18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Haydarpaşa Garı, Tarih Oluyordu!..

2010 Avrupa Kültür Başkenti olarak ilan edilen İstanbul’da yüzyıllık geçmişi olan, şehrin simgelerinden Haydarpaşa Garı, yangınla yok oluyordu. Garın çatısında yapılan iyileştirme ve izolasyon (yalıtım) çalışmaları sırasında çıkan ve hızla genişleyen yangın karadan ve denizden yapılan müdahalelerle bir saatte söndürülmüşse de çatı tamamen harap olmuş, onun altındaki katlar zarar görmüş, yer yer çökmelere neden olmuştur.

Yangının ardından ilgililer ekiplerin etkin biçimde olaya müdahale ettiklerini, hasarın sınırlı kaldığını söylemişler ancak, ortaya çeşitli iddialar atılmıştır. Kadıköy Belediye Başkanı çatıda yapılan izolasyon çalışmalarının belediye denetiminde yapılmadığını, belediye tarafından onarım ruhsatı verilmediğini, yalnızca başvuru yapılmakla yetinildiğini söylemiştir.

Haydarpaşa Garı SİT alanı içerisinde olduğundan 5 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu 19 Mart 2010’da TCDD’ye izolasyonu şartlı olarak verdiği öğrenilmiştir. Buna göre onarım yapılırken İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin laboratuarından yararlanılmasını ve Kadıköy Belediyesi’nin de işleri denetlemesi kararını almıştır. TCDD’nin, Kadıköy Belediyesine başvurup ruhsat almadan izolasyon çalışlarına başladığı ve ardından da yangının çıktığı iddia edilmektedir. Ruhsat alınmadan onarıma başlandıysa yapılan iş kaçaktır ve denetimden yoksundur. Bu iddialara karşı Ulaştırma Bakanı izin alındığını söyleyerek yapılan suçlamalara tepki göstermekte gecikmemiş, ardından da yanan çatının aslına uygun inşa edileceğini söylemiştir.

Bu olayın ardından çeşitli sorular insanın aklına geliyor. Onarım çalışmalarını yürüten, 1993’de kurulmuş şirket kime aittir?

Siyasi bir parti ile ilgisi var mıdır?

Kısa süre öncesi kurulan şirketin eski eser formasyonu, bilgisi ne düzeydedir?

Yanan çatıyı aslına uygun olarak kimler yenileyecek?

Kuşkusuz, yanan çatının kısa sürede onarılacağını söyleyen Bakan restorasyon işleri konusunda uzmanlaşmış restoratör mimar, sanat tarihçileri ve uzman ustalarla yapılabileceğini biliyordur. Türkiye’de yakın tarihlerde açılmış üniversitelerimizde restoratör mimarlar yetişmektedir. Her mimarın restoratör olmadığı da bilinmelidir. Mimarlık başka, restoratör mimarlık başkadır, her ikisi birbirine karıştırılmamalıdır. Ne yazık ki, çoğu kez her iki mimar birbirine karıştırıldığından ortaya garabet ödenekleri çıkmakta, eserler tahrip olmaktadır. Bunun tipik örnekleri yurdun her tarafında görülmektedir. Örneğin film setlerine benzetilen İstanbul’un surlarını Büyükşehir Belediyesi restore edip özelliğinden uzaklaştırmadı mı?

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün eski eser restorasyonlarının çoğu da böyle değil mi?

Yangında ihmal var mı, yok mu önümüzdeki günlerde açıklık kazanacaktır. Ancak ortada bir gerçek var ki, tarihi yapılarımıza karşı ilgisizliğimizdir. Allah korusun demekle bir takım işler olmuyor!.. Tarihi eserleri kendi haline bırakıp göstermelik tedbirlerle yapıların korunamadığı, bilinçsiz kişilerin eline bırakıldığı da bilinen gerçeklerdendir.

