1
Mayıs
2025
Perşembe
ANASAYFA

Görgüsüzlük, Terbiyesizlik ve Densizliklerden Birkaç Örnek!..


Densizlik üzerine önceki yazılarımda birkaç kez eğilmiş, bu konuda birkaç tane de örnek vermeye çalışmıştım. Aslında onları yazarken değişen pek bir şey olmayacağını biliyordum ama hiç değilse kendimi biraz olsun rahatlatmak, bazılarını da düşünmeye yöneltmek istemiştim. Hepsi o kadar... Ne var ki, okuyucularımdan aldığım e-mail ve yorumlardan bu konuda toplumun ne kadar şikâyetçi ve rahatsız olduğunu bir kez daha anladım. Maganda yine maganda; densiz yine densizi; terbiyesiz yine terbiyesiz… Sanırım bunun bazı okuyucularımın yazdığı gibi eğitim ile pek fazla bir ilgisi yok. Her şey ailede başlıyor ve bitiyor. Aileleri eğitemediğimiz sürece densizlik de terbiyesizlik de at başı beraber gidecekler. İsmini vermek istemediğim, yakından tanıdığım bir Ord. Prof bir gün sohbet sırasında çok iyi, yardım sever bir toplumuz ama bir eksiğimiz var; o da görgü demişti. Bir başka hocamız da bir makalesinde “teşekkür etmeyi unuttuk” diye yazmıştı. Rahmetli hocalarımızın söylediklerinin ne kadar doğru bir teşhis olduğunu günlük yaşamımızda çok sık görüyoruz.

Bugün sizlere toplumdan birkaç örnek vermek istiyorum.

Kenthaber’e gelen yorumları elden geçerken Isparta’da kısa süre önce yaşanmış bir olay dikkatimi çekti. Bu olaya üzülmemek elden gelmiyordu. Tunceli Özel Tim Grup Komutanlığında J.Uz. Çvş olarak görev yapan bir kahramanımız, başına gelen bir kurşun ile yaralanıyor. Askerimiz iyileşmesine iyileşiyor ama bir gözü de görme yeteneğini kaybediyor. Gazi olarak emekliye ayrılan bu kahramana T.C Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü “Gazi” ibareli araçlara serbest biniş kartı veriyor. Isparta Belediyesi Halk otobüslerinden birisinin şoförü bu kartı tanımadığını söylüyor ve “Bana mı gazi oldun” dedikten sonra ısrarla para istiyor. Gazi de hakarete uğradığı gerekçesi ile mahkemeye başvurup şoförden şikâyetçi oluyor.

Merak ediyorum Isparta Valiliği ve Isparta Belediyesi terbiyesiz maganda, vatan ve millet sevgisinden nasibini alamamış şoför hakkında ne işlem yaptı? İnsan elinde olmadan düşünüyor; acaba bu şoförün terör ile duygusal bağlantısı var mıdır?

Bu olayın üzüntüsünü üzerimden atamamışken İstanbul ‘da 15 Eylül günü saat 19 sularında Yenibosna’dan Büyükçekmece’ye giden halk otobüs biletçisinin kadın ve genç kızlara karşı terbiyesizce ve görgüsüzce davranışlarına şahit oldum.

Akşam saati olduğundan otobüs adamakıllı kalabalıktı. Ön sırada oturan genç bir kadın yanında çocuğu ve annesi ile birlikte duraklardan birinde inmek istedi. Biletçi orta kapıya dediyse de kadın yanımda çocuğum var diyerek önden inmekte direndi. Aile otobüsten indi, kapı kapandı, otobüs hareket etti ve terbiyesiz sözcüğünün bile çok hafif kaldığı biletçi kadının arkasından bağırdı; “Orospu...” Otobüste kimsenin sesi çıkmadı; hani bizde meşhur bir söz vardır; bana dokunmayan yılan bin yaşasın... Gerçekte bu sözcük, neme lazımcılığın, pısırıklılığın bir ifadesidir ama neyse... Otobüs yoluna devam etti. Biletçi ile ona ikaz etmesi gereken şoför aralarında laubali biçimde konuşmalarını sürdürdüler. Bu arada aynı laubalilik durdukları duraklardaki kâhyalarla da devam etti. Bu arada işten çıkmış iki genç kız otobüse bindi. Biletçi boyuna bağırıyordu; yürüyelim arkalara yürüyelim. Genç kızlardan biri dayanamadı “Nereye yürüyeceğiz. Arkası erkek dolu, onlarla kucak kucağa mı gideceğiz.” Yanıt biletçiden klasik biçimde geldi “130 kuruşa otobüsü mü satın aldın. Taksiyle gitseydin”. Ancak genç kız da terbiyesiz şoförden aşağı kalmadı;”Sen karını burada erkeklerin kucağına sokarmısın?” Biletçi kızın duyamadığı ters bir söz söyledi. Bu kez biletçiye yakın türbanlı bir hanım feveran etti:
“Ben elli yaşındayım bu magandalar İstanbul’a nereden geldi. Eski İstanbul’da biz Rumlarla Ermenilerle beraber yaşadık. Birbirimize son derece saygılıydık. Nerede kaldı o günler. Onlar gitti yerlerini bunlar aldı.”

