İmralı görüşmeleri başta olmak üzere son haftalarda gelişen olaylarla toplum ne kadar ilgileniyor ve daha doğrusu bu konulara ne derece duyarlı?
Yazılı, görsel ve internet yoluyla olup bitenleri ne kadar izliyor ve ne düşünüyor?
Türkiye zikzaklı bir yolda ilerliyor. Geçtiğimiz yıllarda başlayan, ancak sonuç vermeyen “açılım” politikasından sonra şimdi İmralı’daki adamla pazarlık yapılıyor. Onun yol haritası veya istekleri basına sızdırılmış, ardından Kandil’deki adamdan ses geliyor; bu işte ben de varım diyor!..
Gazetelerden biri her şeyi açıklayan başlık atmış: Öcalan kızgın, Kandil kaygılı!..
BDP’li birkaç milletvekili akıl ve emir almak için devletin imkânlarından yararlanarak İmralı’ya gidip oradaki adamla görüştüler.
Ne görüşüldüğü, hangi konuda emir alındığını toplumun bazı kesimleri merak ederken, birden İmralı tutanakları ortaya çıktı. Onların da ne kadar gerçek oldukları tam olarak netlik kazanmadı. Ancak Başbakan tutanakların basına sızdırılmasına epey öfkelendi; danışmanı sabotaj diyor, kendisi de zabıtların ortaya çıkışından zarar gördüğüne inanıyor.
İmralı görüşmelerini üç BDP milletvekilinin yaptığı ve onların yanında da devlet görevlileri olduğuna göre, tutanakları basına kim sızdırdı?
İmralı görüşmeleri bir kenara bırakılmış basına kimin sızdırdığı araştırılıyor, tam olarak gazetecilik yaparak tutanakları yayınlayan gazeteye ateş püskürülüyor. Daha önce de bavulla bir gazeteye gelen belgeler vardı; onlara bu kadar kızılmamıştı!..
Sızdırılma olayı belki de yerinde oldu, toplumun belli bir kesimi duyarsız da olsa bir şeyleri öğrendiler.
Türk hükümeti ve toplum akan kanın durmasını istiyor ve bunun için de PKK’nın silah bırakmasını, sınır dışına çıkmalarını haklı olarak istiyor. İmralı görüşmelerinden, tutanak depremi olarak basına yansıyanlardan öğrenildiğine göre; İmralı’daki adam PKK’nın en geç Ağustos’ta Türkiye’den çekilmesini isterken Kandil tarafı çekilme için en az iki yıla ihtiyaç olduğunu söylüyor. Sanki Türkiye’de PKK’nın orduları (!) varmış gibi…
Bu koşulan şartlar bana “ipe un sermek” deyimini anımsattı.
Hükümet bu konuda ne düşünür bilinmez ama her şeyden önce şeffaf olup gerçekleri ve tarafların isteklerini topluma bildirmelidir. Karşılıklı yapılan diyaloğun ardından çözümlenmesi gerekenler de olmalı. Yeni anayasa çalışmaları, yerel seçimler, başkanlık mı parlamenter sistemi mi, son olarak da cumhurbaşkanı seçimi.
Bütün bunlar bir yana İmralı’ya Kandil’e odaklandık, gerisiyle şimdilik pek değil, hiç ilgilenilmiyor. Bizleri yönetenler şimdi bunları konuşacak zaman değil daha vakit var gibi sözlerle konuları geçiştiriyorlar.
Ne gariptir ki, bir zamanlar Siyasal Bilgiler Fakültesinde sınıf geçemeyerek fakülteden ayrılmak zorunda kalan adam şimdi umut olmuş (!). Çoğu siyasetçiye göre konulara biraz temkinli veya teenni ile yaklaşıyor. “Biz demokratik özerklikte ısrar edersek bu sabotaj olur” derken toplumda oluşan hava müspetken barış şansına zarar vermeyelim demek istiyor. Ardından da teslimiyet anlaşılmasın diye, teenni ile PKK’nın çekilmesini meclis kararına bağlıyor. Meclisten böyle bir karar çıkarsa PKK meşrulaşır mı diye düşünüyor? Tam olarak bilemeyiz… Bu arada halk savaşı gibisinden şantaj yapmaktan da geri durmuyor. Aldatılmışlar, beyinleri yıkanmışların dışında Kürt kökenli vatandaşlarımızın kendisinden yana olduğu hayalinden de bir türlü vazgeçemiyor. İmralı’dan Kandil’e gönderilen, yirmi sayfa olduğu söylenen mektup, taslak veya mesaja nasıl karşılık alacağı da merak konusu…Ne garip ki, mektubun bir örneğini BDP milletvekili Avrupa’ya, Brüksel’e ulaştırmış!..
