Hepimizin bildiği gibi hukuk toplumların bireyleri arasındaki ilişkileri düzenleyen ve devlet gücüyle uyulması zorunlu olan yasaların tümüne verilen isimdir. Yasaları inceleyen özel bir bilim dalıdır. Bunun yanı sıra toplumsal yaşamın düzenli biçimde gelişmesini sağlayan bir olgudur. Toplumu yönlendiren yönetmelikler, tüzükler, içtihat kararları, uluslararası antlaşmalar hukukun başlıca kurallarıdır. Uygar devletlerde hukuk, uyulması gereken kurallar zinciri olduğu kadar toplumun niteliğini, niceliğini gösterir. Ancak hukuk şu veya bu nedenlerle hiçbir şekilde delinmemelidir; delinirse toplumun devletine, adaletine olan güveni bir anda sarsılır. Bu nedenle yargı salonlarına “Adalet mülkün temelidir” sözü boşuna yazılmamıştır.
Türkiye’de son günlerde bir hukuk savaşı, bazılarının deyişiyle hukuk skandalı veya depremi yaşanıyor. Her şeyin başlangıcı 2007 yılında Erzincan’da cemaat örgütlenmesini soruşturan Erzincan Savcısı İlhan Cihaner’in girişimiyle başlamıştı. Kısa bir süre öncesi Cihaner’in adliyedeki odası, evi ani baskınla aranmış, Özel Yetkili Erzurum Savcısı Osman Şanal ve birlikte çalıştığı savcılarla tarafından soruşturmasının yapılmış ve tutuklanmıştır. Bunun ardından Erzurum Özel Yetkili Savcısı, III. Ordu Komutanının ifade vermek üzere çağırmaya kadar işi götürmüştü… Bu olaydan önce de Erzincan Jandarma Alay Komutanı ve Erzincan’daki MİT görevlileri de tutuklanmıştı (!)… Ne garip ki, ifade verdiği söylenen gizli tanık ise ortalarda yok… Böylesine bir olay Türkiye’de ilk kez yaşanıyordu. Erzincan Başsavcısına yapılan bu işlemi uygun görmeyen, olağanüstü toplanan Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Erzurum Savcısının yetkisini aştığı gerekçesiyle yetkilerini geri almış ve yerine yeni savcılar atamıştı. HSYK’nın bu kararını, Yüksek Yargıdan; Yargıtay ve Danıştay’da destek, hükümetten yargıya müdahale diye karşı tepki geldi. Demokrasilerde hukuk tanımam, benim gibi düşünmeyenlere karşıyım denirse o ülkede demokrasiden söz edebilmek biraz hafif kaçıyor… Böyle olunca da yargıda tam bir deprem yaşandı. Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV)’da Yargıtay tarafından yargılanacak (Ceza Muhakemesi Kanununun 250, 251, 252. maddeleri) birinci sınıf bir Cumhuriyet Başsavcısının soruşturma yetkisi olmayan kişilerce aranarak tutuklanmasını ağır bir hukuk ihlali olduğunu ileri sürdü. Bu tartışmalar sürerken özel yetkili Erzurum Savcısı, Adalet Bakanlığından resmi tebligat kendisine ulaştırılmadan önce, televizyonlar görevden alındığını duyurulmasına rağmen dosyayı alelacele İstanbul Ergenekon Savcılığına ileterek, yerine gelecek savcının bu dosyayı inceleme olanağını ortadan kaldırmak istedi. Kaba tabirle son dakika golü atmak istediyse de top direkten döndü!.. Ergenekon savcıları dosyayı yeniden Erzurum’a iade etti…
Yaşanan bu olaylar dikkatleri yargının üzerine bir kez daha çekti.
Ne yapılmak isteniyordu? Bu hukuk olayı bir devlet krizi yaratabilir miydi?
Yargı bununla siyasallaştırılmak mı isteniyordu?
Bazı hâkim ve savcılara gözdağı mı veriliyordu?
Gelişen bu olaydan vazife mi çıkarılmak isteniyordu?
Öte yandan yargı bağımsızlığını korumak, kendisini savunmak, halkın yargıya olan güvenini korumak mı istiyordu?
Bazı siyasetçiler işlerine geldiğinde yargı halletsin, yargı bağımsız, yargıya güveniyoruz; işlerine gelmeyen kararlara da karşı çıkıyorlar!.. Bundan nasibini Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay alıyor!.. Her şeyden önce bir hukuk adamı taraf tutmamalı, kurallara uygun karar verebilmelidir… Demokrasinin ana ilkesi hukukun üstünlüğüdür ve hukuk amaç olarak kullanılmamalıdır. Hukuka hangi nedenle olursa olsun müdahale olmamalıdır…
Ne tuhaf…
Yoksa tutarsızlık mı? Toplum askeri ve sivil darbeden yana değil, hele cemaat darbesinden hiç değil…
Cemaat ve tarikatların üzerine gidilmesin mi deniliyordu? Bu olaydan sonra acaba irticanın üzerine gidebilecek kaç yürekli savcı çıkabilir?
