25
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Hadi Canım Sende!..

Anayasa Paketinin 2. tur oylamasında yaşanan sürpriz AKP’de şaşkınlık yarattı. Parti kapatma davalarında meclis onayını şart koşan 8.maddenin oylamasında 330 kabul oyuna ulaşılamadı. Böyle olunca da parti kapatma maddesi anayasa taslağından düştü. AKP milletvekilleri Başbakan’ın sözüyle hareket ediyor diye düşünenler yanıldılar. Şimdi parti yöneticileri ve onlara yakın olanlar fire veren milletvekillerinin kim olduklarını araştırıyorlar!..

Kuşkusuz, bu durum Başbakanı öfkelendirmiş olacak ki, daha önce Hitler ile İsmet İnönü benzetmesine bir yenisini ekledi. Gündem değiştirilmek istendiğinden olmalı ki, hedef yine Kurtuluş Savaşı komutanlarından ve gelmiş geçmiş en başarılı devlet adamı İsmet İnönü…

Başbakan’ın hiç gereği yokken, İsmet İnönü’yü hedef alması oldukça şaşırtıcı… Anlaşılan son günlerde oldukça sinirli ve bazı milletvekillerinin kendi öz iradelerine göre hareket etmesinden de sıkıntılı…

Kenthaber’in manşetindeki “İsmet Paşa Hitler’e benzer mi?” başlıklı yazımızda bu konuya değinmiş, düşüncelerimizi ve o dönemi bilmeden fikir yürütmenin yanlış olacağını sıralamış, ardından merak edenler için birkaç başvuru kitabının isimlerini vermiştim. Bugün onlara Almanya’da yayınlanan Türkçeye yeni çevrilen Zehra Önder’in yeni bir kitabını da eklemek istiyorum; “İkinci Dünya Savaşında Türk Dış Politikası”. İsmet Paşa hakkında konuşanların mutlak okuması gereken bir eser…

Başbakan bu kez Atatürk’ün 19 Şubat 1931’de dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye yazdığı mektuptan söz ederken; “Ah ah, o mektubu iyi incelemek lazım, teferruatına girmeyeceğim. Hani diyor, o camiler, kervansaraylar askerlerden boşaltılsın… İşte biz, oraları onlardan temizliyoruz. Fark bu 7,5 yılda ahır olarak kullanılan tarihi eserlerimiz yeniden hayata döndü…” Ardından da Televizyonlarda yine II.Dünya Savaşında nüfus kağıtlarındaki ekmek, patiska damgalarına maddelerine değiniyor, kısacası yine İsmet Paşa’nın şahsında CHP’yi yermek istiyor!..

Öncelikle belirteyim ki, Atatürk’ün Başbakan İsmet Paşa’ya yazdığı mektup değil Ankara’dan çekilen telgraftır. “Türkiye’de Müzecilik”(1999) isimli kitabımda bu telgrafı olduğu gibi yayınlamıştım. Benden öncede bazı araştırmacılar, Atatürk’ün kültüre, arkeolojiye ve müzeciliği yakınlığını göstermesi yönünden de bu telgrafın üzerinde durmuşlardı. Açıkçası bu telgrafı ilk yayınlayan da ben değilim…

Sırası gelmiş olduğundan, acele ve önemlidir kaydıyla, 19 Şubat 1931’de çekilen telgrafı sizlerle paylaşmak istiyorum;

Son tetkik seyahatimde muhtelif yerlerdeki müzeleri, eski sanat ve medeniyet eserlerini de gözden geçirdim:

1-İstanbul’dan başka Bursa, İzmir, Antalya, Adana ve Konya’da mevcut müzeleri gördüm. Bunlardan şimdiye kadar bulunabilen bazı eserler muhafaza olunmakta ve kısmen de ecnebi mütehassısların yardımı ile tasnif edilmektedir. Ancak, memleketimizin hemen her tarafında emsalsiz defineler halinde yatmakta olan kadim medeniyet eserlerinin ileride tarafımızdan meydana çıkarılarak ilmi bir surette muhafaza ve tasnifleri ve geçen devirlerin sürekli ihmali yüzünden pek harap bir hale gelmiş olan abidelerin muhafazaları için müze müdürlüklerinde ve hafriyat işlerinde kullanılmak üzere arkeoloji mütehassıslarına kat’i lüzum vardır. Bunun için maarifçe harice tahsile gönderilecek talebelerden bir kısmının bu şubeye tahsisi muvafık olacağı fikrindeyim.

