18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

İran ve Türkiye'de Kadın


Tarih boyunca İran ve Türk toplumları çok yakın ilişkiler içerisinde bulunmuşlardır. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna kadar her iki taraf sürekli çatışmış, savaşmış veya barış yapmışlardır. Tarihi geçmiş bir yana günümüzde de Türkiye ile İran dost iki devlettir.

Geçmişe yöneldiğimizde, İran’da insan varlığının yaşadığını gösteren bulgular Paleolitik Çağa (M.Ö 10.000-5.500) yıllarına kadar indiğini görürüz. Bu bakımdan İran ve Anadolu’da insan yaşamının başlangıcı birbirlerine paralellik göstermektedir. İran’ın yazılı kaynaklarına göre yöreye önce Medler hakim olmuş, Pers toplulukları ise Hazar Denizi’nin güneyinde yaşamış ve Medlere bağımlı kalmışlardır. M.Ö.VIII.yüzyılda Medler Ekbatana’yı (Hemedan) ele geçirmiş ve böylece bütün İran’a hakim olmuşlardır. Bunun ardından İran’da Ahamanişlerin kurduğu imparatorluk ile İran’ın yazılı tarihi başlamıştır. M.Ö.559’da Kyros Med hakimiyetini İran da sona erdirerek Pers İmparatorluğunu kurmuştur. Bundan sonra gün geçtikçe gelişen Persler Anadolu ile Mısır’a hakim olmuş, Yunanistan’a kadar uzanarak akınlar düzenlemişlerdir.

Orta Çağdan sonra İran’da Şii kültürü egemen olmuş, İslam Tarihinde Kerbela’da yaşananlar, aradan yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen günümüzde de etkisini sürdürmeye devam etmiştir. Bu arada Sünni baskısı da İran’da zaman zaman hissedilmiştir. Her yıl düzenlenen Kerbela’yı anma törenlerinde insanın kendine eziyet etmesi, acı ve çile çekmesinin nedenleri üzerinde de durulmalıdır. Ne var ki, Şiilerin bu baskısı İran edebiyatında, musikisinde iz bırakmış, felsefesi ise bugün dahi güncelliğini korumaktadır.

I.Dünya Savaşı yıllarında İran Meclisi, soyluların, İngiliz ve Alman yanlısı gurupların çekişmelerine sahne olmuş, bu durum ülke içerisinde çatışmalara, yokluğa ve sefalete yol açmıştır. İran’daki bu karışık dönemde l921’de İran Kazak Tugayı komutanlarından Rıza Han bir darbeyle ordunun başına geçmiş, l925’de İran’ın Kaçar Hükümdarlığı devrilmiş ve Pehlevi Hanedanı (l925-l979) kurulmuştur. Pehlevi Hanedanı’nı kuran ve kendisini Şehinşah ilan eden Rıza Şah, ülkesinde öncelikle eğitim, yargı da reformlara girişmiş, yönetimde büyük ağırlığı olan din adamlarının etkisini azaltmıştır. Ancak İran Petrolleri, bundan yararlanmak isteyen devletler ve dış etkiler İran’da sürekli karışıklık çıkarmış ve bunun başını da bağnaz din adamları çekmiştir.

II .Dünya Savaşı İran’ı da etkilemiş, ülke İngilizlerin, Sovyetler’in işgaline uğramış, Rıza Şah’ın yapmış olduğu reformlarından kadın hakları başta olmak üzere büyük çoğunluğu, etkilenmiştir. Rıza Han, sonunda yerini oğlu Muhammed Rıza Şah’a bırakmak zorunda kalmıştır. II.Dünya Savaşı sırasında İran’da kurulan Azerbaycan ve Mehabad Kürt Cumhuriyetlerinin yıkılması, işgal güçlerinin İran’dan çekilmesinden sonra Rıza Şah merkezi otoriteyi sağlamıştır. Bu arada Başbakan Muhammed Musaddık ile birlikte l951’de petrolü millileştirmesi, demokratikleşme hareketleri, batının işine gelmemiştir. Ülkede yeniden iç karışıklıklar baş göstermiş, Rıza Şah’da 1961’de meclisi dağıtarak bütün yetkileri üzerinde toplamış, toprak sahiplerinin, din adamlarının etkin gücünü kırmış ve İran’da Beyaz Devrimi gerçekleştirmiştir.