Olup bitenleri gazeteci içgüdüsüyle izliyordum. Otobüsün diğer yolcularına baktım. Hiç biri o iki genç kız ve türbanlı hanım kadar yürekli değildi. Hepsi bana dokunmayan yılan bin yaşasın dercesine etrafa boş boş bakıyorlardı.

Tepkisiz, acayip bir toplum...

Aynı gün sabahleyin, Zeytinburnu-Kabataş tramvayına binmiştim. Tramvayın sahanlığı tıklım tıklım dolu idi. Ancak aradaki sıralar hemen hemen boştu. Hiç kimse ileriye yürümek istemiyor, duraklarda insanlar araca binmekte zorlanıyordu. Öte yanda tramvayda orta sıralara yürünmesi, kapı önünde toplanılmaması sürekli anons ediliyordu. İşin traji-komik yanı hiç kimse yürümüyor, sahanlıkta kucak kucağa gidiyorlardı. Bu kez yaşlılara, kucağında bebeği olanlara yer verilmesi anons ediliyordu. Oysa oturma yerlerindeki bazı hanımlar yanlarına parmak kadar çocuklarını oturtmuş, ikaz edenlere ise çocuk hasta diyordu. Öte yanda yaşlılar ve hanımlar ayakta iken gençler ya uyuyor, ya da dalgın bakışlarla dışarısını seyrediyordu. Sanki tramvayın içerisinde yaşamıyorlardı...

Cep telefonlarının sistemi etkilediği otobüslerde ise tüm ikazlara rağmen yine herkes çatır çatır telefonu ile konuşuyor. İkaz edenler de bu tip görgüsüzlerle dalaşmaktan bıkmışlardı. Asıl sorumlu belediye şoförü de bıkıp usanmış olacak ki, o da artık aldırmıyordu. Gün olmuş kendi kendime düşünmüşümdür; bu cep telefonu denen illet ne biçim bir hastalıkmış ki, cebinde parası olmayanlar bile ne yapıp ne edip birer cep telefonu ediniyorlar. Sürekli yenilenen telefonların bir sonraki modelini alabilmek için çaba sarf ediyorlar.

Bu iş eğitimden geçer diyenlere de sanırım en güzel yanıtı geçtiğimiz günlerde yazılı ve görsel basına yansıyan bir olay verdi. Antalya Lara’daki Meslek Lisesi müdiresi okul bahçesinde el ele tutuşan iki öğrenci için okula 16 yaşındaki kızın babası ile polis çağırarak çocukları suçlamış. Televizyon görüntülerinden izlendiği gibi polislerden birisi erkek öğrenciyi döverken, çağırılan kızı babası da önce erkek öğrencinin, sonra da kızının üzerine hücum ediyordu. Müdire Hanım ise eğitimci (!) olarak çözümü kendi aklınca hemen bulmuştu, “Bunları evlendirin...”

Antalya İl Milli Eğitim Müdürlüğü, müfettişler daha önce de soruşturma geçiren müdireyi görevden almışlar. Şimdi oturup kara kara düşünmek sırası da sanırım bizlere geldi; her kötü olayın ardından oturup eğitim eğitim diyoruz. Alın size bir okulun eğitimci müdiresi (!).

Osmanlı tarihinde Şeyh Harname, Molla Lütfi de İkinci Harname isimli kitaplarını yazarlarken acaba bu günleri düşünmüşler miydi?

Gerçekte densizlik, terbiyesizlik ve magandalık toplumun büyük bir bölümünü sarmıştır. Bu tür örneklerin çok daha fazlasını sıralayabiliriz. Ne yazık ki, bize ayrılan köşe bunların hepsini yazmaya elvermiyor.


erdem@kenthaber.com

Yayın Tarihi : 19 Eylül 2006 Salı 11:54:21


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 212.253.176.xxx Tarih : 19.09.2006 18:44:45
Sevgili Erdem, İETT'nin sadık yolcularından biri olarak yıllardır bu densizliklere (daha ötesinde nitelendirmek gerek ama bize yakışmaz)emsâli kesiresi ile tanık ve bizzat muhatap oluyorum. Katmerli bir örneği ile ilgili olarak "Beyaz Masa"ya yazılı müracaatım oldu. Dilekçeyi alanlar olaya çok şaşmışlardı ama 3 yıla yakındır yanıt bekliyorum. hava gazı. İnşaallah bu yazın ses getirir.

davutpolat IP: 88.224.141.xxx Tarih : 20.09.2006 17:33:35
sayın yazar nedense kimse insan olmanın erdemliğine (terbiye ve efendiliği) değilde insana yakışmayan tavırlar konuşma densizliklerini sergiliyolar .bu nasıl bir yetişme tarzı memleket nereye gidiyor.sizinde gözlemlediğniz ve yazdığınız gibi hiçde iyi gidişat değil. toplum yozlaşıyo.yazınızı beğenerek okudum toplumsal yazınızı gündeme konu ettiğiniz için teşekürler.saygılar.