Otuz yıldır süren, tarafların canının yandığı, öfke ve intikam duygularını yeşerten bu savaşın sona ermesini aklı başında insanlar istiyor. Bu anlamsız savaşı kimlerin hangi güçlerin başlattığı da bir türlü açıklık kazanmıyor veya açıkça söylenmiyor. Arkasında mafya bağlantıları, uyuşturucu gelirleri mi var o da tam netleşmiyor. Barışçı havarisi olarak ortaya çıkan BDP ise davranışlarıyla kışkırtıcılığını sürdürmekten de geri durmuyor. Bunun en tipik örneği ise Karadeniz’de yapmaya kalktıkları, halkın tepkisiyle hüsrana dönüşerek yarıda bıraktıkları toplumu aydınlatma gezisiydi.
Basına sızan notlara göre görünen odur ki, İmralı ile Kandil arasında görüş farklılıkları var. Çıkar ilişkilerinin zedelenmesi PKK içerisindeki olası bir tasfiye korkusunun buna etken olacağı da açıktır.
Her şeyden önce hükümetin terörü durdurmak konusundaki iyi niyetli girişimleri sabote edilmemeli, desteklenmelidir. Karşı taraf meğer biz neymişiz derse o zaman başka.
Ankara, İmralı, Kandil üçgeninde mektup, ziyaret olayları sürerken bakıyorum da bazıları da ezilmişlik edebiyatından vazgeçmiyor. Hala Kürtlerin ikinci sınıf insan muamelesine uğradıklarından nemalanmaya çalışıyor. Oysa Türk ve Kürt kökenli vatandaşlarımız aldıkları eğitimlerle devletin en üst noktalarında görev alırken, ticari alanda da çeşitli işler yaparlarken kimse onlara senin etnik kimliğin bu demiyor. Okursan, adam olursan bütün kapılar açık.
Yeri gelmişken aklıma takılan bir soruyu da sormadan geçemeyeceğim; memleketimizde yaşayan Yahudi ve Ermeni vatandaşlarımız neden devlet memuru olamıyorlar? Kendileri mi istemiyor, yoksa yasalarımızda onu engelleyecek hükümler mi var?
Ezilmişlik, ikinci sınıf vatandaşlık, alt kimlik, üst kimlik hepsi laf-ı güzaf… Bu memleketin her türlü olanaklarından yararlanarak, belirli yerlere gelenler, cukkasını dolduranlar, rahat ve lüks hayat sürerlerken hala ezilmişlik numarasına yatmıyorlar mı işte onlara akıl sır erdiremiyorum. Daha geçenlerde “Ben bilmem büyüklerim bilir” diyerek siyasetimize adım atan eski milli futbolcu yeni milletvekili “Ben Türk değil Arnavut’um” gibisinden acayip bir laf etmişti. Galatasaray ve Milli Takımdan tonla para götüren, gittiği Avrupa’dan ters yüz geri gelen bu futbolcu acaba neden Arnavut Milli Takımında değil de Türk Milli Takımında oynamıştı?
Şu ortamda çoğu okuyucumuz gibi yazılarını özlediğim Altemur Kılıç ağabeyi öylesine arıyorum ki…
erdemyucel2002@hotmail.com
selam turkuyede bu savas biran once bitmeli 30 kusur yilir devam eden bir savasta iki tarafta kaybeti kimse kazandim demesin bursuru piril piril genc oldü cogu ulkesini terk eti ve yilarca halk ekonomik sorunlarla bogustu halen dahada bogusuyor keske zamaninda devlet halki korkutmadan kizdirmadan halkini sahiplenseyi bu olaylar bu denli canimizi yakmis olmazdi zaten simdi bile bir anlasma yapilsa bunun yaralari hemen kapanmaz en azinanda olen cocuklaarin aneleri hayatayken ben bayramlarda tv izlemiyorum o anelerin mezarliklar ustunde boynu bukuk gozu yasli durmalarina dayanamiyorum dunde bunu soyledim bugunde soyluyorum artik kimsenin burnu dahi kanamadan savasi durdurun bunu yaparken gecmis hukumetlerin poltikalarini gozden gecirin en cok kurt halki ciler doneminde devlete dis bilediler faaili mechuller koy yakmalar insan kacirip oldurmeler en cok ciler hukumetinin eliyle oldu malsev onun icin tek tarafli yargilamayin kimse turkuyeyi bolemez bolunmezde ama bir birinizi sevmeyi deneyin yenien halk olarak gidin o koylere sorun sorununuz neydi neden bunlari yaptiniz diye
Bu sefer son cümlenizden başlamak istiyorum Erdem Üstadım. "Altemur Kılıç ağabeyi öylesine arıyorum ki…" Öncelikle sayın Altemur Kılıç ve onun görüşünde olan kişiler bu dönemin kaybeden aktörleridir. Keskin, acımasız ve derin Kürt düşmanlığı ile hafızalarımızda kalmışlardır. Keşke; ülkenin barışa kavuşması için bir dil geliştirmiş ve onu miras olarak bırakmış olsaydı. Yok etmek, tanımamak üzere kurduğu retorik iflas etmiştir. Haberleri izliyorsa eminim çok sarsılıyordur.