Bütün bu karışıklıklara karşılık İran’da yine de çağdaş düzeyde reformlar yapılmıştır. İran İmparatoriçesi Süreyya İsfendiyari, Onun eşinden ayrılmasından yedi yıl sonra da Farah Diba İran kadınının yükselmesi ve çağdaşlaşması yönünde önemli adımlar atmışlardır. O dönemde İran, Doğu ile Batı arasında köprü rolünü üstlenmiş, Batı ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışırken, Doğu ile de sıkı bir işbirliğine yönelmiştir. Şah dönemindeki Gülistan Sarayı’nda verilen davetlerde İranlı kadınlar batı ile boy ölçüşecek nitelikteki giysiler içerisinde gözleri kamaştırmış, İran kadınına örnek olmuştur. İran’ın dışına çıkan kadınları ise diğer ülkelerin kadınlarından ayırabilmek o yılarda çok güçtü. Şah döneminde İran kadınının hakları korunmuş, bu konuda yeni yasalar getirilmiştir. O zamana kadar İranlı bir erkek karısına boş ol dediğinde nikah bozuluyordu. Şah’ın giriştiği reform hareketlerinden birisi de kadın hakları yönünde olmuş, İranlı kadınların nikah sözleşmelerine aynı şekilde boşanma hakkı tanıyan hükümler konulmuştur. İranlı kadınlar arasında ilk boşananlardan birisi Başbakan Musaddık’ın yeğeni Prenses Minu olmuştur.

İran’da l970’lerde petrol gelirlerinin düşüşü, yeraltında çalışmalarını sürdüren muhalefet, mollaların baskısına karşı sertleşen Şah rejimi bir anda çökmüştür. İran’da iç çalkantıların başladığı yıllarda, l964’de sürgün edildikten sonra önce Irak’ta, ardından Fransa’da dinci hareketi yönlendiren Ayetullah Humeyni bir darbe ile başa geçmiş ve İran İslam Cumhuriyeti kurulmuştur. Böylece Şah döneminde başlatılan reformlar, kadın hakları ve batılılaşma hareketi ortadan kaldırılmış, bundan da en çok kadınlar etkilenmiştir. İran kadını çağdaş giysileri bir kenara iterek yeniden çarşaf, peçe altına girmiş ve elde ettiği haklarını bir anda yitirmiştir.

Öte yanda, İran’ın komşusu Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte yapılan devrimlerin en önemlilerinin başında da Türk kadınına verilen haklar gelmişti. Kuşkusuz Şah döneminde İran’da kadın hakları tartışılır ve yasalaşırken Türkiye örnek alınmıştı. Cumhuriyetle birlikte seçme ve seçilme hakkını alan Türk kadını çağa ayak uydurmuş, bu durum kıyafet devrimi ile daha da belirginleşmiştir.Bundan böyle çağı yakalayan Türkiye’de devrimlerle birlikte Türk kadını çağdaş giysiler içerisinde toplumda boy göstermeye başlamıştır.

Özelikle Cumhurbaşkanlarının eşleri bunun öncülüğünü yapmıştır. O zamanlar fırst lady sözcüğü henüz dilimize yerleşmemişti. Ama Türk kadını, Cumhurbaşkanı eşinin giysilerini izliyordu. İsmet İnönü’nün eşi Mevhibe İnönü’nün giysilerini, şapkasını Türk kadını da giymeye başlamıştı. 1950’den sonra Celal Bayar’ın eşi Reşide Bayar, bazen şapka giyer, bazen de başı açık dolaşırdı. Turgut Özal döneminde de Semra Özel giysileri ile saç biçimi ile örnek olmuştu.Bugün de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in eşi Semra Sezer bu geleneği sürdürmekte olup, bu konuda yıpranan Türkiye imajını biraz olsun korumaya çalışmaktadır.

Günümüzde İran kadınları yeniden sokuldukları baskıdan kurtulma savaşı veriyorlar. Son seçimlerde başlarını yarım da olsa açan kadınlar bunun tipik örneğidir. Bir zamanlar Prenses Süreyya ve Farah Diba’nın başlattığı devrimi yeniden canlandırmaya çalışıyorlar. Öte yanda yakın tarihlere kadar giyiminden hiçbir şekilde taviz vermeyen Türk kadını ise bir kavram kargaşasına sürüklenmeye çalışılıyor. Bazı kadınlarımız çağdaş giysiler içerisinde dolaşırken bazıları örtüler, simgesel türbanlar ve çarşaflar içerisinde bir kaos ortamı yaratıyorlar. Ancak bütün baskılara karşı Türk kadını yine de direniyor, acayip, çağa uygun düşmeyen giysilere hayır diyor...

