3
Haziran
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Hükm-ü Karakuşi!..

Türkiye’de son günlerde tutuklanan gazetecilerle ilgili haberler ön planda yer alıyor. Ne derece doğrudur tam olarak bilemiyorum ama Nedim Şener, Ahmet Şık başta olmak üzere dört gazetecinin tutuklanmasıyla cezaevindeki gazeteci sayısı 67’e yükselmiş… Onlar yazdıklarından mı yoksa henüz ne olduğu kesinleşmemiş bir örgütsel bağlantılardan mı cezaevindeler bugün için bilmemiz zor… Kuşkusuz bir gün mahkemeleri sonuçlanacak, suçlu veya suçsuz oldukları ortaya çıkacaktır… Oysa ortada bir gerçek var; Türkiye’yi yönetenler de, bazı dış ülkelerde ve hepsinden öte halkın bir kısmı bu işten rahatsız görünüyor… Avrupa’nın Assocıated Pres, Guardian, gibi belli başlı gazeteleri ile Reuters ajansı da bu konuda tepkilerini ortaya koydular. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ile Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) de gazetecileri yıldırmaya ve tehdit etmeye son verilmesi için, “Hiçbir gazeteci yazdıklarından ötürü tutuklanamaz, yıldırılamaz” gibisinden çağrılarda bulunmuş… Daha önce de ABD Ankara büyükelçisi Francis Ricciardone, “Biz bütün dünyada şüphesiz yüzde yüz ifade ve basın özgürlüğünü destekliyoruz” diyerek bir bakıma kınamada bulunmuştu. İçişleri Bakanı da kısa bir süre önce “Amerika’da bile bizdeki basın özgürlüğü yok” demişti… Son olarak Avrupa Parlamentosu 58 maddelik Türkiye Raporu’nda adeta eleştiri bombardımanına tutarak “gazeteci tutuklamaları kaygı verici” demişti. Buna karşılık Dışişleri bakanlığı bu raporla ilgili olarak “Gerçeklerle bağdaşmayan ve kabulü mümkün olmayan” diye yanıt vermişti…

Gelin de çıkın işin içinden…

Davalar henüz sonuçlanmadığından, iddianameler de tam olarak açıklanmadığından; şimdiden ahkâm kesmenin anlamı yok…

Geçtiğimiz günlerde gazetciler Özgürlük Platformu öncülüğünde Taksim ve Ankara’da toplanarak, özgür basın için yürüdüler ve protesto eyleminde bulundular. Kalemler kırıldı, ağızlar bantlandı… Kameralar yere bırakıldı… Gazetecilere özgürlük sloganları atıldı…

Ne garip ki, birbirlerine karşıt görüşte olan gazeteciler aynı safta yan yana geldiler…

Basının gözü peklerinden Uğur Dündar’ın, “Artık gazetecilik yapmaktan korkar, ürker hale getirildik” dediğini basından öğreniyoruz. Nuray Mert ise, son tutuklamalar karşısında tepki olarak “Doğru bildiklerimizi yazamayacaksak, yazmanın anlamı yok” diyerek köşesini boş bırakmış ve ilginç bir protestoya imzasını atmıştı. Yıllar öncesi, 1960 darbesi öncesinde de Çetin Altan “Bugün canım yazmak istemiyor” diyerek köşesini boş bırakmıştı. Şimdi ismini anımsamadığı bir köşe yazarı da Yassıada Mahkemeleri kararından sonra köşesinde “Patlıcan Oturtması” başlığı altında yemek tarifi yapmıştı…

Gerçekten gazeteciler korku içerisinde, sabah karanlığında kapılarının çalınacağından korkuyorlar mı? Çalınmazsa “oh bu günü de atlattık mı” diyorlar? Bilemeyiz. Belki de en çok dinledikleri şarkı da Ümit Yaşar Oğuzcan’ın dizeleridir:

Bir gece ansızın gelebilirim
Bu kadar yürekten çağırma beni
Bir gece ansızın gelebilirim
Sevinçten kapında ölebilirim.

Korkulu rüya görmektense bugün suya sabuna dokunmayan bir yazı yazacağım; Hükm-ü Karakuşi…

Gerçek olmayan bir kadı ve onunla ilgili uydurulmuş öyküler Hükm-ü Karakuşi olarak tanımlanmaktadır. Bu öyküler, Selahaddin Eyyubi’nin veziri Bahaeddin Karakuş’u yıpratmak için rakibi Esad bin Memmati tarafından yazılmış olan “Kitabei faşiş fi ahkâmı Karakuş” isimli kitaptan derlenmiştir. Üstadımız Hasan Pulur da kıssadan hisse bu öykülere geçmiş günlerde sütununda yer vermişti.

