27
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

İrticaya Yeşil Işık Yakmamalıyız


Günümüzün iç politikasında en çok konuşulan, tartışılan konularının başında irtica gelmektedir. Günlerdir siyasilerimiz, aydın kesim ve basın bunu tartışmaktadır.

İrticanın açık bir biçimde tarifi yapılmış mıdır?

İrtica Arapça “geri dönmek, geri çekilmek, geri kalmış olmak, iade etmek, talep etmek” anlamlarına gelen Rücü ile Ric’at sözcüklerinden türetilmiştir. Bu sözcük ile tanımlanan irtica Osmanlı’da yenileşme hareketlerine karşı bir direnme olarak kullanılmıştır. Aynı doğrultuda yeniliğe karşı gelenler için mürteci sözcüğü de kullanılmıştır.

Cumhuriyet Türkiye’sinde irtica uygun ortamlar yaratıldığında ortaya çıkmıştır. Bazı siyasiler, tarih boyunca kendi çıkarları doğrultusunda bu tür hareketleri bazen açıktan bazen de sinsice desteklemişlerdir.

Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde irtica sözcüğü ile gericilik sözcüğü birlikte kullanılmıştır. Bu konuda sözlük; “Toplumda yeniliklere değer vermeyen, her yönüyle eskiyi özleyen veya eski düzeni getirmeye çalışan kimse veya görüş” olarak tanımlanmıştır.

Uluslararası ve Avrupa Hukuku Uzmanı Avukat Hakan Hanlı’nın e-mail’ime göndermiş olduğu, anlamlı ve gerçekçi bilgiler içeren, yazısını konu ile ilgisinden ötürü sütunuma alıyorum.

“Kendileri de geride kalmış olanlar için 'İRTİCA YOKTUR'. Çünkü onlar, zaten 'irtica' ile iç-içedirler.

İrticanın algılanabilirliği, ancak ve ancak, irtica dışı seviyeler için mümkündür. Bunu algılayabilmek ve anlayabilmek için, inkişaf' (ilerleme) ve inkılâp (değişme, gelişme) seviyesinde olmak gerekir.

Nasıl ki, balık derya içinde yüzüp, deryanın farkında değilse, gericiler içinde irticayı algılayamamak ve ayırımına varamamak, o kadar normaldir.

Tarihsel süreçte dinci gurupların devlet iktidarını ele geçirme plan ve teşebbüslerinde bulunmalarına kısaca bakacak olursak;

Osmanlı İmparatorluğu döneminde; devre devre bu teşebbüslerde bulunulmuş ve karışıklıklar yaratılmıştır. Örnek olarak;

Sultan III. Murat döneminde; 'Kadızadeler', kadınların (başta Valide Sultan Safiye olmak üzere) yardımlarıyla, bu teşebbüste bulunmuşlar.

Sultan IV. Murat döneminde, binlerce idama gerekçe olan meşhur 'içki ve tütün yasağı', Kadızadeler'in etkisiyle uygulanmıştır.

Sultan IV. Mehmet döneminde; Padişah ve din uleması arasında yapılan bir oturumda; Din uleması: 'Millet, Hz. Muhammet devrindeki gibi yaşamak istiyor' demiştir.
Padişahıın cevabı: 'Hz. Muhammet döneminde, millet donsuz yaşıyordu. Bu milleti, donsuz mu bırakmak istiyorsunuz?' diye sormuştur.

Sadrazam Köprülü Mehmet Paşada, Kadızadeler'i tümüyle Kıbrıs'a sürerek, önüne geleni “İslam'a ihanetle suçlama” akımına son vermek istemiştir.

1908'de II. Meşrutiyet ilan edilmeden öncede yine benzer karışıklıklar yaratılmak suretiyle, ayaklanmalara sebebiyet verilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti döneminde ise; Kubilay (1930) Vakası yaşanmış ve bastırılmıştır.

Ulu Önder ATATÜRK bu konuda şunları söylüyor; Memleketin her tarafında ulema kisvesini kendiliğinden labis olarak güya ahalinin efkârını temsil, tevcih ve maksatlarına göre teşviş için salahiyet ve vaziyet takınmış olan birçok kimseler vardı. Bunlar uzun zamanların neticesi olarak, itikatları istismar etmekte idiler. Ale-l-umum tarikatlarda şeyhlik, dervişlik, seyidlik, çelebilik, emirlik, üfürükçülük ve muskacılık gibi unvan ve sıfatlar, bu batıl itikatlar yüzünden mevcudiyetlerini idame ediyorlardı.

Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum.

İyi biliniz ki; Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat (yol); medeniyet Tarikatı’dır.

Ezcümle irticanın özü şudur; toplumun diğer kesimlerini kendi gericilik saflarında birleştirmek ve kör bir ihtiras içinde, hiçbir uygar (medeni) kural tanımadan, şeriat hükümlerini devlet iradesinde tümüyle geçerli kılmaktır.”

Avukat Hakan Hanlı’nın göndermiş olduğu bu e-mail üzerine son iki köşe yazımdan sonra bazı eksik yerleri tamamlayabilmek için yeniden konunun üzerine eğildim.

