26
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Godot’u Bekler Gibi, “Kürt Açılımını” Bekliyoruz!

Tiyatroyu, çağdaş edebiyatı sevenlerin unutamadıkları bir oyun vardır; Godot’u Beklerken… Samuel Beckett, iki perdelik, ibretlik felsefi oyununu 1953’de Paris’te yazmış, 1954’de bazı değişikliklerle İngilizceye çevrilmiş ve sonra dünyanın çeşitli ülkelerinde sahnelenmiştir. Türkiye’de de ilk kez Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından oynanmıştır. Oyunda varoluşun sancılarını çeken kahramanları Vladimir ile Estragon’un yolları her nasılsa kesişirse de bir türlü gerçeği bulamazlar. Bekledikleri, kim olduğunu bilmedikleri hayali bir kişi olan Godot’un onları aydınlatmasıdır. Oysa o bir türlü gelmez…

Bizler de aylardır, günlerdir, Samuel Beckett’in hayali kahramanı Godot gibi, Kürt açılımının tam içeriğini bekliyoruz… Başta siyasiler olmak üzere her kafadan bir ses çıkıyor, herkes kendine göre yorumlar yapıyor, köşe yazarlarının klavyelerinden taraflı tarafsız kan damlıyor maşallah!.. Zülfü Livaneli bile bir yazısına “Kürtlerin onuruna hitap edin” diye başlık atmış. Sanki bu memlekette Kürt vatandaşların onurlarını rencide edecek sözler söyleniyor, davranışlarda bulunuluyor?

Kürt açılımı durup dururken neden ortaya atıldı? Gündem mi değiştirilmek isteniyor, yoksa gerçekten iyi niyetle atılan bir adım mı? Yoksa başta ABD olmak üzere Avrupa mı böyle istedi? Bilemiyor, bir türlü çözemiyorum…

Başbakan bu sözlere, mübarek ramazan ayında sert bir tepki göstererek; “ABD projesi diyenler ispatlanmazsa namusuzdur” diyor. Öte yanda ABD Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, kısa bir süre önce Kürt açılımına destek verdiğini söylemiş, sonra da “Bu kesinlikle ABD planı değil” diyerek yanıtlamıştı. MHP’li Oktay Vural ise “ABD Dış Politika Ulusal Komitesi’nin 15 Ekim 2007 tarihli bir raporu var. Bu raporda adımlar belirleniyor” diyerek partisinin görüşlerini belirtmişti. MGK’nın hükümetin açılımına destek vermesi üzerine Devlet Bahçeli’den de çok ağır tepkiler geldi.

Bütün bunlar bir yana ortaya çeşit çeşit sloganlar atıldı; Kürt açılımı dendi, tarihi fırsat dendi, kan akmasın dendi… Hükümet, demokratik açılım sözcüğünü daha çok benimsedi. Çözüm mü çözülme mi, diyenler oldu, toplumun beklentisinden, analar ağlamasından yola çıkıldı… Aslında açılım paketinin içerisinde bile ne olduğu tam bilinmiyor. Söylenti, hep söylenti…

Bu işin ilk adımını İmralı mahkûmu Abdullah Öcalan attı. Yol haritası açıklayacağım diye tutturdu ve bir de tarih verdi; 15 Ağustos… Bu tarihin ne olduğunu bilmeyen varsa hatırlatmakta yarar var. 15 Ağustos 1984’te PKK örgütü, ilk silahlı saldırısını Şemdinli-Eruh’ta yaparak bir astsubayımızı ve bir erimizi şehit ederek kanlı saldırılarını başlatmışlardı. O günlerde ise Turgut Özal birkaç çapulcunun işi diyerek bu kanlı olayı önemsememişti. Aradan yıllar geçti, Kürt açılımı ile ilgili çalışmalar, içeride diplomasi turları, karşılıklı söyleşiler yapılırken, aynı tarihte Eruh festivali adı altında gösteriler düzenlendi, peşmerge giysili insanlar halay çektiler, şehir içerisinde adeta resmigeçit yaptılar… Sanki meydan okurcasına…

Şimdiye kadar Ahmet Türk ile bir araya gelmekten kaçınan Başbakan, AKP Genel Başkanı ismi altında karşılıklı görüştüler. Basına yan yana pozlar verdiler. Yanında resmi bakanları varken, parti genel başkanı sıfatıyla görüşmelere katıldı. Başbakanın, bu davranışından da bir şeyler anlayabilmek gerçekten çok zor. Biraz da şaşırtıcı…

Olup bitenleri yazılı, görsel ve internet basınından zaten izliyorsunuz; yinelemeye gerek yok… Yıllardır süren bu savaşa bir son verilmek veya anlaşmak istenildiği de gerçek. Ancak ortada bir sorun var; hükümetin muhatabı kim olacak?

İşte asıl sorun da buradan kaynaklanıyor. Apo mu? DTP mi? Yoksa PKK mı? Yoksa Irak’taki Kürt yapılanması mı? Büyük olasılıkla da hepsi birbirinin uzantısı… PKK’yı hiçbir zaman kötülemeyen, terörist diyemeyen DTP’liler belli ki şimdiye kadar birilerinden aldıkları emirleri uyguluyorlar…

O birileri kimler?