Hırsızın biri soymak için bir evi gözüne kestirir… Önceden etrafı kolaçan eder ve eve girmenin en kolay yolunun balkona tırmanmak olduğunu anlar. Gecenin karanlığı bastırınca balkona tırmanmaya başlamış, tam balkona çıkacakken korkuluk bir anda kırılmış, aşağıya düşerek bacağını kırmış…

Sabah olunca hırsız doğru Karakuş Kadıya giderek şikâyetçi olmuş;

—Kadı Efendi, ben soymak için tam eve girecekken tırmandığım balkon korkuluğu çürük çıktı. Düşerek ayağımı kırdım.

Kadı önce hırsızın ne demek istediğini pek anlamamış;

—E! ne istiyorsun. Şimdi seni hırsızlığa teşebbüsten içeri atayım mı?

—Hayır, Kadı Efendi beni bir dinleyin. Ev sahibinden davacıyım. Eğer balkon korkuluğunu sağlam yapsaydı, ben de düşüp ayağımı kırmazdım. Tamam, hırsızlık suç ama cezası balkondan düşüp ayak kırmak değil.

Bu defa kadı evin sahibini çağırmış;

—Be adam niçin evinin balkonunun korkuluğunu sağlam yaptırmıyorsun? Korkuluk sağlam olsaydı, bu adam düşüp ayağını kırmazdı.

Evin sahibi şaşırmış;

—Aman Kadı Efendi, balkonun korkuluğunu marangoz bilmem ne efendi yaptı. O çürük yaptıysa benim günahım nedir?

Kadı düşünmüş bu kez marangozu çağırmış ve ona balkon korkuluğunu neden çürük yaptığını sormuş;

—Efendim, ben balkonun korkuluğunu çakarken yoldan yeşil başörtülü bir kadın geçiyordu. Başörtüsü öylesine güzel yeşil boyalıydı ki, herhalde gözüm ona takılmış olacak ki, çiviyi boşa çakmışım…

Kadı emretmiş;

—Hemen o yeşil başörtülü kadını bulup getirin.

Kadın korkudan tir tir titreyerek gelmiş;

—Kadı Efendi, benim günahım ne? Ben başörtüsünü boyasın diye boyacıya verdim. O boyadı…

Sıra boyacıya gelmiş. Boyacı söyleyecek cevap bulamamış… Bunun üzerine kadı da hükmünü vermiş;

—Götürün bu herifi asın.

Ne olup bittiğini anlayamayan boyacıyı idam sehpasına çıkarmışlar. Ne var ki, boyacının boyu idam sehpasına göre biraz fazla uzunmuş… Cellâtlar koşup kadıya durumu anlatmışlar. Kadı meşhur hükümlerinden birini daha vermiş;

—Ne yani suç cezasız mı kalacak? Kısa boylu birini bulun onu asın…

Geçmiş günlerde boşuna Karakuşi hüküm dememişler!.. Karakuşi hükümler bununla son bulmuyor, bir başka yazıda da diğerlerini sırası geldikçe sizlerle paylaşırım…

Yeri mi değil mi bilmem ama Atatürk’ün 1929 yılında söylediği bir söz ile yazımı noktalamak isterim; “Gazeteciler, gördüklerini, düşündüklerini, bildiklerini samimiyetle yazmalıdır.”

erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 11 Mart 2011 Cuma 01:49:09
Güncelleme :11 Mart 2011 Cuma 02:01:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Mehmet E. IP: 84.62.37.xxx Tarih : 11.03.2011 13:51:44

Hah hah hah,Vay ellerine saglik Hocam"Hep üzülecek degiliz,Bu güzel,Hükm,u Karakusi hikayesi gercekten cok hosuma gitti,Ve ellerin dert görmesin.Eh ne diyelim dayagi yiyen,mi bilir yoksa sayan,mi bilir.Benim kendi görüsüm bir yazar veya muhabir aklina ne gelirse cekinmeden yazmasi lazim diye düsünyorum.

Ben sahsım adima söyliyorum basini iyi takip edip Türkiye ve Dünya haberlerini okumak hosuma gidiyor.Burda iyi yazilar.da var kötü yazilarda var.ilgi cekileni,de var ilgi cekmiyeni,de var.Beyendigini alir okursun beyenmedigini,de es gecer gidersin.Yani kadinin yaptigini onaylamiyorum,Eger suc varsa suclu cezasini cekmesi gerekir.

