrasi. Bence bu kullandigin baslik simdiki Türkiye,nin aynasidir.1950 den sonra Türk siyasiyetcilerimiz Türk halkini hep cicilerle avutmustur.Ve halen avutmak istemektedirler,Oysa Türk Halki buna laik degildir.Artik cici degil gercekleri görmek istiyor.Halk 1950 den beri hep arayis icinde olmustur malesef bir türlü gercegi bulamadi. 21 rinci yüzyilda iletim teknolojinin bu kadar gelismesi herhalde en fazla siyasetcilerimizi üzmektedir. Cünkü Halk cok biliclendi,Dünyanin neresinde olursa olsun internet vasitasi sayesinde okuyor görüyor ve artik karar,da verecek bilincine varmistir.Bu durum siyasetcilerin isine pek gelecegini sanmiyorum.Artik hic bir sey gizli kalmamaktadir.Buda siyasetcilerin isini zorlastiriyor,Yani artik Siyasetciler atacaklari adimi bile takip edildiginin farkina varmak zorundalar. Meshur bir Ata lafimiz var Su uyur düsman uyumaz diye.Su anda Türkiyede Yargi ve Hukukun üstünde bir siyasi baski vardir, Ne kadar ögle birsey yok denilse dahi kendisini gösteriyor.O Zaman Türkiyede nasil hür ve örgür basin var diyebiliriz,ki Ha evet tek tük hür yazarlar vardir ama o yazarlarimizin akibetini hep bilinmektedir. Reklam olur diye isim yazmiyorum,Ne demek istedigimi okurlar bilmektedir. Almanya,da Deniz Feneri davasi bugün sonuclandi,ve cezalar kesinlesti,Burda Alman savci Lötz,ün basina yansiyan bir degisi var bu tüm yasanalanlardan Zekeriya Karaman,Zahit Akman,Ismail Karahan,ve Harun Yoldas sorumlu diyor.Baskomiser Böhm,de degisinde Zekeriya Karaman bas suclu görüyor,Türkiyenin Deniz Feneri kurucusu ve bir nevi baskani deyor.Mademki bu dava Almanya ayagi karara baglandi o zaman Türk Savcilarimiz bu durumu deyerlendirmeleri gerekiyor diye düsünmekteyim. Ortada bir suc varsa cezasiz kalmamali,Bir ekmek calan ceza yiyorsa Milyonlarca dolarlari yiyenlerde ceza almalidir.Not:Hocan bu güzel yazin icin sana tekrar tesekkür ederim hürmetlerimi saygilarimi sunar bu tür yazilarinin devamini dilerim.


Teoman Törün IP: 88.244.131.xxx Tarih : 17.09.2008 18:19:03

Liberallerden bilinerek pek sempati ile bakılmayan Cengiz Çandar, bugünkü tarihli Radikaldeki makalesinde, Erdoğanın "Blitzkrieg - aydınlık, açık savaş diye nitelediği Aydın Doğana karşı savaşını yabana atılmayacak bir analizle değerlendiryor. ABD'ye nerede ise meteor düşme etkisi yaratan malî krizin, ekonomik hazırlığı bulunmayan ülkemizdeki mukadder ve populist politikalarla ötelenen etkisi konusnu gündemden düşürmek için, çok yaklaşmış yerel seçimlere kadar oyalama takdiği, gerçekden, Erdoğanın bu seçimlerde yararına çalışacak. Onun gür sesine tabanı hayran; safları sıklaştıracaklar. CHP ve MHP'den daha külliyetli mikdarda belediyeler ve İl Özel İdareleri üyelikleri alıp kadrolarını tarsin ettikden sonra "Allah Kerim" diyecek. "Ondan sonra çöküş nasıl olur; ülkeyi de beraberinde mi götürür?" bilemiyoruz.