DTP milletvekilleri TBMM kürsüsünde yemin ettiklerinde mutlaka birer ayaklarını kaldırmış olmalılar. Gündemi geren çıkışlarına hoşgörü ile bakıldığında her zaman çıtalarını biraz daha yükselttiler. Partinin önde gelenlerinden biri yerel seçimler sonrasında sınırlar çizildi gibisinden hayalî laflar ettiyse de kimsenin kılı kıpırdamadı. En son aşamada Ahmet Türk, Öcalan muhatap alınmalı diyerek aralarında ayrı gayri olmadığını açıkça vurguladı. O zaman insan elinde olmadan düşünüyor; onların söylediklerinin binde birini söylememiş olan DEP’lilerin ne günahı vardı?..

Böylesine karışık ortamda, muhalefet parti liderlerine bakıyorsunuz; çözüm üreteceklerine birbirilerini Damat Ferit yakıştırmaları yaparak, mayınlı arazilerde dolaşmakla suçlayarak vaziyeti idare ediyorlar. Belki de önümüzdeki seçimler için oy yatırımları yapıyorlar.

İşin en komik yanı da çözüm haritasını kimin önce açıklayacağı kaygısı… İktidar Partisinin bakanlarından birisi sivil toplum örgütlerini sürekli ziyaret ediyor, kapı kapı dolaşılıyor, nabızlar yoklanıyor, basının belirli kesimi, edebiyatçıları ile istişareler yapılıyor… Herkes kendi kafasına göre bir şeyler söylüyor… Bu arada siyasi parti liderleri bir araya gelmekten kaçınıyor…

Kısacası açılım resmi ağızlardan açıklanmayan konularda herkes fikir yürütüyor, eleştiriler yapıyor… Ancak karşı taraf eylemlerinden bir türlü vazgeçmiyor, Adana’da bir polis şehit ediliyor, Nusaybin’de kepenkler korkudan kapanıyor, yasa dışı eylemler düzenleniyor.

Yirmi beş yıldır süren bu savaşın bir galibi bir mağlubu olmalı?

Acaba o hangi taraf? İşte bütün mesele de burada ortaya çıkıyor. Kimse bu konuya değinmek istemiyor…

Kürtler hak istiyorlar(!), eziliyorlar (!) deniliyor. Oysa bu memlekette farklı etnik toplulukların yanı sıra, farklı dini inancı olanlar yaşıyor. Bunların hepsi de Türkiye Cumhuriyeti bayrağı altında yaşıyor ve kimsenin de kimseden ayrıcalığı da yok. Konu Kürt olduğundan yola çıkarsak; Kürt kökenli cumhurbaşkanı da, bakanlar da, milletvekilleri de oldu. Eğitimde iş alanında böyle bir ayrımcılık da yok… Doğuda yoksullar var deniliyorsa batıda da var. Orada da ekonominin çarpıklığından işsizlik diz boyu…

Konu dönüp dolaşıp Apo’nun sözlerine gelip dayanıyor. Meğer bu açılımdan istekler neymiş?

Öcalan’ın istediği; Kürtler Türkiye Cumhuriyetini tanıyacak ama bir Kürt özel bölgesi olacakmış(!)… Ayrı meclisi, ayrı polisi ve yönetimi olacakmış(!)… Ayrı bir savunmadan da söz ediliyor ki, bu kendi askeri demektir… İsterseniz Türk bayrağını da asarız demeye getiriyor. Demokratik ulus olarak varlığını kazanacak… Bunun adı tek kelime ile bölünmedir.

DTP silahların susması için üzerine düşeni yapmaya hazır olduğunu söylerken öte yandan, Emin Ayna da “ Ordu operasyonlarını durdurmazsa çözüm olmaz” diyerek daha baştan anlaşmaya taş koyuyor. Anlaşılan TBMM’deki DPT’liler kelime oyunlarında oldukça uzmanlaşmışlar ve bunların arkasına saklanmayı da çok iyi biliyorlar.

Bütün korkumuz daha demokratikleşelim derken gemiyi karaya oturtup, milliyetçi duyguları yeşertmemektir. Açılım derken bunlar seçim yatırımı mı diyenler bile var… Yıllar öncesi Erdal İnönü’nün SHP’de hazırladığı “Güneydoğu raporu” çok tartışılmış ve başta kendisi olmak üzere partisi yıpratılmıştı. Gelin görün ki, anadili konuşma, yazma, öğrenme gibi hakların çoğu bugün fazlasıyla önerilmektedir. Örneğin Güneydoğuya Kürtçe bilen polis görevlendirilmesi, Kürtçe televizyon gibi… Bazı şarkıcılar Kürtçe şarkılar söyleyerek ne kadar entel olduklarını göstermek istiyorlar!..

Türkiye böyle bir girişime kendi politikasıyla mı, yoksa dış güçlerin dayatmasıyla mı giriyor?