Bu olayda İsmail Ağa Cemaatinin, Nakşîlerin ve Fethullahçıların parmağı var mı? Varsa ne derecede?
Deniz Baykal’ın deyişi ile bu olay aynı zamanda bir cemaat hesaplaşması mı?
Oysa halen yürürlükte olan ve uygulanmayan bu konuda bir de yasa bulunuyor; “Tekke ve zaviyelerle türbelerin seddine ve türbedarlıklarla bir takım unvanların men ve ilgasına dair 677 sayılı yasa”… Cemaatlerin at koşturduğu günümüzde nedense hiç kimse bu yasanın üzerinde durmuyor, durmadığı gibi bazı törenlerde cemaat liderlerinin yanında durup ellerini öpüyor!.. Yürekli savcılar çıkarsa da bu olayda olduğu gibi onların başına gelmeyen kalmıyor…
Bu arada vatandaşın aklına da bir başka soru daha takılıyor. Yasa dışı cemaatler oy uğruna mı kollanıyor veya kullanılıyor?
Yargıdaki kavgaya sonunda Cumhurbaşkanı da karışarak “Acil bir reform gerekir” dediyse de HSYK ile Yargıtay, “ istekleriniz farklı” yanıtı gelmekte gecikmedi. Yargı reformunda hükümetin isteği Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun üye sayısını arttırmak… Hükümet üyelerinin bir kısmının meclis tarafından seçilmesinden yanalar… Oysa milletvekillerinin liderlerinin sözünden çıkamadıkları dikkate alınacak olursa bu reform paketinin yargıyı kontrol altına almaktan öteye gidemeyeceği de açıktır. Yargı reform paketinin seçimden sonraya bırakılması çok daha doğru olacağı gibi meclisi de şaibe altında kalmasını engeller.
Sanırım bu dava hukukun guguk olmadığını göstermelidir. Türkiye’de gerçek yargıçlar da var… Bu arada basınımızda bazı köşe yazarlarının da ipliği pazara çıkmış görünüyor; her birisi olaylara objektif bakmak yerine kime bağlıysa onun türküsünü söylüyor. Hele bazı yandaş akademisyenler, hukukçular var ki, işlerini güçlerin bırakıp televizyon televizyon dolaşıp bağlama çalıyorlar!..
Yazımı Büyük Atatürk’ün her biri ayrı bir ders niteliğindeki sözlerinden biri ile noktalamak isterim:
“Beyler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”
erdemyucel2002@hotmail.com
Atatürk'ün sözü deli,aptal anlamına gelen: meczublar memleketi olamaz. diye sona ermiş olması gerekmez mi?
Sevgili üstat, yazınızın içeriğine katılmamak mümkün değil. "Dar-ül Harp" ve "Amaca Giden Her Yol Mübahtır!" anlayışı ile yola çıkanlar memleketi bugünlere ve bu duruma getirdiler. Olayı sadece ve sadece laiklik, çağdaşlık ve cumhuriyet ile Atatürk'e saldırı olarak görmek hafif kalır. 2003 Mart tezkeresinin reddine dayanıyor oysa bu hesaplaşmaların başlangıcı... Ne demişti Amerikalı general daha sonra? Tezkerenin reddiyle 2000-3000 Amerikan askeri maalesef hayatını kaybetti. Peki kabul edilseydi ne olacaktı? O zaman Coniler yerine, Irak'tan Mehmetçik tabutları gelecekti! Yani bizim Coniler öleceğine, sizin Memetler ölmeliydi diyor o general! Tüm bu plan ve saldırıları bir bütün olarak görmek gerekmektedir. O halde, son dalgayla gözaltına alınan Kuvvet Komutanları 2003'te görev başında değil miydi? O komutanlar Genelkurmay Bşk. na rağmen bu tezkereyi onay vermemişlerdi. Bu nokta önemli, gözden kaçmasın. Ayrıca, çarşaf, sakal, balyoz, nacak vb. gibi operasyonlarla gözaltına alınan ve tutuklanan komutanların ortak özellikleri nedir? Laik yanlısı, Cumhuriyetçi olmaları ve Yurdun Bölünmez Bütünlüğüne Sahip Çıkmalarıdır! Yani bu operasyonlar, Amerikan destekli saldırılardır. Amerikan çıkarlarına, sakallı-cüppeli-çarşaflı olanlar ile kıravatlı olup beyni örümcekli yobazlara dokundurmama uygulamaları yapılmaktadır. Saldırıların kamuflajı ise "Demokratikleşme" teraneleridir. Ne diyordu yobaz herif TV'deki konuşmasında: "Türkiye bağarsaklarını temizliyor!" Be hey yobaz adam; benim halkımın bağarsakları tertemizdir. Çünkü kul hakkı yememiştir! Sen önce şu Deniz Feneri Davasını sonuçlandır. Sonra da, halen dokunulamayan 3 hazretin ki -zimmet, evrakta sahtecilik, vergi kaçakçılığı ve sahte fatura düzenleme suçlarıdır bunlar- dosyalarına bir dokun! O zaman senin bağarsakların temizlenir mi bilmem?