Yangının izolasyon sırasında çıktığı söyleniyor. Ancak izolasyon (yalıtım) maddesi yanıcıdır ve tarihi yapılarda kullanılması son derece sakıncalıdır. Yalıtımın kullanılma zorunluluğu varsa başında konuyu çok iyi bilen teknik ekipler bulunmalıdır. Yeri gelmişken, memleketin her yerinde açılan ve teknik öğrenim veren kurumların ne derece doğru öğretilerde bulundukları da tartışma konusudur. Söndürme çalışmalarında kullanılan deniz suyunun yapının bütününe zarar verme olasılığı da bir başka konudur. Geniş bütçesi olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yangına müdahale edebilecek helikopterinin olmaması ne ile açıklanabilir?

Kısa bir süre öncesi her şeyden rant sağlama kaygısına düşenler gözlerini Haydarpaşa çevresine de dikerek Kadıköy’ün siluetini biraz daha bozacak teklifler üretmişlerdi. Bunların başında da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin imar planında Haydarpaşa Garı kültürel tesis, turizm ve konaklama alanı olarak gösterilmişti. Bilinçli çevreler, mimar ve sanat tarihçiler buna karşı çıkmışlardı. Tarihi yapının turizm adına getirime dönüştürülmesi, bu şehre yapılan gafların en başında gelenidir. Kuşkusuz, bina tümüyle yansaydı bazılarına rant kapıları çok daha kolay açılacaktı!..

Haydarpaşa Garı’na tarihi yapı diyoruz. Bu nedenle onun tarihi geçmişinden, mimari yapısından söz etmek yerinde olacaktır.

Haydarpaşa tren garı yapılışından sonra iki kez zarar görmüştür. I.Dünya Savaşı sırasında Almanya’dan cephelere sevk edilmek üzere gelen cephaneler sabotaj sonucu patlatılmış gar binası çıkan yangından zarar görmüştür. 1930’lu yıllara kadar kulelerin külahları ve çatının büyük bölümü bulunmuyordu. Bu bölümler eski resimlere dayanılarak 1938 yılında yenilenmiş, parçalanan pencerelerin kemerleri yenileriyle değiştirilerek eski görünümüne ulaştırılmıştır. Bunun ardından 1979’da Independenta isimli Romen tankerindeki patlamayla bir kez daha zarar görmüştü.

Haydarpaşa tren garının bulunduğu alan, Osmanlı döneminde önemli mesire yerlerinden birisiydi. XX. yüzyılın başında Anadolu demiryolunun başlangıcı olarak tanınmıştı. Semt olarak Haydarpaşa, Kadıköy’ün en yüksek tepelerinden Yeldeğirmeni ile Numune ve Askeri hastanesinin yükseltileri arasında yer almıştır. O yıllarda buradaki çayırın arkasında, Eski çağlarda Himerios isimli iki kollu bir dere bulunuyordu. Osmanlı döneminde bu dere Ayrılık Çeşmesi Deresi ismini almıştı. Ancak yörenin yapılanmaya açılmasıyla buradaki geriş koy doğal ortamından uzaklaşmış, günümüzde çarpık yapılanmalar sonucu yozlaşmıştır. Bu yöre ismini Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde vezirlik yapmış olan ve burada görkemli bir sarayı olan Haydar Paşa’dan almıştır.

XIX. yüzyılda içerisinden demiryolu yapılıncaya kadar Kâğıthane, Göksu ve Fenerbahçe’de olduğu gibi mesire yeri olma özelliğini korumuştur. Bu bölge F.Kauffer’in 1776’da çizdiği haritasında ayrıntılı olarak gösterilmiş, daha sonra J.D. Barbie du Bocage’nin düzenlemeleri ve 1821 de J.von Hammer’in eserinde de yayınlanmıştır. Sultan Abdülmecit’in 1844–1846 yıllarında burada yaptırdığı hastane, R.D. Arenco ile Vallaury’in Mektebi Tıbbiyesi, ardından 1872’de Haydarpaşa’da Pendik’e kadar uzanan ilk banliyö tren istasyonu yapılmıştır. Sultan II. Abdülhamit zamanında Anadolu-Bağdat demiryolunun Alman sermayesiyle yapılan demiryolu ile bölge mesire yeri olmaktan uzaklaşmıştır.