İşte bütün mesele de burada…

ABD Iraktan çekilmeye kararlı. Irak’ta demokrasi tutmadı, ülke kargaşa içerisinde, her gün patlamalar, saldırılar birbirini izliyor, insanlar ölüyor. İran, Suriye ve belki Türkiye bile beklemede... Irak’ta Şiiler, Kürtler, Türkmenler ve Araplar birbirlerini yiyor. Oysa Türkiye bu sorunu kendi başına çözmek zorundadır. Öncelikle dağdakilerin silahlarını bırakmaları, lider kadrolarının tasfiyesi öncelik kazanmalıdır. Bunun içinde de K.Irak’tan gelen sızmaları ve Türkiye içerisindeki PKK yerleşmelerini önlemek zorundadır. Bunun da demokrasi ile çözümü çok zordur. Bu memleketin ortak yaşamında Türk Kürt ayırımı hiçbir zaman olmadı.

Böyle bir açılım olursa, Türk toplumunun tepkisi ne olur, atılacak adımlar göstermelik mi olacak… Asker buna ne diyecek?

Aslında bunlar yanıtlanması gereken önemli sorular… İktidar partisi de bütün sorumluluğu üzerine almak istemiyor ki, diğer partileri de alacağı karara ortak etmek istiyor. Kısacası çözüme sen de katıl, çözümün parçası ol diyor… Oysa herkesin bildiği gibi olası bir bölünme başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin Ortadoğu petrollerine hâkim olma ve onun bekçiliğini yapacak bir kuldaşlarına ihtiyacı var. Bunlar ciddi devlet işidir şov yapmanın da yeri yoktur. Türklerle kardeşçe yaşayan Kürt vatandaşların büyük çoğunlu da bölünmeden yana değildir.

AKP hükümeti böyle bir çözüme samimiyetle girmek istiyor. Bunda da son derece kararlı görünüyor. Asıl sorun karşı tarafın ne diyeceğine bağlı… Bu konuda yakın tarihimizi çok iyi değerlendirmelidir. Güneydoğu’da yaşayan bazı aşiretler 200 yılı aşkın bir süredir, Osmanlıya ve yeni kurulduğu yıllarda Türkiye Cumhuriyetine yabancı güçlerin kışkırtmasıyla zaman zaman ayaklanmışlardır.

Kısaca bilmeyenlere hatırlatmak için bunları bir kez daha gözler önüne sermek isterim; Baban Aşireti (Abdurrahman Paşa) İsyanı (1806), Mir Muhammed (Soran) İsyanı (1833-1837), Bedir Han İsyanı (1843), Yazhan Şer İsyanı (1855), Şeyh Ubeydullah Nehri İsyanı (1878-1881), Simko (İsmail Ağa) İsyanı (1912-1922), Ali Batı İsyanı (1919), Mahmut Berzenci İsyanı (1919), Koçgiri İsyanı (1921), Beytüşşebab İsyanı (1924), Şeyh Said İsyanı (1925), Nehri İsyanı (1925), Reşkotan-Raman İsyanı (1925), I.Sason İsyanı (1925), I.Ağrı İsyanı (1926), Hazro İsyanı (1926), Koçuşağı İsyanı (1926), Mutki İsyanı (1927),II. Ağrı İsyanı (1927), Bıcar İsyanı (1927), Resul İsyanı (1929), Tendürek İsyanı (1929), Savur İsyanı (1930), Zilan İsyanı (1930), Oramar İsyanı (1930), III. Ağrı İsyanı (1930), Pülümür İsyanı (1930), Mahmut Berzenci İsyanı (1930), Şeyh Ahmet Barzani İsyanı (Bugünkü Barzani’nin dedesi) (1931), II. Sason İsyanı (1937) ve Dersim İsyanı (1937)…

Şimdi tüm Türkiye Godot’u bekler gibi ne olduğu pek bilinmeyen Kürt açılımını bekliyor.



erdemyucel2002@hotmail.com
 

Yayın Tarihi : 24 Ağustos 2009 Pazartesi 11:30:02
Güncelleme :27 Ağustos 2009 Perşembe 11:18:28


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
mehmet ersindigil IP: 88.76.88.xxx Tarih : 24.08.2009 19:10:48

Ellerine,Yüregine,Beynine,Vucuduna Sağlik versin Cenabi Hakkim:Bu güzel ve mükemmel analizin olmus yazin icin sana cani gönülden tesekkürlerimi sunar saygilarimi bildiririm Hocam.Aslinda birsey yazmak istemiyorum,Bu güzel yorumun icin.Cünkü vuku bulan olaylarin tarihleri ile dile getirmissin.SENIN BU YAZINA AYNEN KATILIYORUM. Sadece terör bitirilmek istenmedigini inancini tasimaktayim saygilarimla. 

 


cigdem kaya IP: 78.164.183.xxx Tarih : 28.08.2009 10:45:15

yine toplumun kanayan yaralarından birini ele aldıgınız için çok teşekkür ederim Erdem bey.  insanların beyinlerini yıkayarak ellerine silah verip daga çıkartmak, masum insanlarımızı,askerlerimizi katletmek canice bişey.! söylenecek herşeyi siz zaten yazmışsınız. tek söyleyecegim  "artık masum insanlar ölmesin..!!" kaleminize sağlık.