Şimdi başlığınıza dönelim. "İmralı görüşmeleri halkın umurunda mı?" Tek ve kesin cevap: EVET UMURUNDA.
Oğulları askerde olan anne ve babaların umurunda. Askerlik çağında ve henüz askere gitmemiş çocukları olan anne ve babaların umurunda. Kıt kanaat bir maaşla çocuğunu öğretmen/memur yapan ve o çocuğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da görevli olan anne ve babaların umrunda. İstikrarsızlık yüzünden düzgün iş yapayan esnafların umurunda. Dağda çocukları olan ailelerin umurunda. Yillardır dünyanın parasının gömüldüğü bir kirli savaş yüzünden hak edilen kalkınmaya neden kavuşamıyoruz diyen Kürt-Türk gerçek yurtseverlerin umurunda. KCK adı altında, çoğu gerçek dışı istinatlarla içeride tutulan binlerce kişinin yakınlarının umurunda.
Bir tek tuzu kuruların umurunda olmayabilir. Bu kirli savaştan beslenen savaş baronlarının umurunda olmayabilir. Siyasi rantı savaştan elde eden politikacıların umurunda olmayabilir. İstikrarsızlıktan beslenen medya köşe yazarlarının umurunda olmayabilir.
"Sanki Türkiye’de PKK’nın orduları (!) varmış gibi…" Bu cümleniz bir sürçü kalem mi? Allah aşkına siz Türkiye'de yaşamıyor musunuz? "Aldatılmışlar, beyinleri yıkanmışların dışında Kürt kökenli vatandaşlarımızın kendisinden yana olduğu hayalinden de bir türlü vazgeçemiyor." Bu cümleler büyük fotoğrafı görmemek değilse, o zaman da sosyal bilimlerle örtüşmemek gibi bir içeriği var. Genç olanlar hatırlamazlar, ama sizin biliyor olmanız lazım: 1985 yılında Özal ve o zamanki hükümet; "Bunlar üç be çapulcu" diyorlardı. Öcalan yakalandığında bu iş bitti gözü ile bakan siyasiler ve köşe yazarları vardı. Ne oldu? Sizin de deminki cümleyi yazmadan önce Newroz ve BDP mitinglerinin fotoğraflarına bakmanız geremez mi?
"Ezilmişlik, ikinci sınıf vatandaşlık, alt kimlik, üst kimlik hepsi laf-ı güzaf…" Katıldığım tek cümleniz bu. Evet "laf-ı güzaf". Savlar bu noktayı geçeli çok oldu. Her onurlu halk gibi, Kürtler de anadillerinin kendi yaşadıkları coğrafyada tanınmasını istiyorlar. Üstelik sadece köyde ve kırsalda yaşayan Kürtler değil, kolejlerde İngilizce eğitim gören genç Kürtler. Eskiden tuzu kuru Kürtler, işleri sarsılmasın, ticaretleri bozulmasın diye, yani meşru sistemle entegrasyonlarına halel gelmesin diye, ulusal taleplerde bulunmazlardı. Ama o iş de bitti. Tansu Çiller zamanında, Kürt işadamları infaz edildiler. Umarım hatırlıyorsunuzdur. Otel lobilerinden milletin gözü önünde polis tarafından alınıp götürülen işadamları çok değil bir gün sonra öldürülmüş olarak bulundular. Yani ortada bir ayrıştırıcılık varsa kimin tarafından yapıldığı ortada.
