29
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

İmamın Ordusu!..

Eskilerin sıkça kullandığı bir söz vardı; bir yaşıma daha girdim diye. Gerçekten de doğru bir söz…

Türkiye başta olmak üzere bazı dış ülkeler günlerdir İmamın Ordusu kitabını tartışıyor…

Bizim bildiğimiz, cemaate namaz kıldıran kişiye “İmam” denir. Onun dışında Müslümanlıkta mezhep kuran, Hz. Muhammed’den sonra Onun vekilliğini üstlenen halifeler, küçük İslam devletlerinde devlet başkanları, önderler, Hz. Ali’nin soyundan gelen 12 din büyüğünün her biri, “İmam” olarak tanımlanmıştır.

Günlük yaşantıda ve bazen de argoda bu sözcük kullanılmıştır. Örneğin; “İmamın kayığına, dört çiftesine binmek”, “İmam nikâhı”, “İmam suyu”, “İmam evinden aş ölü evinden yaş çıkmaz” gibi…

Şimdi onlara bir yenisi; “İmamın Ordusu” eklendi!..

Gazeteci Ahmet Şık’ın yazmış olduğu “İmamın Ordusu” isimli kitap daha basılmadan, taslakları, bilgisayar ve yayınevindeki kopyaları ile birlikte imha edildi. Yazarın cezaevinde kaldığı yer bile aranmış… Örgütsel doküman sayılmış!.. Bununla da kalmamış, Özel Yetkili Savcılığın kararına göre “Her kimin bilgisayarında bu kitap taslağının bir kopyası varsa ve vermezse, terör ve Ergenekon Örgütüne yardım suçu oluşacaktır.”

Böylece Türkiye’de bir ilk yaşandı. Yazılı, görsel ve internet basını bu konu üzerine eğildi. Çok sayıda makale yazıldı, televizyonlarda bu konu tartışıldı. Siyasiler de kendi görüşlerini olumlu veya olumsuz açıkladılar.

Toplumun büyük bir kesimini merak saldı; neymiş bu “İmamın Ordusu” diye… Özel Yetkili Mahkemenin yasağına rağmen bir internet sitesinde kitap yayınlanmış ama biz belki suç olur diye korkup okumadık! Nemize lazım!..

Kitap basılmamış ama çoğu kişi içeriği hakkında bilgi sahibi. Basılmamış kitap neden yasaklanır? İçerisinde birilerini rahatsız edecek bilgiler var olmalı… Hanefi Avcı’nın kitabı basıldı da ne oldu? Okuyan okudu, ilgisi olmayan, kendi dünyasında yaşayanlar okumadı. Belki de unutuldu gitti…

Söylenenlere göre on bir yıldır Pensilvanya’da çiftliğinde yaşayan bir vaiz, gazetesi, televizyon kanalları ve cemaati ile siyasetin, eğitimin içerisindeymiş… Kitapta da yetiştirdiklerinin Fethullahçı yapılanmasından söz ediliyormuş…

Ne derece doğrudur bilemeyiz. Kuşkusuz, gün gelir devran değişir, her şey açığa çıkar.

Yakın tarihimizden bu yana kitap yasaklamaları ile karşılaşılmıştır. Ancak, basılmamış bir kitabın yasaklanması ilk kez yaşandı.

Osmanlının son dönemlerinde, özellikle Abdülhamit’in sultanlığında basın tam bir baskı altındaydı. Sansür uygulanır, muhalif gazeteciler hapsedilirdi. Çoğu kitabın sakıncalı görüldüğü o dönemde, dış ülkelerden yayınlar getirmek dahi yasaktı… Bununla beraber o yıllarda bile basılmamış bir kitabın yok edildiği konusunda basın tarihimizde bir nota rastlamıyoruz…

Cumhuriyet tarihimizde de kitap yasaklanmaları ile karşılaşmıştık. İlk kez 1933’de Kurtuluş Savaşı kahramanı Orgeneral Kazım Karabekir “İstiklal Harbimizin Esasları” isimli bir kitap yazmış, muzırdır, basılamaz denilmiş, kopyaları imha edilmişti… Kazım Karabekir, 1948’de vefat ettiğinde kitabının basıldığını göremedi. Tarihçi Feridun Kandemir kurtarabildiği nüshalarından 1951’de kitabı bastı, yakınlarda da Yapı Kredi Bankası tarafından üç cilt halinde Karabekir’in anıları yayınlandı…

Yakın tarihimizde siyasilerimiz görevdeyken bile onları hicveden kitaplar yazılmış ve satılmıştı. Onların yasaklanmasını hiç kimse düşünmemişti. Örneğin “Turgut Nereye Koşuyor”,”Akbulut Fıkraları”, “Netekim”, “Semra Özal’a 333 Soru” yalnızca birkaç örnek… Günümüzde de Cumhurbaşkanı ile Başbakanı konu alan, aleyhte yazılmış kitaplar yok mu?