2- Konya’da asırlarca devam etmiş ihmaller sebebiyle büyük bir harabi içinde bulunmalarına rağmen sekiz asır evvelki türk medeniyetinin hakiki şaheserleri bilhassa Karatay Medresesi, Alâeddin Camii, Sahip Ata Medresesi, cami ve türbesi, Sırçalı Mescit ve İnce Minareli Cami derhal ve müstacelen tamire muhtaç bir haldedir. Bu tamirin gecikmesi, bu âbidelerin kâmilen indirasını mucip olacağından evvela asker işgalinde bulunanların tahliyesinin ve kaffesinin mütehassıs zevat nezaret ile tâmirinin temin buyurulmasını rica ederim.”

Gazi M. Kemal

Atatürk’ün müze ve eski eserlere gösterdiği bu sıcak ve içtenlik dolu telgrafın hemen ardından başta Konya olmak üzere memleketin çeşitli yerlerindeki anıtların onarımına başlanmıştır. Türbe ve dergâhlar kapatılmış olmasına rağmen Atatürk’ün emriyle Konya’da Mevlana Türbesi müze olarak ziyarete açılmıştır. Ayrıca arkeoloji öğrenimi yapmak üzere Avrupa’ya özellikle Almanya’ya öğrenci gönderilmiş, Birinci Türk Tarih Kongresinde Atatürk, Anadolu’da arkeoloji kazılarının yapılmasını istemiştir.

Başbakan, “Ah Ah, o mektubu (mektup değil telgraf) iyi incelemek lazım, hani diyor ya camiler askerlerden boşaltılsın” diyerek camilerin asker işgalinde olduğunu, Atatürk’ün de bu duruma karşı olduğunu vurgularken bir yandan da İsmet İnönü’ye gönderme yapıyor.

Tarihi ve o günlerin yaşantısını çok iyi bilmek gerekir. Atatürk, o telgrafında yüzyılların ihmalinden söz ediyor; bazılarının yere göğe koyamadığı Osmanlının ilgisizliğini belirtiyor… Yakın tarih çok iyi etüt edilecek olursa Balkan bozgunu, Doğu Anadolu’nun Rus ve Ermeni işgaline uğraması ve I.Dünya Savaşının Anadolu’yu nasıl perişan ettiği öğrenilir… Anadolu insanı işgal, göç ve geçim derdindeydi. Osmanlı Sultanları ise Galata Bankerlerinden faizle aldıkları paralarla devleti yönetiyor, memuruna, askerine aylarca maaş veremiyordu. Bu ortamda abidelerin onarımını kim düşünecekti? Anadolu işgalinin ardından Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin ilk yılları ekonomik sıkıntılarla geçmiştir. O günlerde askerlerin kalacağı ordu evleri oteller, şehirlerde zamana uygun yapılanmalar yoktu. Çaresizlikten askerler tarihi yapılarda barındırılmıştır. Atatürk, telgrafında her türlü sıkıntıyı çektik, artık genç cumhuriyeti geliştirelim, anıtlarımızı koruyalım demek istiyordu. Kulaktan dolma bilgilerle bu gibi konulara açıklık getirmek çok zordur… Bunun için iyi okumak, öğrenmek ve düşünmek gerekir…

Başbakanın danışmanları arasında konuların uzmanı tarihçi ve müzeciler olsaydı böylesine bir yanılgıya düşülmezdi…

Kaldı ki, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren anıtlarımız eldeki imkânlarla Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından belirli bir program içerisinde onarılmıştır.

Başbakanın televizyondaki konuşmasını, II.Dünya Savaşı yıllarındaki nüfus cüzdanlarındaki bazı damgalara getirmesi oldukça şaşırtıcıdır!.. Başbakan 22 Temmuz seçimi öncesinde de yine bu konunun üzerinde durmuştu;

“Muhterem vatandaşlarım, CHP demek kıtlık demektir, yokluk ve karne demektir. Bunlar ekmeyi bile karneye bağladılar. Vatandaşı aç bıraktılar.”