Kürt sorunun bir günde çözüleceğine inanmak saflık olur. Ama vicdan sahibi her aydının bu işin çözülmesi konusunda birşeyler yapmak içinden gelmiyorsa bile en azından taş koymaması lazım.
Bu hareketin öncülerini aşağılayarak bir şey kazanamazsınız. Belki bir kaç okurunuzun yüreğine su serpilir ama hepsi bu. Sırrı Süreyya Önder yüzlerce seveni olan mert ve dürüst bir siyasetçidir. Altan Tan'ın babası Diyarbakır cezaevinde öldürülmüştür. Öldürülme biçiminin acımasızlığını internetten bulabilirsiniz. Pervin Buldan ise; yukarıdaki parağrafta bahsettiğim öldürülen iş adamlarından Savaş Buldan'ın eşidir.Saygılarımla.K. Mükremin BARUT
hangi topraklar uğuruna kimler, kimlerle, kimlerin çıkarı için bugüne kadar bunca nafile mücadele verdi (!) ve de bu mücadelerini (!) hangi amaçla sürdürmek niyetindelerdir ! [ey abd ; seni ve senin uşaklarını seviyorum (!) ! ]
öyle veya böyle gecmis bir zamanda iyi kötü olmuslar var bu olmuslar üzerine bilinclilik yapmak yada bilincsizlik yapmak kime ne yarar saglar op orta yerde duran bir seyi karistirmak karistirdikca tabiki iyilikler cikmamakta bu karistirmak bosa karistirmak sa karistirmamak ta fayda vardir
vatan millet sakarya misali ve o vatanda yasamak hakki en güzel misali iste zaman bu yasamak hakki yasamak hakkini kulanip yasamak icin öldürmek hakkini kulanmalarin zamani gecmesi gerek hep gecmisi tirmalarsak bize has olan dediydi yaptiydi der gelenek der adet töre der o onu bu bunu hep öldürür bunada ne der ler herkez bilir ölen ölür öteki denilir sonuc yoktur giderde gider
dandik sebeblerden ölümlerin olmayisi ne güzellik der yeni bir sayfa acilmis bu sayfada siyasi sayfaya benzer siyasette ugras vardir lak laka vardir bazen bir seylere ulasilir bazen hic bir seylere ulasilmaz ama ugrasanlar ugrastiranlar ve kenardan kisiler halktan kisiler yasamlari devam eder ömürleri biten dandik olüm sebebleri olmaz ya hastaliktan ya vs. bu fani dünyayi terk eder
Hocam ellerine saglik"Güzel yazilarini okumak bir ayricaliktir.Ve akabinde Allah yazarlarin sinir simtemlerini tahrip etmesin diyorum.Yazarlik cok zor bir meslektir.Ayriyeten köse yazarligi,da ayri bir sey,gerektigi zaman yazilarina karsi gelen ters yorumlari,da yorumlamak ayri bir derttir.Düsündüm,ki internet bazinda bir cok yazarin,gazetelerin,yorumcularin,yazilarini okuyarak,zaman zaman,da bende yorumlar göndererek bir cok bilgi sahibi oldum.
Düsünyorum bu kadar ögrenme merakin neye yarar sagladi,kanimca bir hic.Hergün bir seyler yazilip ciziliyor,Hic birinden ders almiyoruz,sanki dahasini yapin denilyormus gibi hareket ediliyor.Hangisini yazsam,ki hirsizliktan tut, teröre kadar,bircok unsur var,hepsini tek tek yazmaya gerek yok sanirim herkes biliyor.BENDE karar verdim,kendimi veto ediyorum,artik sadece okuyarak zaman gecirmeye karar verdim.Yani yorum yazmamaya karar verdim saygilarimla.