Değerli hocam, hukuk skandalı ya da depremi ne denirse densin ortada bir düzensizlik başıbozukluk,siyasal kadrolaşma açıkça bellidir. Hükümet , kendi çıkarına uygun yargı kararlarına ses çıkarmazken HSYK nın kararlarına karşı sert tutum sergiliyor.İşine gelince hukuk bağımsız,işine gelmeyince zapt ı rapt altına almak anlamına gelecek anayasa değişikliklerinden dem vuruyor.Erzincan Cumhuriyet Savcımızın başına gelenler tam da bir siyasi hesaplaşmadır.Aksine çocuklar bile inanmaz.Cemaatlerin devlet içinde yuvalandıkları etkin mevkiilerde oldukları aşikar. Bu durum Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Laik Cumhuriyet e aykırıdır,dolayısı ile devletin esasına aykırıdır. Tarihsel olayları incelediğimizde görüyoruzki, 1950 ve sonrasında aslında saltanat ve hilafetçiler ile mandacılar kılık değiştirerek ''Muhafazakar-Liberal-Demokrat'' görüntüler ve takma isimlerle iktidar olmuşlar ve Laik Cumhuriyet kazanımlarını ulusal çıkarlarla birlikte geriye götürmüşler. Geçmişin Sevres i önümüze AB muktesebatı ve uyum yasaları olarak sürülmekte,emperyalizm ve kölelik ise küreselleşme olarak kabul ettirilmek istenmektedir. Emperyalist ülkeler dün ne idi iseler bugün de odurlar. Zengin doğal kaynaklarımızı yağmalamak için planları önce ülkeyi içten karıştırmak bu arada açık pazar haline getirip sınırsızca sömürmek. Özelleştirmelerin de açılımı ve amacı da budur.
Tarikatların, cemaatlerin, siyasal iktidar tarafından oy uğruna kullanılıp korunması dönemi geçti. Bu uygulama, bir demokratik aşama olarak umut bağladığımız Demokrat Parti zamanında 1950'lerde başlamıştı. Artık, son derece disiplinli bir örgütlenme ile evresel bir yaygınlığa kavuşan tarikatlar,cemaatler doğrudan doğruya iktidarın kaynağı oluyor; onlar siyasîleri kullanıyor. Şimdi üzerinde egemenlik kurulup kullanılmak istenen "Yargı"dır.
Hocam ellerine saglik"Görüsüme göre Hukuk catlamadi,Ama parca parca olmus gibi görmekteyim.Günümüzde olan vakalari göz önünde bulundurarak,Bu bir Siyasi hesaplasma gibi görülmektedir.Deniz Baykalin dedigi gibi Hükümet yarginin dogrudan icine girmis,Göbeyinde,de yer almistir.
Hukuk uygar devletler icin hukuktur.Türk Halkina hukuku tanitmadiklari icin günümüzde cerayan eden vakalari göz önünde bulundurursak Türk Halki uygarliktan cok cok uzaklasmaya baslamistir.Mahkeme salonlarinda yazilmis ve okudugumuz Adelet Mülkün temelidir,Kelimesi tarihe karismak üzeredir.
Yarginin bu duruma getirilmesi tamamen 1950 den sonra günümüze kadar oy ugruna ikdidar olan Hükümetlerimiz sorumludur.Oy ugruna cemaatlere asiretlere verilen vaatlerden kaynaklanmaktadir.Cemaatlerde emellerine varmak icin Hükümetlere baski yapmaktadirlar.Hükümetlerin bu kadar silahli gücü oldugu halde oy ugruna cemaatlere ve büyük asiretlere boyun eymislerdir.
Hukuk parca parca bölüm bölüm olduguna göre, Cumhuriyet kelimesi yerine seriaat ilkesi yer alacaktir gibi görülmektedir.Zaten uzun zamandir cemaatler Türkiyede bunun hazirligini yapmaktadirlar.Büyük önder Atatürk,ün Beyler ve ey Millet iyi biliniz,ki Türkiye Cumhuriyeti seyhler, dervisler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.kelimesi Tarih olma yolundadir saygilarimla.