Bu sözlere 15 Ağustos 2007 de “Ekmek Karnesi Seçim Alanlarına Taşınmıştı” başlıklı köşe yazımda açıklık getirmiştim. Kenthaber’de 2007 yılı köşe yazılarımın arşivine bakacak olursanız, konuyu en ince ayrıntısına kadar yazdığımı göreceksiniz. O günlerde yanılmıyorsam Star televizyonu da benimle bir söyleşi yapmıştı…

O günleri yaşamayanların değindiği gibi ben babamın nüfus kâğıdında o damgaları görmedim, küçük yaşlarda olmama rağmen o zor günleri yaşadım. Bugün eski nüfus cüzdanımı, üzerindeki ekmek, patiska alındı damgalarıyla birlikte onurla saklarım. Avrupa ve Asya’da savaşa girmemiş ülke kalmamış, şehirler yerle bir edilmişti. İnsanlar perişandı, yiyecek bulmak bir yana canlarını kurtarmaya çalışıyorlardı. İsmet Paşa hem mihver hem de müttefik devletlerin tüm baskılarına rağmen savaşa girmemek için ne lazımsa yapmış, memleketini yok etmemek, ezdirmemek için uğraşmış ve bunu başarmıştı. Türkiye’yi savaşa sokmamış; ancak her türlü saldırıya karşı savunma amaçlı bir ordu besliyordu. Bunun için de dışa bağımlı olmayan Türkiye’nin imkânlarıyla ekmeği ve bazı temel maddeleri karneye bağlamıştı. O günlerde millet birlik beraberlik içerisindeydi. Bütün zor koşullara rağmen ortaya hortumcular, çıkarcılar, vatandaşı sömürenler, kıyılardan ormanlardan getirim sağlayanlar çıkmamıştı. Yine unutulmamalı ki, o günlerde demokrasi kavramı dünyada pek değil hiç kullanılmıyordu, devletler tek adam politikasıyla yönetiliyordu.

İsmet Paşa savaş sonrasında demokrasiyi memlekete getirirken, 1950 seçim propagandaları sırasında küçük bir kızı karşısına çıkarmışlar, bugün olduğu gibi ” bize ekmeği karneyle yedirdiniz” dedirtmişlerdi. İsmet Paşa da kızın yanaklarını okşamış, “Ekmeği karne ile yedirttim ama seni babasız bırakmadım” diye o sözü söyletenlere mesajını vermişti.

İsmet İnönü’nün tarihi inkâr eden muhaliflerine verdiği bir yanıtla; torunu Gülsün’ün yinelediği sözüyle yazımı noktalıyorum;

Hadi canım sende!’

erdemyucel2002@hotmail.com  
 

Yayın Tarihi : 5 Mayıs 2010 Çarşamba 11:52:36


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Hadi Canım SİZDE! IP: 212.175.112.xxx Tarih : 5.05.2010 13:16:43

Birtek tarihi uydurmaca bilgilerle yutturduğunuz tarih olarak mı kabul etmek zorundayız. Şu arşivler artık bir açılsa da bu milletin demokratik ilerleyişine sekte vuranlarla bir yüzleşsek. Ama heyhat ki tamamı bu dünyadan göç etmiş bu insanların kişisel, dinden olmayan garezleri yüzündenm hain ilan edilen gerçek vatanseverlere iade-i itibarlarını geri verebilsek. Verilmesede olur O büyük insanların itibarları bizlerin kalbinde ulaşılamayacak kadar yüksektedir.


Cevdet Üstündağ IP: 85.105.190.xxx Tarih : 7.05.2010 09:48:31

Üstat, bu yazınız için size çok teşekkür ediyorum. İsmet Paşa'yı faşistlikle suçlamak ve devrini kötülemek abesle iştigalden başka bir şey değildir! Genel taktikleri, Atatürk ile İnönü arasında bir husumet varmış ve İnönü Atatürk'e rağmen bazı şeyleri yapmıştır, havasını pompalamaktır. Oysa ki, İsmet Paşa Atatürk'ün en yakınında bulunan ve ona hep destek veren, devrimlerinin uygulayıcısı bir büyük siyaset adamıdır. Bir yorumcu resmi tarih tezinden kurtulun, arşivleri açın diyor... Tüm arşivler İstanbul - Eminönü'nde bulunan Devlet Arşivleri bölümünde. Buyursunlar baksınlar, hepsi hükümetin elinde. Çünkü bazı hükümet üyeleri de arşiv arşiv diye tutturuyorlar. Sadece harp tarihi ile ilgili belgeler Genelkurmay arşivlerindedir. Baksınlar da, biz öğrenelim şu arşivlerde ne var, ne yokmuş? Üzerinde yaşadığımız bu toprakların tapu belgesinde İsmet Paşa'nın imzası vardır! Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa'dır! Eskişehir'de batı destekli işgalci Yunan ordusunu durduran İsmet Paşa'dır! Cumhuriyet'in ilk Başbakanı İsmet Paşa'dır! Bu liste daha da uzar gider... Hiyerarşide son'un her zaman ilk'e derin bir saygısı olur. Olmasa bile en azından dil uzatılmaz!