Yorum köşesinde bir şehit annesi rümuzu ile düşüncesini bildiren daha doğrusu duygularını yansıtan yurttaşımızın acısına katılıyorum. Ancak bu çok pis savaşın gerçek sorumlulurını bulmak çok zor iş. Mükemin Barut dostumuzun naklettiği olaylar hiç yabana atılacak gibi değil. Taa, 1971 12.Mart darbesinden beri, siyaseti fiilen asker eline aldı ve aslında o darbe de sol tehlike kaygısından çok Kürt yurttaşlarımızın temsilcilerinin bazı taleplerine karşı idi. İşçi Partisinin mensubu "Kemal Burkay" gibi bazı Kürt asıllılar barışçı olmalarına karşın takibe maruz kalıp yurt dışına sığındılar; diğer takibe alınanlar da işkence gördüler. 1973 başında çok muhterem, sıcak yapılı bir Paşamızın (aldığı ideolojik angajman nedeni ile olacak) : "Bana Turanî asıllı falan olduklarını söylemenize gerek yok; Türkiyede Türk değilim diyeni ben ezerim" diye tam kırk yıldan beri süre gelen toplumsal ızdırabın haberini vermişti. Abdullah Öcalan 'a biz ne kadar; "Eşkiyabaşı, cani, bebek katili, terörist başı" dersek bu konu Kürt yurttaşlarımızın kendilerini farklı kültürde ve gelenekde ulus kabûl etmelerinden dolatı kesinlikle siyasal bir nitelik almiştır ve bizim Öcalan'ı böyle itibarsızlaştırma gayretlerimiz onlar nezdinde tem tersi etkiyi yapıyor; ona "serok-önder" diye sarılıyorlar. Mükremin Beyin adını andığıDiyarbakır Cezaevinden 60 Kürt cesedinin çıkması PKK'nin ilk tedhiş hareketini tetiklemişti. Barışa susadığımız bir anda daha fazla şehit cenazeleri görmemek için intikam duygularını yenmemiz gerekir Başbakanımızın "Milliyetçiliği ayaklar altına aldık!" şeklindeki ifadesi elbette bir gaftır. Bir ulusun itibarı ayaklar altına alınamaz fakat tüm ulusal duygulara saygı göstermek koşulu ile. Geneldeki siyasetine çok karşı olduğum Başbakanın bugünkü beyanatını umut verici gördüm, bu tavrını,.İnşaallah oy kaygılarına kurban etmez.
Mükremin Barut üstadım ''Kürtler kendi anadillerinin kendi yaşadıkları coğrafyalarda tanınmasını istiyorlar'' diyor. Elbette ki bu ''malumu ilam'' bir sözdür ve aksi düşünülemez. Türkçede bir söz vardır: ''Aslını inkâr eden haramzadedir'' derler. Kürt asıllı vatandaşlarımızın kendi hayatlarını yaşamaları, anadillerinde düzgün Kürtçe konuşmaları ve kendi dillerinde basın ve TV yayınları yapmaları ve izlemeleri için Kürtçe eğitime, iş ilişkilerini devam ettirmek için Türkçe eğitime, dünyayı anlamak için İngilizce eğitime ihtiyaçları vardır. Keza, Batı Trakyada yaşayan Yunan vatandaşı Türklerin de kendi kendi hayatlarını yaşamaları, anadillerinde düzgün Türkçe konuşmaları ve kendi dillerinde basın ve TV yayınları yapmaları ve izlemeleri için Türkçe eğitime, iş ilişkilerini devam ettirmek için Yunanca eğitime, dünyayı anlamak için İngilizce eğitime ihtiyaçları vardır. Konu bu kadar basittir. Bunları tartışmak bile züldür. Uygar dünyaya uyum sağlayacaksak, bu en doğal insan haklarını tarışmaksızın yerine getirmek durumundayız. Batı Trakya Türkleri için istediklerinizi niçin Kürt kardeşlerinizden sakınıyorsunuz?
Benim umurumda sayın yazar. Uyumamış uyutmuş, yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş, yaşamamış ama oğlunu okutmak için her fedakarlığı yapmış bir anne olarak benim umurumda....
Ama bu şekilde, o adamın ve Kandildekilerin karşısında el pençe divan durarak, her istediğini yaparak değil. Tamam barış olsun, ancak bizi bu acılara boğan (ben sadece kendi adıma söylüyorum, diğer şehit yakınlarını bilemem) bu lanet örgütün başı olan İmralı'daki ile halihazırda aynı suçtan tutuklu olanlar (idam edilmeleri gerekir ki; Avrupa uyum yasaları çerçevesinde idamdan sıyırdılar) bari aldıkları cezaları hapiste çeksinler. Biz şehit yakınları olarak bir nebze olsun rahat nefes alalım. Çünkü onlar kalleşçe can aldılar, mertçe savaşarak değil...
O yüzden böyle ahkam kesip duranların, açık açık PKK'nın sözcülüğünü yapanların ocaklarına (dilim de beynim de söyleme diyor ama ne yapayım yüreğim yanıyor ...) aynı ateş düşsün inşallah...