Günümüze gelen Haydarpaşa tren garı Mimar Otto Ritter ile Helmuth Cuno’nun projesine göre yapımına 30 Mayıs 1906’da başlanmış, 19 Ağustos 1908 yılında tamamlanarak hizmete açılmıştır. Prusya-Rönesans üslubundaki görkemli yapı bugün Kadıköy’ün simgesi durumundadır. İlk yapılışında 255 m2’lik bir alanı kaplayan yapı günümüzde yaklaşık 4.000 m2’lik bir alana yayılmıştır.

Haydarpaşa tren istasyonu batı eklektizmini canlandıran bir örnek olup, Orta Avrupa barok mimari öğelerini tüm canlılığı ile bir araya getirmiştir. Temellerinde ve duvarlarında Hereke’den getirilen pembe granitler kullanılmıştır. Ayrıca yüzey duvarlarında işlenmesi kolay olan ve aynı zamanda sert doğa koşullarına karşı dayanıklı Lefke ocak taşlarından yararlanılmıştır. Garın kuzey yönündeki kolu daha kısa olup, burada “U” plan düzeni uygulanmıştır. Kuzeydeki köşe kulelerinin ve deniz yönündeki merdivenlerle iç avluya ulaşılmaktadır. Gar binası 21.00 m. uzunluğunda 1.100 veya 1.700 ahşap kazık üzerine inşa edilmiştir. Beş katlı yapının her katında bir koridor ve bunun çevresine sıralanmış odalara yer verilmiştir. Kalem işleri ile bezeli odaların tavanlarından yalnızca permi odasındaki özgün olarak günümüze gelebilmiştir. Köşe kulelerin içerisinde üst katlara doğru küçülen yuvarlak planlı mekânlar bulunmaktadır.

Doğu ve güney cepheleri arasındaki kulenin zemin katı kaburgalı tonoz, üst katlara çıkılan mermer merdivenler ise her katta da taş kemerler arasında yer alan çapraz tonozlarla örtülmüştür. Demir merdiven korkulukları birbirlerine geçmiş dal motifleriyle bezenmiştir. Özel tonozlu mekânların dışında kalan yapının zemini volta taşlarıyla kaplanmıştır. Bunun yanı sıra güney cephedeki merdivenlerle yükseltilmiş peronların bulunduğu iç avluya açılan salonda tavanlarla duvarların birleştiği yerdeki ve kemer ayaklarındaki alçı kabartmalı barok bezemelerin renkli vitrayları dikkat çekicidir. Ne yazık ki, deniz tarafındaki cephede zemin katta sepetkulpunu andıran kemerler içerisindeki vitraylar, 1979’daki tanker kazası sırasında kırılmış ve ardından yenilenmiştir.

XIX. yüzyıl barok üslubunu yansıtan sepetkulpu şeklindeki kemerler, köşe kulelerinde taş balkon korkulukları üçgen alınlıklar, kornişler ve plasterler dik meyilli çatının köşe kulelerini örten konik örtüler bulonlarla birbirlerine bağlanmıştır. Çatının yapımında da ahşap makaslar ile demir putrellerden yararlanılmıştır.

Kısacası bu yapı tipik bir XIX. yüzyıl istasyon binasıdır. Garın önündeki Haydarpaşa İskelesi, Osmanlı döneminin son eserlerinden, Neo-klasik mimarinin öncülerinden Mimar Vedat Tek’in eseridir. Kütahya çiniciliğinin değerli ustalarından Mehmet Emin Bey tarafından içerisi bezenmiştir. Bunun dışında Haydarpaşa’da bir zamanlar ünlü eserler bulunuyorsa da bunlardan Lâhûti Abdullah Baba Türbesi dışında hemen hiç biri, bilinçsiz yerleşmelerden ötürü günümüze gelememiştir.


erdemyucel2002@hotmail.com
 

Yayın Tarihi : 1 Aralık 2010 Çarşamba 11:56:23
Güncelleme :4 Aralık 2010 Cumartesi 13:21:21


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?