Kuşkusuz bu arada bazı çelişkiler de yaşanmıyor değil....Örneğin İmam Hatip Liseli bazı genç kızlar okul çıkışı başları türbanlı olmasına karşın, eteklerini içeriden kıvırıp miniye benzetmeye çalışıyor. Ancak bu baskılar yalnızca bağnaz ailelerin baskısından kaynaklanmıyor. Tekke ve Dergahların yasaklanmasına rağmen , 1979’li yıllardan sonra din bezirganlarının at onattığı, dergahların başında bulunan Efendi Baba denilen eğitimsiz, çoğunun İslamiyet’i bile bildiği şüpheli kişiler aileler üzerinde etkili oluyorlar. Nitekim, geçtiğimiz günlerde tanık olduğum bir konuşmayı da sırası gelmişken dile getirmek isterim; ilköğretimi bitiren bir kıza okuyup okumayacağı sorulduğunda “Bilmem Efendi Baba ne derse o olacak; oku derse okuyacağım,yoksa evde oturacağım.”

Toplumun aydınlanma felsefesinden nasibini alamamış kesimlerinde ne yazık ki, Efendi Baba denilen bu cahil insanların rolü büyük oluyor. Onlar oku derse kızlar okuyor, veya onların bulduğu aynı kafa doğrultusunda erkeklerle evlendiriliyorlar. Ardından da mutsuz, cahil, sorunlu aileler ortaya çıkıyor. Öte yanda bu dergahlara devam eden ana babalar , YÖK nedir ki, biz Allah’ın Üniversitesinden mezunuz diye övünüyorlar...

Yazık gerçekten çok yazık...

Kabul etmeli ki, genç kızların yaradılışı, duyguları, istekleri her toplumda hemen hemen aynıdır. Türkiye’de ne ise İran’da, Arabistan’da da...

Geçtiğimiz günlerde türbanlı, genç kızların ayağa fırlayıp, şarkının ritmine kapılarak dans etmeye başlamaları ve bu arada bir tanesinin tişörtünün yukarıya sıyrılması ile gündem birden bire türbanlı ama göbeği açık kızlara dönüştü. Oysa genç kızın bu davranışı gizlenmiş, bastırılmış duyguların bir anda ortaya çıkışından başka bir şey değildi. Bu görüntü bazı kesimlerin tepkisini çekti ama gerçeği de ortada koydu; zorlama ile bastırılma ile duygular, arzular körelmiyor, sadece gizleniyor. Bir yere kadar gidiyor ve sonra da tökezleniyor, insan yapısının doğası ortaya çıkıyor.

Dünyanın kuruşundan bu yana çeşitli uygarlıkların peş peşe birbirini izlediği İran ile Türkiye’yi neden karşılaştırdın diye bir yığın tepki ve email alacağımı biliyorum. Ne var ki, ortada gizlenemeyecek bir gerçek var; Türk kadınının büyük çoğunluğu akıl ve bilimin ışığı altında çağdaş düşünceyi yakalamış ve bunu yaşamına yansıtıyor. Öte yanda ise bir zamanlar çağdaşlaşan, ardından siyasal iktidarın değişmesiyle karanlıklara gömülen toplum yeniden aydınlanmaya çalışıyor.

Siyaset Bilimi ve Sosyoloji açısından üzerinde durulacak, tartışılacak bir yığın doktora tezine konu olabilecek bir olgu...

Jean Colbert, söylediği şu söz ile neyi anlatmak istemiştir bilmiyorum ; Bir ülkenin büyüklüğü o ülkenin toprak büyüklüğüne değil, insanların kültür düzeyine bağlıdır.

erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 29 Temmuz 2005 Cuma 20:34:07
Güncelleme :29 Temmuz 2005 Cuma 20:39:01


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
ali akıllı IP: 85.110.115.xxx Tarih : 11.03.2008 15:44:47

Bu göbek açma hususuna katılmıyorum. provakatif bir eylem olmadıgı ne malüm.Bence sizde toplumu yanıltacak ibarelerden sakınmalısınız. Size yakışmaz. Bütün koyunlar siyah değildir.. saygılarla.