Cumhuriyet döneminde anayasayı değiştirerek dini esaslara dayalı devlet düzeni kurmak isteyenler ortaya çıkmıştır. Çoğu zaman bu sözcük ile de belirli şekilde kılık kıyafetle ortaya çıkanlar, dini bilgisi olmadan, hurafelerle Müslüman olduklarını sananlar içinde kullanılmıştır.

Başbakan ABD dönüşünde “İşe irtica kavramını tarif ederek başlamalıyız” dedikten sonra irticaya yeni bir kavram getirmiştir; Aşırılık…

Osmanlı’da olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de irtica tehdidi her zaman olmuştur. Kubilay Olayından yola çıkarsak Sivas’taki Madımak Olayı da bunun tipik örneklerdir. Eğitim düzeyi düşük toplumlarda bireyleri en kolay etki altına almak ve onlardan yararlanmanın yolları dini kullanmaktır. İrtica yalnızca camilerde dergâhlarda ortaya çıkmamakta eğitime de sızmanın yollarını aramaktadır. İlköğretim çocukları için yurt dışından ithal edilen bazı okul çantaları üzerinde tesettürlü kız çocuklarının resimleri olduğu geçtiğimiz günlerde televizyon ekranlarında gösterildi. Ancak bu çantaları ithal edenler çantaları açıkça satmaktan çekindiklerinden çantalar tezgâh altında kaldı. Ayrıca bazı belediye broşürleri ile ders kitaplarında irticai yorumlardan söz ediliyor. Bunların ne kadarı su yüzüne çıktı; o da bilinmiyor. Milli Eğitim Bakanlığınca okullar için hazırlanan bir kitapta abdest almanın insan vücudundaki alyuvarları arttırdığı şeklinde hurafeye yer verilmişti. Milli Eğitim Bakanı bu bilgilerin Almanya’da yayınlanmış bilimsel bir kitaptan alındığını ileri sürmesine karşılık, Milliyet Gazetesi bu kitabın orijinalini taramış ve abdest ile ilgili bir söze rastlamamıştır. Olayın su yüzüne çıkması üzerine Bakan kitapta tahrifat yapıldığını ve bölümün kitaptan çıkarılacağını ve yapanların cezalandırılacağını söylemiştir. Bu tür cezanın ne olacağını düşünecek olursanız; 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre en hafif ile uyarı ve kınama cezalardır. Bunlar önemli cezalar olmayıp hemen her memurun sicilinde bulunan, arada bir çıkarılan memur afları ile silinen cezalardır.

İrtica konusunda yakın geçmişte görevden alınan kaç devlet memuru vardır? Doğrusu bunu çok merak ediyorum... Eğitimde irticaya yer verilmemeli, öğretim birliği bozulmamalı, kilit noktalarda dini kadrolaşmaya gidilmemelidir.

İsim ne olursa olsun; ister irtica, ister aşırılık...

Bu tür davranışlara neden olacak davranış ve tutumlar toplumda gerginliğe yol açmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Çağdaş, gerçekçi ve samimi din adamları dinin siyasete, ticarete malzeme yapılmasını engellemelidir. Dini konularda yeterince bilgisi olmayan, kara-hocalar tarafından din adına söylenen her şeyi dinin aslı olarak algılarlar. Bu tür eğitimsiz, algılama gücü zayıf kişiler kendilerine yapılan yanlış telkinlerle kolayca uygarlık karşıtı, gerici bireyler haline dönüştürülürler.

Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere ordu, üniversite yönetimleri, sivil toplum örgütleri ve toplumun aydın kesimi irticaya karşı kesin tavrını son günlerde bir kez daha ortaya koymuştur. İrtica aşırılık değil toplum düzenini değiştirmeye yönelik, laik düşünceye, Atatürk devrimlerine de ters düşen bir davranış biçimidir. Kuşkusuz, toplumsal ve siyasal olumsuzluların İslam’dan kaynaklandığını söylemekte başka bir çağ dışılıktır. Ne yazık ki, İslamiyet’e gönülden bağlı insanlarımızda konuyu enine boyuna sağlıkla biçimde düşünecekleri yerde bazı çıkarcıların kucağına kolayca düşmüşlerdir. Çoğu insanımız inanç sömürücülüğünün farkına varamamışlardır.

Atatürk ilkelerini ve Türkiye Cumhuriyetini değiştirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Din bir çimentodur ve en önemli birleştirici unsurdur sözünün ise XXI. Yüzyılda artık bir önemi kalmamıştır. Böyle bir unsur olsaydı I.Dünya Savaşı’nda Araplar Osmanlıyı arkadan vurmaz, günümüzde İslam ülkeleri birbirlerine yardım eder, Irak’ın Kuveyt’e yaptığı gibi topraklarını işgale kalkmaz, yıllar süren Irak-İran Savaşı yapılmazdı.

Bilmem anlatabildim mi?


erdem@kenthaber.com
Yayın Tarihi : 10 Ekim 2006 Salı 00:29:47


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?