Türkiye’de darbeler ve muhtıralar döneminde de yasaklanan kitaplar vardı. Pek çok kişi ellerindeki kitapları yakmışlardı. Bazı evlerin bacalarından yakılan kitapların dumanları yükselmişti. Kitaplarını yakmaya kıyamayanların da torbalar içerisinde toprağa gömdükleri söylenir… Benim öğrencilik yıllarımda ise Nazım Hikmet’i, Sabahattin Ali’yi okumak bile suçtu… Nazım’ın şiirlerinin nereden elimize ulaştığını bilmiyorum ama gizli gizli okuduğumuzu hatırlıyorum… Bir zamanların yasaklı şairi şimdi Türkiye’nin medar-ı iftiharı…

1982 darbesini izleyen günlerde de Evren’in emriyle “Yorgun Savaşçı” filminin kopyaları yakılmıştı. Sonradan yakılmaktan kurtarılan kopyalardan birini sinema ve televizyonda izleme olanağını bulmuştuk. İstiklal Savaşı sırasında Ege’deki bazı yerleşim birimlerinin Kuva-i Milliye’ye karşı olduklarından Yunanlılarla işbirliğine giriştikleri söylenir. Meğer bu yerlerden birisinde doğup büyüyen Evren, bu olayın filmde geçmesinden hoşlanmamış ve yasaklatmış…

Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine örnek, ileri demokrasimiz derken fikir ve düşünce özgürlüğünün önüne set çekmek ne derece doğrudur?

Dünya Gazeteler ve Haber Yayımcıları Birliği (WAN-IFRA), Dünya Editörler Forumu gazetecilerin tutuklanmasını peş peşe kınadılar. Türkiye Yazarlar Sendikası ve Yayıncılar Birliği “Henüz basılmamış bir kitabın kopyasına el konulmasını düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyici çok tehlikeli bir girişim olarak” değerlendirdi. Ayrıca Avrupa Birliğinden ve ABD’den tepkiler gelmesi de gecikmedi. Türkiye’nin AB’ye girmesi ile ilgili müzakerelerin bitirileceği bile söylendi. Böylece Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesine karşı olanların eline de beklenmedik anda koz verildi.

Basılmamış “İmamın Ordusu”nun imha edilmesi, ifade özgürlüğünü, İnsan Hakları Beyannamesini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ve bizim Anayasamızı bile zedelediğini söyleyenler var… Nitekim Cumhurbaşkanı bu durumun Türkiye’ye yakışmadığını söyleyerek 10.000 satacak kitabı şimdi 100.000’lerce sattıracaklar demekten kendini alamadı. Cumhurbaşkanı’nın görüşü gerçekten çok yerindeydi. “İmamın Ordusu” eninde sonunda basılacak, içeriği ne olursa olsun satış rekorları kırmaya da aday bir kitap olacak.

Bülent Arınç da bu durumdan rahatsız olmalı ki, “Henüz basılmamış bir ürüne el konulmasını fevkalade üzücü buluyoruml” demişti. Hükümetten yana yazarlardan Fehmi Koru, “Önümüzdeki tabloda vahim bir yanlışlık var. Düşünceye müdahale anlamına gelen her türlü tasarruf, yalnızca yadırganmıyor, demokrasilerde, büyük bir ayıp-hatta suç olarak kabul ediliyor”; Hasan Cemal de “Böyle bir saçmalığın, böyle bir uygulamanın demokratik hukuk devletinde yeri yoktur ve olamaz. Böylesine ancak totaliter rejimlerde rastlanır” diyerek tepkilerini dile getirmişti. Kendisinin aleyhinde olmasına rağmen Fethullah Gülen de ne kadar samimi bilemeyiz ama bu uygulamaya karşı çıkmış… Devlet Bahçeli ise, “Bu uygulamaların kasıtlı ve bilinçli bir şekilde bir merkezden yönetildiği, Fethullah Gülen Hoca ve cemaatinin bunların arkasında olduğu düşüncesi yaygınlaşmıştır. Bu gelişmeler onlar zan ve töhmet altında bırakmaktadır. Bu konudaki gerçeklerin bir an önce inandırıcı biçimde ortaya konulması ve kamuoyundaki endişe ve tereddütlerin giderilmesi önem taşımaktadır” diyerek Hoca’dan doyurucu bir açıklama beklediğini ima etmiştir.

Başbakan’ın “Ben yargının işine karışmam, onlar da benim işime karışmasınlar” diyerek anlamlı bir cümle sarf ettiğini basından öğreniyoruz. Böyle demiş olsa bile, yapılan uygulamadan rahatsız olduğu da açıktır. Basılmamış kitabın yok edilmesi önümüzdeki seçim propagandalarında çok konuşulacaktır. Nitekim bu olayın patlak vermesinin ardından beklenmedik bir şey gerçekleşti. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararıyla, Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz görevinden alınarak, özel yetkileri kaldırıldı ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekilliğine getirildi. Görünüşte yaptığı hizmetlerden ötürü görevi yükseltilerek onurlandırıldı. Ancak basından gördüğümüz kadarıyla kendisi bu atamadan hiç memnun değil gibi… Savcı için bu karar sürpriz olmalı ki, “Bu kararı beklemiyordum” demekten kendisini alamamış… HSYK’nın bu kararı kendi kararıyla verip vermediği de tartışılır… Önümüzdeki günlerde bunun da netlik kazanacağı açıktır. Bu arkadaş çok öne çıkmıştı sözü bile ani gelişen olayların anahtarıdır!.. Zekeriya Öz son olarak ilahiyatçı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Zekeriya Beyaz ile Prof. Dr. Şahin Filiz’in evleri aratmış; Fethullah ve Nurculuk hakkındaki kitap taslaklarını içeren bazı dokümanlar incelenmek üzere alınmış… İleride el konulanları Beyaz Hoca yayınlarsa o da köşeyi döndü demektir…

Şimdi Ergenekon davası ne olacak deniliyor? Dava sürer ama görünen içerisinden çıkılmaz bir girdap gibi…

Bu olay; “Yanlış hesap Bağdat’tan döner”, “Mahkeme kadıya mülk olmaz” gibi bazı atasözlerimizi bizlere bir kez daha hatırlattı…


erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 3 Nisan 2011 Pazar 12:51:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?