Kadinin yaptigi gibi ille verdigi bir karari yerine getirip ceza cekmesi gerekiyorsa oda sucsuz biri olmamalidir.Türkiyede bazi gazeticilerin neden iceri alindiklarini anlamis degilim.Acaba diyorum gercekten bu yazarlar devleti yikmak icin,mi ugrasıyorlar yoksa gördüklerini,mi basina yansitip kamu oyuna ulastiryorlar.Burda ne oldugunu anlamis degilim.

Birde dis basinin Türkiyede bu olan bitenlerden yazip halkina sunmasi,Ve Türkiyedeki yasalari kinamalari haksizlik yapildigina dair kanaat getirmekteyim. Türkiye,de dokunalmazlik zirhina bürünüp Milletvekili secilmek icin ugras verenlere yaziklar olsun diyorum.Dokunulmazligi olmayan vatandaslar insan degilmi?

Eger basin ve yazarlar kendi cikarlari icin devleti yikip kendi emellerini gelistirip hüküm sürmek istiyorlarsa onlara,da yaziklar olsun.Türkiye Cumhuriyetinde bir tane devrim olmustur.O da Mustafa Kemal Atatük,e ve Silah arkadaslarina nasip olmustur.Türkiye Cumhuriyeti beyenilen ve beyenenin ülkesidir beyenmeyen beyeneceyi ülkeye ceker gider saygilarimla.


Erdal Geyikçi-sanatcı. IP: 88.226.94.xxx Tarih : 11.03.2011 13:43:39

Merhaba Erdem abi.Köşenizi okuyunca aklıma ilk gelen nasrettin hocanın fıkrası oldu:Hoca yolculuk sırasında mola verip bir hana girer.Bu sırada hana bir başka yolcu daha girer ve ikisi birden hancıdan yiyecek birşeyler isterler.Fakat hancı yiyecek olarak sadece bir balık olduğunu söyler ve bunu paylaşmalarını önerir. Bunun üzerine Hoca:
-Ben balığın sadece başını yiyeceğim der. Hancı bunun nedenini sorar.Hoca da:
-Balık başı zekayı artırırBalık başı yiyen insan akıllı olur derBunun üzerine diğer yolcu hemen atılır ve Hoca’ya :
-Balık başını niye sen yiyeceksin? Ben yemek istiyorum der.Hocada itiraz etmez.Balığın koca gövdesini Hoca yer ve bir güzel karnını doyurur.Diğer yolcu ise sadece balığın başını yer ve Hoca’ya seslenir:
-Sen koca gövdeyi yedin karnını doyurdun.Ben sadece kafayı yedim aç kaldım der.Hoca da bunun üzerine şöyle der:Bak nasıl akıllandın!

BAŞIMDAN GEÇEN KISA GAZETECİLİK GÜNLERİNİDE YAZAYIM.

Geçmiş yıllarda bende gazetecilik yapmak için yerel bir gazetede,Muhabirlige başlamıştım.İlk gittigim haber intihar haberiydi.İntihar edeni tutarak intiharı önlemiştim.Gazeteye geldigimde haber müdürüm hani haber.Sen gazetecimisin,yoksa insanmısın demesine kızarak gazetecili serüvenim sonlanmıştı.Sabah kalktığımda yerel ve Ulusal gazetelerde manşetim"İNTİHARI GAZETECİ ÖNLEDİ"BAŞLIKLI.Ne kadar gazete varsa topladım haber müdürümün yanına gittim.Benden gazeteci olmaz diyordun,neden gazetelerde intiharı gazeteci önledi haberde manşetim demiştim.Haber müdürüm bana dönerek.Sen gazetecisin resmini çekip haberi yazmalısın dedi.Eger zaman kalırsa tutarsın intihar edeni  demişti.Şimdi düşünüyorumda acaba haber müdürüm doğru mu söylüyordu.!Belkide kendince haklıydı haber müdürüm.Ben gazetecilige yeni başladığım için,prosüdürleri bilmiyordum erdem abi.Ama haber müdürüm sözleri aklımdan hiç çıkmıyor."SEN GAZETECİMİSİN,İNSANMISIN..Ben insanlığı seçmiş gazeteciligi bırakmıştım.Türkiyedeki gazetecilerinde insan olduğunu biliyorum erdem abi.Kalemi doğruları yazan ve Doğruları yapan gazeteci hiçbir yerde istenmez .Hani bir söz vardır"DOGRU SÖYLEYENİ 9 KÖYDEN KOVARLAR. Kovulanlarda 10 köyde buluşuyorlar erdem abi:)))).şimdi sıra 10 köye kim gidecek. Bence:kimse doğruları yazmasın yoksa 10 köyede giderler.!Saygılarımla.erdal geyikçi-sanatcı..